Etkinlikler

YERYÜZÜNÜN ŞER ODAKLARI

23 Mart Pazar günü Dergimizin Kayseri temsilciliğinde gerçekleşen ve Bahattin Türkoğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı etkinliğin metnini sunuyoruz:

 

İnsan “Ahsen-i Takvim” üzere yaratılmışken “Belhüm adal” düzeyine düşebilen bir yaratıktır. Bu iki uç arasında kalan alan içerisindeki tüm iyilikler ve kötülükler, her türü, her çeşidi ve basamağıyla insanın işleyebileceği gündeme getirebileceği davranımlardır. Tümü birden “insan” içindir, insanın yapısındandır ve insan da gözlemlenebilir.

Her şeyi “çift” olarak var eden Cenab-ı Hak, insan davranımlarını da birbirinin karşıtı olabilecek iki yönlülük içinde yaratmıştır. Nitekim “iman” ve “küfür” kalbin aynı noktasından doğmaktadır.

İnsanları iyiye yöneltmek, iyilikte gütmek, iyi olana kavuşturmak ve iyileştirmek üzere gönderilmiş olan ilahi kitaplarda iyi ve iyilikte birlikte kötü ve kötülük de anılır. İyilerin yanında, kötülerden de bahsedilir.

Bilmek ve tanımak bir yerde korunabilmenin başlıca yollarından biridir. Kötülerin her biri yerine, kimi belli kötülüklerin her birini taşıyan belli başlı birilerini, üstelik yapısal çerçevesi içinde tanıtmanın daha uygun olacağı düşüncesiyle konumuza şeytanla başlamak istiyorum.

ŞEYTAN

Kısaca insana musallat olup onu saptırmaya çalışan ruhani varlıklar diyebiliniriz.

Sözlükte “uzaklaşmak, haktan ve hayırdan ayrılmak, muhalefet etmek” anlamındaki şatn {şütûn} veya “öfkesinden yanıp tutuşmak” mânasındaki şeyt kökünden türediği ileri sürülen şeytân kelimesi {çoğulu şeyâtîn} “hayırdan ve rahmetten uzaklaşmış yaratık; yanıp helâke mâruz kalmış varlık” demektir.

Şeytanı ifade etmek için kullanılan iblîs bir kısım dilcilere göre “ümit kesmek, pişman olmak, söyleyeceği bir şey olmayıp şaşırıp kalmak” anlamındaki iblâs kökünden türemiştir . Nitekim kelime bazı âyetlerde bu anlamda geçmektedir.

Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.” {EN‘AM 6/44}

En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, birde bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır.!” {MÜ’MİNUN 23/77}

Kıyametin kopacağı gün, günahkârlar {ümitsizlik içinde} susacaklardır.” {RUM 30/12}

Oysa onlar, daha önce, üzerlerine yağmur yağdırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdi. “{RUM 30/49}

Şeytan karşılığında tâğūt, cân, ifrît gibi kelimeler kullanıldığı gibi “mârid” {alabildiğine inatçı} ve “garûr” {aldatan} kelimeleriyle de nitelendirilir.

İBLİSİ’İN ORTAYA ÇIKIŞI

Allah, meleklere, Adem’i yaratacağını bildirirken, eşyanın isimlerini öğretirken; Adem’in bu isimleri meleklere haber verirken ve meleklerin bu konuda teslimiyetleri noktasında iblis’e ilişkin bir haber bulunmamakta.

Adem’e secde edilmesi yolundaki buyruğunda, özellikle, “meleklere” yönelik olduğunu görüyoruz. İblis yine, gündemde değil. Meleklerin tümü secde ediyor. Ancak iblis bundan kaçınmakta, Bu kaçınışla birlikte iblis sahnede yerini alıyor.

Hani biz meleklere; Adem’e secde edin, demiştik; iblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerden di; rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!” {KEHF 18/50}

İblisin secdeden kaçınma nedeni:

Büyüklenmek, üstünlük taslamak ve {bu konudaki gerekçesi}

Hani biz meleklere {ve cinlere}: Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.” {BAKARA 2/34}

Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.” {SAD 38/74}

İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” {SAD 38/76}

Allah buyurdu ; ben sana emretmişken seni secde etmekden alıkoyan nedir? {iblis} ; ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın dedi. “{A’RAF 7/12}

Kendi mantığına göre secde etmemeliydi ve edemezdi.

{İblis:} Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.” {HİCR 15/33}

Meleklere: Âdem’e secde edin! demiştik. İblis’in dışında hepsi secde ettiler. İblis: «Ben, dedi, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!” {İSRA 17/61}

İblisin bu başkaldırışındaki gücü kuvveti ve cesareti nereden aldığı, sorusuna karşılık söyle bir açıklama getirmek yerinde olacaktır. İblisin kendisinde böyle bir gücün olduğu yönünde değil, tüm ümitlerini yitirmiş, ümitsizlik ve çaresizlik içinde yaptığı bir davranıştır.

Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.” {EN‘AM 6/44}

En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır! “{MÜ’MİNUN 23/77}

Kıyametin kopacağı gün, günahkârlar {ümitsizlik içinde} susacaklardır. “{RUM 30/12}

Oysa onlar, daha önce, üzerlerine yağmur yağdırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdi. “{RUM 30/49}

Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklar, azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir. {ZUHRUF 43/74,75}

Sonunda rabbimiz iblise şöyle hitab etmektedir.

Allah: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi. “{SAD 38/75}

İblisin yapısal özelliği;

İblisin “secdeden kaçınması” olayı bize onun kişisel yapısından da bir kesit vermektedir. Onu “büyüklük taslayıcı” bir yapı içinde görüyoruz.

Hani biz meleklere {ve cinlere}: Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu. “{BAKARA 2/34}

Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. “{SAD 38/74}

Bu büyüklük taslamanın bir nedeni birde sonucu vardır ki bu durum, aynı zamanda, şeytanın iki özelliğini, iki yapısal yanını daha tanıtır. Şeytanın büyüklük taslamasının nedeni, kendi aklınca “ateşi” “toprağa” üstün görmesidir; secde etmemesi gerektiği sonucuna varmıştır. Burada olayları ve nesneleri kendi akıl yoluyla değerlendirmesi; kendi akıl ölçülerini Allah’ın koyduğu ölçülerle kıyaslaması kendi ölçülerini üstün görmesidir. Büyüklük taslamasının sonucu ise “kâfirlerden olmak” biçiminde ortaya çıkmıştır.

Hani biz meleklere {ve cinlere}: Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.” {BAKARA 2/34}

Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. “{SAD 38/74}

İblise ilişkin bir başka tespit de “çekemezlik” yanıdır.

Dedi ki: «Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım! “{İSRA 17/62}

Bu özelliğini de büyüklenmenin bir başka nedeni olarak değerlendirebiliriz.

İBLİSİN BÜYÜK YİTİĞİ {KAYBI}

Çekemezlik, büyüklenme, kendince değerlendirme yapması sonucu secdeden kaçınan iblis “kafirlerden” oluşla birlikte her şeyini yitirir. Allah katında değerli bir mevkide bulunan iblis,

ayıplanıp yerilmiş ;

Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım! “{ARAF 7/18}

Taşlanarak kovulmuş ;

Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun! “{HİCR 15/34}

Allah: Çık oradan {cennetten}! Sen artık kovulmuş birisin, ceza gününe kadar lânetim senin üzerindedir! buyurdu. “{SAD 38/77}

Uzaklaştırılmış ;

Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım! “{A’RAF 7/18}

Alçağın biridir;

Allah: Öyle ise, «İn oradan!» Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu. “{A’RAF 7/13}

Yüce Allah “sana büyüklenmek düşmez” buyurarak onu bulunduğu yerden aşağıya indirmiş, dışarı çıkarmış, def etmiştir.

İblis, bulunduğu yerden indirilip, kovulmuş, def edilmiş bir yergiye uğrayıp lanetli duruma getirilmiş olmakla birlikte yok edilmemiş “lanetlendiği” açıklanırken varlığı “yevmiddin”e kadar süreceği de bildirilmiştir.

İBLİSİN YÜCE ALLAH’DAN İSTEĞİ

Secdeden kaçınışıyla birlikte her şeyini yitirmiş olduğunu anlayan iblis, “yevmiddin” e kadar “lanetli olarak kalmak” anlatımı karşısında yeni bir ümit kapısı açıldığını zannederek hemen cenab-ı

Hak ka yalvarmaya başlamıştır;

İblis: Bana, {insanların} tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. “{ARAF 7/14}

İblis: Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi. “{SAD 38/79}

{İblis:} Rabbim! Öyle ise, {varlıkların} tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi. “{HİCR 15/36}

Kendisini haklı çıkarmak düşüncesiyle izin istemiştir;

Allah: Sen bilinen bir vakte kadar kendilerine mühlet verilenlerdensin, buyurdu. “{HİCR 15/37,38}

İblis, Cenab-ı Hak’kın kendisini azdırmasına karşılık çaresizlik içinde meydan okuması vardır. Aslında kendisinin Allah’a karşı gelebilecek bir gücünün olmadığının da farkındadır. Kendisinin haklılığının ispatlama uğruna insanları azdıracağını ve kendisine tabi insan bulamayacağını söylemektedir.

Dedi ki: «Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!» “{İSRA 17/62}

İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. “{A’RAF 7/16}

{İblis} dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara {günahları} süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! “{HİCR 15/39}

«Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi. “{A’RAF 7/17}

İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım, dedi. “{SAD 38/82,83}

İblisin bu davranışlarına karşılık Cenab-ı Hak da benim Salih kullarımın üzerinde hiçbir etkin olmaz demektedir.

Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna. “{HİCR 15/42}

Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez. Şurası muhakkak ki, benim {ihlâslı} kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. {Onları} koruyucu olarak Rabbin yeter.” {İSRA 17/64,65}

İblisin bu tutumunun karşılığı olarak Cenab-ı Hak da kendisini ve tabi olanları cehenneme dolduracağını bildirmektedir.

Allah buyurdu: Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza!” {İSRA 17/63}

Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!” {A’RAF 7/18}

Doğrusu -ki ben hep doğruyu söylerim- mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım! buyurdu.” {SAD 38/84,85}

Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.” {HİCR 15/43}

Bu anlatılanlar çerçevesinde bir değerlendirme yapacak olursak;

Melek olmamakla birlikte meleklerin çevresinde bulunan iblis, kendi aklını Allah’ın buyruklarının önüne geçirmesi, bu yüzden de Allah’ın emrine uymaktan kaçınır bir noktaya gelmesi dolayısıyla , sonunda her şeyi yitirmiş, Allah’ın rahmetini umamaz bir yapı edinmiş din gününe kadar lanetlenmiş olarak insanların yeniden diriltileceği güne kadar ertelenme istemiş, bu süre içinde kendisine uyanları saptırma gibi “gerçekten çirkin” ödevle yükümlendirilmiş olarak yaratılış süreci içindeki yerini almış bulunmaktadır.

İBLİS İLE İNSANIN İLK İLİŞKİLERİ

İnsanoğlunu yaratıp cennetine koyan Rabbimiz burada bulunan nimetlerden istedikleri yerden hemde bol bol yemelerine izin verirken yalnız şu ağaca yaklaşmayın uyarısında bulunup, o ağacı ve meyvesini yasaklamıştır.

Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin {Havva} beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.” {BAKARA 2/35}

{Allah buyurdu ki}: Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.” {A’RAF 7/19}

Cenab-ı Hak , izin ve yasaklama ile birlikte birde uyarıda bulunur. Atamız Adem’e iblis senin ve eşinin düşmanıdır.

Bunun üzerine: Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin!” {TAHA 20/117}

Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” {FATR 35/6}

İBLİSİN İLK VESVESESİ VE ALDATMASI

Ey Adem..! sana sonsuzluk ağacını ve çökmeyecek devleti göstereyim mi?

Derken şeytan onun aklını karıştırıp «Ey Âdem! dedi, sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?». Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. {Bu suretle} Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı.” {TAHA 20/120}

Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi. Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.” {A’RAF 7/20,21,22}

Adem’in bu suçu işleyişi yolunu şaşırması iblisin ki gibi değildir. Suç yapısal bir yanın ürünü değil, bir aldanışın sonucudur. Yani çekici bir isteğin güdümüne kapılmış olarak Allahı’ın buyruğunu çiğnemişlerdir. İblisin tutumu ise yapısal olmakla birlikte süreklilik gösterir. İblis suçunda inatlaşmış tevbe etmemiş, ancak adem ve eşi ise tevbe etmişlerdir.

{Âdem ile eşi} dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” {A’RAF 7/23}

İblisin boyun eğmemesi, onun Allah’ın huzurundan kovulmasına sebep olurken; Adem’in tevbe etmesiyle tevbesinin kabul edilmesi ve Allah’ın ona doğru yolu göstermesiyle sonuçlanmıştır.

Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.” {TAHA 20/122}

ŞEYTANIN DÜŞMANLIĞI

Yeryüzüne indirilmiş olan insan ve şeytanın birbirlerine karşı durumları düşmanca bir tutumdur.

Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları {cennetten} onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.” {BAKARA 2/36}

Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.” {A’RAF 7/24}

Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan {cennetten} inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.” {TAHA 20/123}

Bu düşmanlık bir süre için yerleşilip geçinilecek olan yeryüzündeki yaşam boyunca sürüp gidecektir. Özelliklede şeytan tarafından gündemde tutulacak, diriliği korunulacak olan şiddetli bir düşmanlıktır. Şeytanın yapacaklarını “senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden arkalarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım, çoğunu sana şükreder bulamayacaksın

İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.«Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.” {A’RAF 7/16,17}

Cenab-ı Hak da haydi git..! onlardan sana kim uyarsa bilki cehennem hepinizin cezası olur, hemde ne ceza…

Allah buyurdu: Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza! Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez.” {İSRA 17/63,64}

Bu ayetler insan ile şeytan arasındaki düşmanlığın şiddetini vurgulamaktadır.

Cenab-ı Hak yeryüzüne indirme sırasında insana iki ayrı uyarıda bulunmuştur. Birisi şeytanın “zat” ına ilişkindir. Onun insan için apaçık “düşman” olduğu noktasında yapılan uyarıdır.

Bunun üzerine: Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin!” {TAHA 20/117}

ikincisi ise “ey insanoğulları şeytan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetden çıkardığı sizi de şaşırtmasın

Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” {A’RAF 7/27}

Bu açıklamalardan sonra yeryüzüne imtihan için gönderilmiş bulunan ancak yol göstericinin çağrısına uyarak Allah’ın yoluna girmiş ve böylece hem şeytandan korunmuş ve hemde her türlü korkudan kurtulmuştur.

Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.” {BAKARA 2/38}

Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan {cennetten} inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.” {TAHA 20/123}

ŞEYTANIN YOLDAN ÇIKARMA YÖNTEMLERİ

a} vesvese vererek ; “Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.” {ARAF 7/20}

b} Söz verip vaatte bulunarak ; “Derken şeytan onun aklını karıştırıp «Ey Âdem! dedi, sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?»” {TAHA 20/120}

{Şeytan} onlara söz verir ve onları ümitlendirir; halbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir” {NİSA 4/120}

Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez.” {İSRA 17/64}

c} İnsanların yaptıklarını cazip göstererek ; “Âd ve Semûd’u da {helâk ettik}. Sizin için, {onların başına nelerin geldiği} oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.” {ANKEBUT 29/38}

d} Allahın affına güvendirererk ; “Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmazsın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” {LOKMAN 31/33}

Ey insanlar! Allah’ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı {şeytan} da Allah hakkında sizi kandırmasın! “{FATR 35/5} “Münafıklar onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. {Müminler de} derler ki: Evet ama, siz kendi başınızı belaya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan {şeytan} sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı!” {HADİD 57/14}

e} Korkutarak ; “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vâdeder. Allah herşeyi ihata eden ve herşeyi bilendir.” {BAKARA 2/268}

f} Alıkoyarak ; “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık {bunlardan} vazgeçtiniz değil mi?” {MAİDE 5/91}

g} Allah hakkında bilmediğimiz şeyleri söyleterek ; “O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” {BAKARA 2/169}

h} İnkar ettirerek ; “Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, der.” {HAŞR 59/16}

i} Unutturarak ; “Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma” {EN’AM 6/68}

Genç adam:} Gördün mü! dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.” {KEHF 18/63}

Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni efendinin yanında an, {umulur ki beni çıkarır}. Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla {Yusuf}, birkaç sene daha zindanda kaldı.” {YUSUF 12/42}

Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah’ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar.” {MÜCADELE 58/19}

ŞEYTANIN HER TÜRLÜ ŞERRİNDEN ALLAH’A SIĞINMAK

Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.” {A’RAF 7/200}

Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!” {MÜ’MİNUN 23/97}

Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.” {FUSSİLET 41/36}

De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, {insan Allah’ı andığında} pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melikine {mutlak sahip ve hakimine} insanların İlâhına sığınırım!” {NAS 114/1-6}

Şeytanın inananlar üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Zira şeytanın tuzakları zayıftır.

Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun {şeytanın} bir hakimiyeti yoktur.” {NAHL 16/99}

BEL’AM

Tevrat ve İslami kaynaklarda, önceleri iyi bir mü’min iken daha sonra Hz. Musa ve kavmi aleyhine hile tertiplediği için cezalandırıldığı rivayet edilir.

Bu konu hakkında Kur’an-ı Kerim bize şöyle açıklama yapmaktadır.

Onlara {yahıdilere} kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku” {ARAF 7/175}

Müfessirlerin çoğunluğuna göre ayette adı zikredilmeyen bu kişi İsrailoğullarından Bel’am b. Baura’dır. önceleri Hz. Musa’nın dinini kabul etmiş, iyi huylu mütevazi bir mü’min idi. Ancak Hz. Musa’nın kendilerini yenilgiye uğratmasından korkan kavminin ısrarına dayanamayıp Hz. Musa’nın aleyhine beddua etmiş; kavmine, onu yenebilmeleri için hileler öğretmiş, fakat Allah onun bedduasını kavmine çevirmiş, kendisini de cezalandırmış, sahip olduğu manevi mertebe ve meziyetlerden mahrum bırakmıştır. Mutasavvuflar Bel’am b. Baura’yı kibir ve dünyevi arzuları sebebiyle sapıklığa düşenlerin bir örneği olarak takdim ederler.

Bazı tefsirlerde, ayette bahsedilen kişinin ümeyye b. Ebi’s-Salt veya Nu’man b. Seyfi er-Rahib olduğuna dair rivayetlerde vardır.

Olaya , Ayetle devam edelim,

Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” {ARAF 7/176}

Cenab-ı Hak’kın verdiği bilim ve bilgisiyle O’nun rızası dışındaki bir takım menfaatleri ele geçirmenin peşine düşenlerin, bu uğurda kimi kimselere yaranmak için çırpınanların yeri ahrette cehennem… Dünyada ise dilini sarkıtıp soluyan köpek gibi bir görüntü ve bir yaşam.

EBU CEHİL

Asıl kimliği; Adı=Amr, Babası=Hişam dolayısıyla tam adı da Amr oğlu Hişam

Allah elçisinin yaşıtı… Zekası yürekliliği, cömertliği, inceliği ve insanlarla, ilişkilerindeki tutarlılığıyla tanınmış bir kimse. Öyle ki, bu seçkin özelliklerinden dolayı , Allah resulu onun iman edenlerden olmasını çok arzu etmiştir.

Allah Rasülü, Ebu Cehil’i islam’a çağırmış ancak olumsuz cevap almıştır. Birbirlerinden ayrılmışken Hz. Ali çıkagelmiş ve Ebu Cehil Ona şu sözleri söylemiştir. Vallahi O’nun söylediklerinin gerçek olduğunu biliyorum: Ama bana engel olan şeyler var: Kusayoğulları “Kabeye örtü giydirme” bizde , “Hacılara su sağlama” bizde “danışmanlık” bizde , “sancak taşıma” bizde diyorlar. Bu böyledir ve onları doğruluyoruz. Onlar yedirip içirdiler bizde yedirip içirdik. Bu alanlarda birbirimize denktik. Ama şimdi “peygamber de bizdendir” diyorlar. Orayı bırakıp da bu yana gelemem , doğrusu

Allah resulünün davetini kabul etmemesinin ardından kendisine Ebu cehil adını vermiştir ki , cehlin/bilmezliğin babası anlamına gelmektedir. Ölümü , bedir’de … yara almış… ölmek üzereyken de başı kesilmiştir. İslam tarihinde ilk koparılan kelle Ebu Cehil’in kellesi olmuştur. Ebu cehil hakkında kısa bir bilgiden sonra asıl konumuz olan Ebu Cehillere gelmek istiyorum.

Cehl/Bilmezlik” , yalnızca Ebu Cehile özgü değil. İslam’a karşı çıkanda bir o değil ki … Düzineleri aşan kimseler… Peygamber amcası Ebu leheb başta olmak üzere düzinelerle insan Ebu Cehille birlikte, onun yanı başında aynı tutumu sergilemekte. Allah’ın Elçisinin getirdiklerine karşı çıkışlarda ve O’na inananlar üzerine baskı kurmakta birleşmiş ve anlaşmış olan niceleri… Ebu Cehil işte, tüm bunların da simgesi. Önder olarak, kışkırtıcı olarak, körükleyici olarak , düzenleyici olarak, , güdücü olarak, örnek olarak, elebaşı olarak, katılımcı olarak, karşı koruyucu olarak, baskı yapıcı olarak kimler varsa, kimlikleri , bir yanda kalma durumunda , kendi güçleri oranında ve kendi çaplarında birer Ebu Cehil, çünkü, her biri kendi cehlinin babası olmakla, kendi cehlini üretip, ortaya sürüp, çoğaltan birer “baba” olmakla, ayrı ayrı Ebu cehiller. Allah’ın Elçisinin diliyle böyle adlandırılmış bulunmaktadır.

Zamanla, şu veya bu sebeple , kimi “putlar” ortaya çıkmıştır. Başlangıçta Allah’a yaklaştırsınlar diye benimsenen bu putlar, gide gide Allah’a denk tutulmuş, dahası; ortak koşulmuştur. Böylece var olduğuna inanılan “Allah” yaşamdan dışlanmıştır. Yaşamda, bu düzleme gelindiğinde, Allah var ama, etkinlik yoktur. İnsanlar, ama kişisel ama toplumsal yaşamlarında neyin nasıl olmasını istemiş, neyi nasıl uygun görmüşlerse, buna göre bir “haram-helal” kılmayı gerçekleştirmişler, yani kendi yaşamlarının kurallarını kendilerince belirlemişler; böylece, gerçekte “puta tapar” olma çizgisini aşıp, “Heva” larına tapan kimseler durumuna gelmişlerdir. Tapınmanın bir yüzünün de “boyun eğme” olduğunu düşünürsek, kendi istediğince kurallandırma yapan cahiliye arabın, bu davranışıyla, ilahlaştırmaya kalkıştığını kolayca kavrarız. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de açıkca vurgulamıştır.

İnsanın “hevası” na tapınmaya başlaması, kurallandırmayı bu doğrultuda yapması ve yaşamını hevasına göre biçimlendirmesi sonucunda ortaya çıkan yaşantı, gerçekte Allah’a açık açık karşı çıkılan veya Allah’ın unutulduğu bir toplum yaşantısı değilse bile, Allah’ın bilinmediği bir yaşayış biçimidir. Allah ve O’nun buyrukları bilinmemektedir.

Bu “bilmeyiş” , işte “cehil” dir ve bu yüzden de bu topluma Allah , “cahiliyye” adını vermiştir.

Böylesine bir toplumda kuralları insanlar koydukları, toplumu kendi elleriyle biçimlendirdikleri ve öteki dünyayı {Ahret} da unutmuş oldukları için , güçlülerin borusu daha yüksek sesle ötmektedir. Dolayısıyla, toplum, onların toplumu olmaktadır. Onların kurduğu onların kurallandırdığı, onların biçimlendirdiği, onların yönettiği bir toplumdur. Çünkü bu toplum onlarda, elbetteki, kendi çıkarlarına göre davranacaklardır. “Ebu Cehillik” olgusu bu noktada ortaya çıkmaktadır.

FİRAVUN

{Eski Mısır krallarının unvanı}

Firavun kelimesi, Eski Mısır dilinde “büyük ev” anlamındaki {per’ao} dan gelmektedir. Mısır’daki eski imparatorluk döneminden {yaklaşık m. ö. 2400} itibaren rastlanan bu kelime aslında krallık sarayını ve orada oturanları ifade ediyordu. 18. sülale dönemi ortalarına kadar firavun Mısır kralının lakabı olarak değil “saray” anlamında kullanılmıştır. Per’ao kelimesinin “kral” anlamında kullanılışına ise m. ö 1370’lere doğru yazılan metinlerde rastlanmaktadır. Eski Mısır inancında firavun hem kral hem de ilahtır. Aynı zamanda yeryüzündeki düzenin muhafaza ve devamından sorumlu olduğu gibi dini hayatında en önemli ve yetkili kişisiydi. ülkenin bütün mabetlerinde ibadet onun adına yapılıyordu. Bütün mısır onundu ve idari, adli, askeri ve dini yetkileri onun elindeydi. Firavunlar ve sülalesi bizim asıl konumuz olmayıp Kur’an da anlatılan ve musa {As}’ın mücadele ettiği Firavundur.

Kur’an-ı Kerim’de firavun kelimesi sadece Hz. Musa dönemindeki Mısır kralını ifade etmekte olup Hz. Yusuf devrindeki kral için “rab” ve “melik” kelimeleri kullanılmaktadır.

Kral dedi ki: Ben {rüyada} yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız.” {YUSUF 12/43}

{Adam bu yorumu getirince} kral dedi ki: «Onu bana getirin!» Elçi, Yusuf’a geldiği zaman, {Yusuf} dedi ki: «Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.»” {YUSUF 12/50}

Kur’an’da yetmiş dört yerde gecen Firavun Hz. Musa’nın karşısında yer alan, büyüklük taslayan, böbürlenen,

Sonra onların ardından da Firavun ve toplumuna Musa ile Harun’u mucizelerimizle gönderdik, fakat onlar kibirlendiler ve günahkâr bir toplum oldular.”{YUNUS 10/75}

Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!” {NEML 27/14}

İlahlık iddiasında bulunacak kadar kendini beğenen,

Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.” {NAZİAT 79/24}

Musa’nın ilahına ulaşmak için kuleler yaptıracak kadar taşkınlık gösteren, halkını küçümseyip zayıfları ezen, gerçeklere sırt çeviren bir kral olarak tasvir edilmektedir. Çeşitli ayetlerin, Firavun’u fert olarak ele almaktan çok onu erkânıyla birlikte zikretmesi dikkat çekicidir. Birçok ayette Firavun’un ailesi , avanesi {mele}, kavmi ve askerleriyle {cünud} birlikte anılması onun tek bir kişi olmaktan ziyade bir sembol olarak takdim edildiğini göstermektedir. Musa insanlık tarihinde hak, adalet ve sağduyuyu temsil eden nübüvvet zincirinin halkasını oluştururken Firavun, Haman ve taraftarları bunun karşısında yer alan bir zihniyeti temsil etmektedirler. Bu anlayışın daha önceki temsilcileri Nuh, Ad, Semud ve Lut kavimleri, Eykeliler, Res ashabı ve Tubba’ milletidir.

{Onların yolu} Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Onlar bizim âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” {AL-İ İMRAN 3/11}

Âd’ı, Semûd’u, Ress halkını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de {inkârcılıklarından ötürü helâk ettik}.” {FURKAN 25/38}

Onlardan önce Nuh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da peygamberleri yalanladılar. İşte bunlar da {peygamberlere karşı} birleşen topluluklardır.” {SAD 38/12-13}

Onlardan önce Nuh kavmi, Res halkı ve Semûd da yalanlamıştı.” {KAF 50/12}

Hz. Musa’nın tebliği sadece Firavun’a değil onun etrafında bulunan kişilere de yönelik olmuştur. Kur’an-ı Kerim bunların zaman zaman Firavun’u Musa ve ashabına karşı kışkırttıklarını haber vermekte,

Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa’yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksın? {Firavun}: «Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz» dedi.” {A’RAF 7/127},

bunların kotu akıbetlerini örnek olarak göstermektedir,

{Bunların gidişatı} tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişatı gibidir. {Onlar da} Allah’ın âyetlerini inkâr etmişlerdi de Allah onları günahları sebebiyle yakalamıştı. Allah güçlüdür. O’nun cezası şiddetlidir. Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı {güzel ahlâk ve meziyetleri} değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.{Evet bunların durumu}, Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumuna benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarından ötürü helâk etmiştik ve Firavun ailesini {denizde} boğmuştuk. Hepsi de zalimler idiler.” {ENFAL 8/52-54}

Allah’ın elcisini dinlememesi, ona karşı gelmesi sebebiyle Firavun ve ailesi yıllarca kıtlık ve urun azlığıyla imtihan edilmiş,

Andolsun ki, biz de Firavun’a uyanları ders alsınlar diye yıllarca kuraklık ve mahsül kıtlığı ile cezalandırdık.” {A’RAF 7/130}

üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderilmiştir.

Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.” {A’RAF 7/133}

Firavun ve kavminin yaptıkları ve yükselttikleri şeyler yıkılmış ,

Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi {yahudileri} de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik. “{A’RAF 7/137},

Firavun ve beraberindekiler denizde boğulmuştur,

Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.” {BAKARA 2/50}

Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk.” {A’RAF 7/136}

{Evet bunların durumu}, Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumuna benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarından ötürü helâk etmiştik ve Firavun ailesini {denizde} boğmuştuk. Hepsi de zalimler idiler.” {ENFAL 8/54}

Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da {helâk ettik}. Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki {azabımızı aşıp} geçebilecek değillerdi.” {ANKEBUT 29/39}

Firavun boğulmak üzere iken iman etmiş, fakat imanı kabul edilmemiştir,

Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet {denizde} boğulma haline gelince, {Firavun:} «Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!» dedi.” {YUNUS 10/90}

Onun cesedi daha sonra gelenlere bir ibret olmak üzere saklanmıştır,

{Ey Firavun!} Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini {cansız olarak} kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.” {YUNUS 10/92}

Hz. Musa’yı evlatlık olarak alan Firavun’un karısı ise iman etmiştir;

Firavun’un karısı {sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:} Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar {işin sonunu} sezemiyorlardı.” {KASAS 28/9}

Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun {kötü} işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.” {TAHRİM 66/11}

FİRAVUNUN YAPTIĞI ZALİMLİKLERİ {İŞKENCELERİ}

1}Erkek çocuklarının kesilmesi ;

Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, {fenalık için} kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.” {BAKARA 2/49}

Hani Musa kavmine demişti ki: «Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kadınlarınızı {kızlarınızı} bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.»” {İBRAHİM 14/6}

Firavun, {Mısır} toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.” {KASAS 28/4}

2} Taşa gömülerek öldürme tehdidi ;

Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığındım.” {DUHAN 44/20}

3} Ellerin ve ayakların çaprazlama kesilmesi ;

Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!” {A’RAF 7/124}

{Firavun} Şöyle dedi: Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten ulunuzdur. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.” {TAHA 20/71}

Firavun, {kızgınlık içinde} dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Demek ki size sihiri öğreten büyüğünüzmüş o! Ama şimdi {size yapacağımı görecek ve} bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!” {ŞUARA 26/49}

İNSAN

Cenab-ı Hak , insanı “en güzel” tanımlamasıyla nitelendirdiği bir “oluş” içinde yaratmıştır. Cenab-ı Hak yaratmış bulunduğu “en güzel” e ikramıda en büyük olmuştur. Ona kendi “ruhundan” üflemiş, eşyanın isimlerini öğretmiştir. Melekleri ona secde etmeye çağırmıştır. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak yaşamını sürdürecektir.

Cenab-ı Hak yeryüzünü insanın yaşamasına elverişli bir biçimde yaratmış, düzeltmiş, döşemiş, donatmış böylece insanoğluna olan lütuf ve keremini bu nimetlerle artırmıştır.

Yalnız bunlar mıdır, insan için yaratılan. Yalnız bu “dünya” dakiler mi ? elbette değil. Kuran-ı Kerim , bir çok ayetinde ahretin de insan için olduğunu , o muhteşem ve doyumsuz cennetinde de insan oğlu için , insanoğlunun inanmışları için var edildiğini haber verir bize. Nice ikramlarla insanın, bu “en güzel” yaratılışının doruğa erişeceği ölçüde yüceltmiştir.

Böylesine ikramlara boğulan ve öylece de güzellikler ve yücelişler vaad edilen aynı insanın, Allah tarafından hikmeti gereği “aşağıların en aşağısı” kılınması öyleki , bir bölümünün “davarlar gibi” sözleriyle nitelenmesi ve dahası , durumlarının “belki de daha da sapık yolludurlar” sözleriyle belirlenmesi.

O’nun “hüsran içinde” oluşunun “şüphesiz” bir anlatımla belirtilmesi.

Gazabı çekmeler , azaba uğramalar, sıkıntıya düşmeler, cehenneme yuvarlanmalar. Tüm bunlarda , yine insan içindir.

İlki , elbette, insanın imanı ve iyi işleri gündemde olmakla birlikte, bütünüyle Allah’ın lütfu , keremi ve rahmetidir.

İkincisi ise , insanın kendi ettiğinin karşılığı yeryüzünde karada ve de denizde ortaya çıkan karışıklık ve bozukluk da boynuna dolanmış olarak öbür dünyaya götürdüğü işlerinin karşılığı olan azap da , hep , kendi yaptıklarının sonucudur.

İnsan kendisine verilenlerle donanmak için “halife” olarak gönderildiği yeryüzünde bir başına değildir. Kendisiyle birlikte indirilmiş olan bir de şeytan vardır. Ve şeytan kendisinin apaçık düşmanıdır.

Kısaca insan Allah’ın buyruklarına uyduğu müddetçe hep mükâfatlandırılacak, karşı geldiği uymadığı sürede cezaya maruz kalacaktır. Bütün bunları kendi hür iradesiyle belirlemektedir.

İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” {TİN 95/1-5}

Andolsun biz insanı, çamurdan {süzülüp çıkarılmış} bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka {aşılanmış yumurta} yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere {iskelete} çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” {MÜ’MİNUN 23/12-14}

«Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!»” {HİCR 15/29}

Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” {SAD 38/72}

Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi. İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” {SAD 38/74-76}

Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi. Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler. {Bunun üzerine:} Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Âdem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri {oralardaki sırları} bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi. Hani biz meleklere {ve cinlere}: Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu. Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin {Havva} beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları {cennetten} onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik. Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır. Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.” {BAKARA 2/31-38}

Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem’e secde edin! diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.” {A’RAF 7/11}

Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.” {A’RAF 7/24}

Meleklere: Âdem’e secde edin! demiştik. İblis’in dışında hepsi secde ettiler. İblis: «Ben, dedi, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!»” {İSRA 17/61}

Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!” {KEHF 18/50}

Bir zaman biz meleklere: Âdem’e secde edin! demiştik. Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti.” {TAHA 20/116}

Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten {söz} dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” {FURKAN 25/44}

Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” {ASR 103/1-3}

Herkes ne yaptıysa, karşılığı tastamam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” {ZÜMER 39/70}

Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” {FUSSİLET 41/46}

İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de {tuttukları kötü yoldan} dönerler.” {RUM 30/41}

KĀBİL

Yeryüzünde öldürme eyleminin ilk gerçekleştiği olay; İki kardeş olan Adem’in çocukları Habil ve Kabil arasında geçmektedir. Bu olay hakkında bizlere ne tarih nede tarihe malzeme veren arkeoloji bilimi en küçük bir ip ucu verememektedir. Eldeki tek “belge” semavi kitaplardır. Bu konuya ilişkin olarak “kitab-ı mukaddes” de bilgi olduğu gibi Kur’an-ı Kerimde de vardır. Olayla ilgili olarak Kuran-ı Kerim’in verdiği haber, maide suresi’inde geçmektedir.

Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. {Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden}, «Andolsun seni öldüreceğim» dedi. Diğeri de «Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder» dedi {ve ekledi:} «Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan {bile} ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.»

«Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur.»

Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.

Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. {Katil kardeş} «Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim» dedi ve ettiğine yananlardan oldu.” {MAİDE 5/27-31}

Olay hakkında hiçbir kuşkuya düşmeden kabul edeceğimiz bilginin tamamı bu kadardır. Ancak bu konuda her zaman olduğu gibi rivayet kültüründe çok çeşitli hikayeler anlatılmakta ve insanların akılları bulandırılmaktadır. Ayetin başında da “Onlara Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat” diye başlaması. Bu konudaki yalan uydurma rivayetlerin varlığına işaret etmektedir.

Habil ve Kabil” olayında öldürme eyleminin “Kabil’in çekemezliğinden” kaynaklandığı görülmektedir. Kurban sunma eyleminin sonucu olarak Habil’in kurbanının kabul edilip, Kabil’in kurbanının kabul edilmemesi , Kabil’in “hased” duygularını körüklemiştir. Habil ise tam bir teslimiyetçi bir tutum sergilemektedir. Bu olayın bir benzerini de Hz. Yusuf ile kardeşleri arasında görmekteyiz. Yine çekemezlik yine öldürmeye teşebbüs.

Bozgunculukla kan dökücülüğün birbiriyle olan sıkı ilişkisi ve hele yeryüzündeki ilk bozgunculuğun bir “kan dökme” olayı olarak gündeme girmiş bulunması doğal olarak bozgunculuğun önüne geçme doğrultusunda “kan dökücülüğe karşı önlem” almanın büyük önemini de ortaya koyar. Cenab-ı Hak , bir kimseyi öldürmenin bütün insanları öldürmek gibi olduğunu buyurduğunda iki “istisna” yapar. Bütün insanları öldürmek düzleminde anılmayan bu iki “istisna edilmiş” öldürmelerden biri “KISAS” , diğeri de “bozgunculuk çıkarma karşılığı” öldürmedir.

Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” {MAİDE 5/35}

Bütün insanları öldürme gibi” olmayan öldürmelerden biri olan “KISAS” , başta “Öldürme” olmak üzere “insan varlığına” yönelik suçlarda uygulanan bir cezadır. Cenab-ı Hak bu konuda ,

Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın {öldürülür}. Ancak her kimin cezası, kardeşi {öldürülenin velisi} tarafından bir miktar bağışlanırsa artık {taraflar} hakkaniyete uymalı ve {öldüren} ona {gereken diyeti} güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.” {BAKARA 2/178}

buyurur.

Ve bu farz kılınışındaki “hikmet” ve “rahmet” ‘i de “Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır.” Buyruğuyla belirterek, ölüm ile hayatı birbiriyle ilişkilendirir.

Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız. “{BAKARA 2/179}

Durup dururken “öldürme” nin tüm insanları öldürmek gibi oluşuna karşılık, “kısas” la öldürmenin “hayat” olarak belirtilmesi üzerinde düşünmek gerekir. Çünkü, buradaki sesleniş özellikle “akıl sahipleri” ne , selim akıl sahiplerine yapılmıştır.

Bütün insanları öldürmek “düzleminde anılmayan öldürmenin diğer istisnası olarak “CİHAD” dır. Doğrudan doğruya öldürme olarak anlaşılmamalıdır. Bu konuda rabbimiz ,

İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, {muhacirleri} barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine {vâris olmağa} daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.” {ENFAL 8/74-75}

Daha sonra ,

{Ey müminler!} Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. “{TEVBE 9/41}

Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” {MAİDE 5/35}

Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah’ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde {Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek} kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah {kötülükten} sakınanlarla beraberdir.” {TEVBE 9/36}

Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla savaşmaktan {geri kalmak için} senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini pek iyi bilir.”{TEVBE 9/44}

Müminler ancak Allah’a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” {HUCURAT 49/15}

Allah’a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” {SAFF 61/11}

Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.” {ANKEBUT 29/69}

İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahîmdir.” {BAKARA 2/218}

«Allah’a inanın, Resûlü ile beraber cihad edin» diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve: Bizi bırak {evlerinde} oturanlarla beraber olalım, dediler.” {TEVBE 9/86}

De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” {TEVBE 9/24}

Görüldüğü gibi “yeryüzünün yerlisi” ilk iki insan arasında bir “öldürme” olayı vardır. Bu yeryüzündeki ilk bozgunculuktur. Sonraki bozgunculukların hemen tümüde bu ilk bozgunculuğu oluşturan “öldürme” üzerine kurulu kimi tutumların ürünü olarak sürüp gelmiştir.

Öldüren kimse, nefsine boyun eymiş biri olarak bunu yapmaktadır. Öldürülen kimse ise , öldürülüceğini bile bile “Allah korkusu ve sakınma” gereği , öldürmeyi isteyen diğerine elini bile uzatmamaktadır. Bu kardeş , diğerinin tersine , nefsine değilde, Allah’a boyun eymiş kimsedir. Her iki kardeş de kimi güdümler altında davranışlarını biçimlendirmiş durumdadır. İlkinin davranışları “dış etkenler” ürünü koşullandırmanın ; ikincisinin ki ise Allah’a teslimiyetin ürünü birer davranış olarak kendini gösterir.

KARUN

Zenginliği ile tanınan, Hz. Musa ve Harun’un şahsında Allah’ın emirlerine karşı çıktığı için cezalandırılan kişi.

Yalnız Tevrat’ta değil, Kur’an-ı Kerim’de kendisine ilişkin “haberler” bulunan, adı çevresinde alabildiğine ayrıntılı rivayetler yayılmış olan, bir “zenginlik simgesi” olarak dillerde dolaşıp duran Karun, tam anlamıyla”çağdaş” bir kimlik , yaşamakta olduğumuz çağla tıpatıp uyumlu bir kişilik sergiler.

Zenginliğe verdiği önem, zenginliği “bilim” e iliştirmesi, “bilim”i zenginleştirmek için kullanmış olması, zenginliği ile yaptığı gösteriş ve bu yolla elde ettiği güce dayanarak insanlar üzerinde egemelik kurmaya kalkışması hep, Karun’u “çağdaşımız” yapan birer öge olarak göze çarpar. Karun, doğrudan doğruya “ekonomi” demektir. Dolayısıyla da “ekonomizim” in egemen, eğilim ve uygulama olarak işlev verdiği etkin olduğu çağımızda gösterdiği “özdeşlik” yadırganabilecek bir durum değildir.

Kur’an-ı Kerim bu konu hakkında şöyle bahsetmektedir, Karun adı üç ayrı surede geçmektedir.

Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden {O’nun yolunda harcayarak} ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de {insanlara} iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez. Karun ise: O {servet} bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. günahkârlardan günahları sorulmaz {Allah onların hepsini bilir}.Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir. Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar.” {KASAS 28/76-82}

Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da {helâk ettik}. Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki {azabımızı aşıp} geçebilecek değillerdi.” {ANKEBUT 29/39}

Andolsun ki biz Musa’yı mucizelerimiz ve apaçık hüccetle, Firavun, Hâmân ve Karun’a gönderdik. Onlar: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır! dediler.” {MÜ’MİN 40/23-24}

Cenab-ı Hak Karunla ilgili olarak kitabında verdiği haber bu kadardır. Rivayetlere bakıldığında akla ve hayale sığmayan bir çok hurafeler görmekteyiz.

NEMRUD

Hz. İbrahim döneminde tevhid inancının karşısındaki siyasal otoriteyi simgeleyen efsanevi kral.

NEMRUD’UN KİMLİĞİ

Nemrud , kelimenin tam anlamıyla “efsaneleşmiş” bir kimliktir. Bütünüyle “efsane” lerle örülü ve örtülü bir yaşam; böyle bir yaşamı sürdürmüş olduğu konusunda bir hayli rivayetlere konu olmuş bir semboldür. Bizim konumuz açısından “Nemrud” kelimesinin bir tek kişinin veya tüm Babil hükümdarlarının özel adı veya ünvanları olması arasında hiçbir fark yoktur. “Azgınlık” ta önde gelen “Nemrud” bizim odak noktamızı oluşturmaktadır. Kuran-ı kerim’de “Nemrud” diye birinden sözedilmez, yalnızca ilahlık davasına kalkışan, Hz. İbrahim’in getirdiği dine karşı çıkan ve Hz. İbrahim’i ateşe atma girişiminde bulunan “birisi” sözkonusu edilir.

Nemrud” adına ancak “Tevrat” ta rastlarız. Onun kudreti, iyi avcı oluşu ve Babil kralı olarak kentler kurması anılır.

TOPLUMSAL YAPI

Nemrud” ‘un toplumunda ilk göze çarpan yanlardan biri de halkın tapınaklara olan ilgisi , olmaktadır. Gerek tapınaklar da bulunan putların çokluğu,

Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.” {ENBİYA 21/58}

Gerek putlara sunulan yemekler,

Yavaşça putlarının yanına vardı. {Oraya konmuş yemekleri görünce:} Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz? dedi.” {SAFFAT 37/91-92}

Gerek Hz. İbrahim ile yapılan tartışmaların gösterdiği yoğunluk ,

Allah kendisine mülk {hükümdarlık ve zenginlik} verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni {Nemrut’u} görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.” {BAKARA 2/258}

Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim’in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz?” {EN’AM 6/80}

Ve gerekse “putları” na sahiplenmeleri,

Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir, dediler. {Bir kısmı:} Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş, dediler.” {ENBİYA 21/59-60}

Hep bu ilginin birer göstergesidir.

Kavminin {İbrahim’e} cevabı ise: «Onu öldürün yahut yakın!» demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.” {ANKEBUT 29/24}

Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.” {SAFFAT 37/97}

Toplumun putlarına sahiplenmelerine karşı Hz. İbrahim ise şu şekilde karşı çıkmıştır.

Siz Allah’ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Ancak O’na döndürüleceksiniz.” {ANKEBUT 29/17}

Nemrud’un yaşadığı ve yönettiği toplum puta tapıcılık da aşırı giden yapı içerisinde olduğunu görmekteyiz. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de bir çok yerde vurgulanır.

Hz. İbrahim babasına, babacığım; işitmeyen görmeyen ve sana bir yararı olmayan şeylere niçin tapıyorsunuz. Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı bırakıp, rabbime yalvarırım bu yalvarışımda yoksun kalmayacağımı umarım demişti. Hz. İbrahim, babası Azer’e “putları ilah olarak mı benimsiyorsun” ; doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum ve “Dünya hayatında Allah’ı bırakıp ; aranızda putları dostluk vesilesi mi kıldınız dedi. “Nemrud” toplumunun gök cisimlerine de tapınmakda olduğunu görmekteyiz. Güneş ve aya tapındıkları kesindir. Bu konuda İbrahim {AS} ‘ın irdelemesini görebiliriz.

Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur ha, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay’ı doğarken görünce, Rabbim budur ha, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin {Allah’a} ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” {EN’AM 6/75-79}

Nemrud” toplumunda “gelenek” büyük ve önemli yer tutar. Toplum yapısı butünuyle geleneklerle oluşmuş, gelenekler birikimi topluma biçim vermiştir diyebiliriz. Çünkü yaşantılarının temelini oluşturan “din” leri için, kendileri, “atalarımızın dini” demektedirler. Hemen hemen tüm “cahiliyye” toplumlarını pençesine almış bulunan bu hastalıkdan “Nemrud” un toplumu da yaka sıyıramamıştır.

O, babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? demişti. Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk. Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi.” {ENBİYA 21/52-54}

İbrahim {AS} ‘ın mücadelesi putları kırmakla devam etmiştir.

Allah’a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım! Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.” {ENBİYA 21/57-58}

ASIL “NEMRUD” LUK

Bir yaratığın “Rab” lık davasında bulunması, bir insanın “Allah’ dan başka “Rab veya Rabler edinmesi veya edinilmesine yol açması, bir insanın Allah’ın elçilerinden birini öldürmek istemesi, girişimde bulunması, hatta bu elçiyle savaşması ona karşı durması, dahası onun getirdiklerini inkar etmesi. Bir kimsenin , hatta “zulmen” herhangi bir kimseyi öldürmesi, bunlar hep “Nemrud” u “Nemrud” yapan öğelerdir. Asıl “Nemrud” u “Nemrud” yapan ise Allah’a giden yolları tıkayıcı düzenlemelerde bulunmasıdır.

SAMİRİ

Hz. Musa Tur’a çıktığında İsrailoğullarını altından yaptığı buzağıya tapmaya sevkeden kişi.

Kendilerini Mısırdan çıkarmış bulunan öz peygamberlerinden “Tapınmak için” bir put isteyen İsrailoğullarına , Hz. Musa’nın “mikat” ta bulunduğu sırada onun yokluğundan yararlanarak, istemiş bulundukları “Put” u yapan , bu yaptığı puta tapınmaya çağıran ve çağrısında da başarıya ulaşıp, kavmini puta tapındıran Samiri , eğer , sıradan bir put yapımcısı olsa, belki de üzerinde durmak gerekmeyecekti.

Nitekim, insanlığın geçmişinde ve de günümüzde bir çok “Put üreticisi, put yapımcısı” ve “Put koruyucusu” bulunmasına karşın , Kur’an-ı Kerim , yalnızca iki put yapımcısının adını anar. Bunlardan birincisi Hz. İbrahim’in babası olan Azer ; ikincisi ise konumuz olan Samiri’dir.

SAMİRİNİN KİŞİLİĞİ

Samiri gerçekde bir münafık olduğu halde , nifakını gizlemekte halkı saptırmak için Hz. Musa’nın açığını ve uygun bir fırsatı kollamaktadır. İsrailoğullarının Hz. Musa’dan “Tapınmak için bir ilah” yapmasını istemeleriyle Samiriye gerekli ip uçlarını vermiş bulunmaktadır. Altından buzağı heykelini yapan Samiri İsrailoğullarına döner: “işte, bu , sizinde Musanın da ilahıdır” der. “Musa bunu aramaya gitti ; yerini unuttuğu için uzaklaştı, bulamadı. Şimdi siz ilahınız olan bu buzağıya tapınmaya başlayın ki o, Musa’yı da size geri getirsin” diyerek israiloğullarını buzaya tapınmaya çağırır.

Hz. Musa {AS} ‘ın Samiri’ye halkı saptırmaktaki amacını sorduğunda; Samiri’nin , ben israiloğullarının görmediği şeyi gördüm, “bilmediklerini bilmekteyim” cevabını vermiştir.

O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç {toprak} alıp onu {erimiş mücevheratın içine} attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.” {TAHA 20/96}

Altın buzağıdan söz eden ayetler;

Musa’ya kırk gece {vahyetmek üzere} söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı {tanrı} edindiniz.” {BAKARA 2/51}

Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı {tanrı} edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi {kötü duygularınızı} öldürün. Öyle yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O’dur.” {BAKARA 2/54}

Andolsun Musa size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı {tanrı} edindiniz.” {BAKARA 2/92}

Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” {BAKARA 2/93}

Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa’dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, «Bize Allah’ı apaçık göster» demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı {tanrı} edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa’ya apaçık delil {ve yetki} verdik.” {NİSA 4/153}

İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi.” {ARAF 7/138}

{Tûr’a giden} Musa’nın arkasından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini {tanrı} edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu {tanrı olarak} benimsediler ve zalimler oldular.” {ARAF 7/148}

Buzağıyı {tanrı} edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” {ARAF 7/152}

Allah buyurdu: Senden sonra biz, kavmini {Harun ile kalan İsrailoğullarını} imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.” {TAHA 20/85}

Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti. Bunun üzerine: İşte, dediler, bu, sizin de, Musa’nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.” {TAHA 20/88}

İsrailoğullarının “Buzağı” tutkusu

67. Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım, demişti.

68. «Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın» dediler. Musa: Allah diyor ki: «O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek.» Size emredileni hemen yapın, dedi.

69. Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. «O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir» dedi.

70. «{Ey Musa!} Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz» dediler.

71. {Musa} dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan {salma}, renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. «İşte şimdi gerçeği anlattın» dediler ve bunun üzerine {onu bulup} kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.” {BAKARA 2/67-71}

ÇAĞDAŞ SAMİRİLER

Samiri “harika” yapımıyla, nasıl ki, tüm israiloğullarını çevresine toplamış, onları kendi izgisine getirmeyi başarmışsa”teknoloji denilen çağdaş buzağı da, işte öyle tüm insanlığı teknik gücü elinde tutanların çevresinde halkalandırmış; tüm insanlık iplerini kendi elleriyle bu güç sahiplerine sunmuş, gönüllü birer köle haline gelmişlerdir.

Bakınız , şu didinen insanlığa… Teknolojinin ürünü şu veya bu eşyayı ele geçirme aşkına değimlidir, tüm çırpınışları ? Ortada görünen, bu ürünleri elde etme savaşından başka ne ki ?

Şu işçi bir TV edinmek , şu memur bir “araba” çekmek , şu zengin bir iş daha kurmak, şu ülke “atomu” elde etmek, ötekisi “füze” yapmak, berikisi uzay yarışında öne geçmek için varığını yoğunu harcamakta; yaşantıyı bunlarla bağımlı bir düzlemde algılamakta.

Tek kaygı , “buzağı” dan daha çok “pay” almak bu daha çok “pay” peşindekilerinin candan katılımları sonucu, “buzağı” nın ve “buzağı” ile birlikte de Samiri’lerinin güçlenmesi. Samiri’lerin tüm yaşamı “teknik” çevresinde dönüp duran bir kısır döngüye tutulakalmaları. Onun dışında kalan her şey unutturmaları, gündem dışı bıraktırmaları.

Samiriler insanları sömürmekte, insanları saptırmakta, insanları oyalamakta, insanları Allah’a giden yoldan alıkoymakta, insanları insanlıklarından soyutlamakta ve insanları buzağının bendesi birer köle durumuna getirmektedir.

İnsanlık tümüyle İsrailoğullarının “Tih” yaşamının bir benzerini bilmeden sürdürmekte. Özelliklede “gelişmekte olan ülkeler” ne boyun büktükleri “Teknik” , ne ardına düştükleri “refah” , ne düşledikleri “güç” … Ellerine hiçbir şey geçmeden , habire , dolap beygiri gibi çalışmakta, Samiri’lerin kasasını şişirmekte ve yoksullukları büyümekte, yoksulluk kapılarını dövme noktasına gelmekte. Kıtlıklar egemen oldukları bölgeleri genişletmekte , açlık, artık her yüreğe korku salacak boyutlara erişmekte. “Tih” deki yaşamdan bin beter. Bir yanıylada “uyanış” a kapı açılabilirliği dolayısıyla “rahmet

YAHUDİ

Şunu hemen belirtmeliyiz ki, konumuz Yahudilik-musevilik değil, kendini bu dinin bağlısı olarak tanıtmakla birlikte bağlı olduğunu öne sürdüğü dinin gereklerini hiçbir zaman yerine getirmemiş bulunan bu yerine getirmeyişi zaman zaman peygamberlerine karşı çıkmak ve hatta onları öldürmek çizgisine dek vardırabilen, vardırmış olan “Yahudi” dir.

Haklı çıkmak” gereksinmesiyle karşı karşıya kaldığında İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf, Musa peygamberleri ve tüm israiloğlu peygamberlerini sahiplenen ama, “uymak ve başeğmek” gerektiğindeyse, hepsini birden bir kalemde göz ardı edebilen; işine geldiğinde “Tevrat”ı tüm insanları bağlayıcı bir belge olarak gündeme getirirken , canı istemediğinde aynı “Tevrat” ı yoksayan dahası: Allah’ın göndermiş bulunduğu bu kutsal kitabı, zaman içinde, kendince değiştiren , yeniden düzenleyen, eklemeler-çıkartmalar yapan ve ortaya tanınamaz bir başka “Tevrat” çıkarmayı başarmış bulunan. Kendi geleneklerine göre düzenlemiş bulundukları “Talmut”ları ,”Tevrat’ın Tefsirleri” olarak tanımlarken, bu “Talmutları –gelenekleri” sürekli bir biçimde “Tevrat”ın önünde ve üstünde gören , bilen , tanıyan ve yaşamını, bırakınız , gerçek “Tevrat” ı bir yana , kendince düzenlediği “Tevrat” a göre bile değil de , bu “Talmut”lar uyarınca düzenleyen bir kimliğin sahibi “Yahudi” kendi çıkarları için yapmayacağı, işlemeyeceği melanetleri olmayan “Yahudi” nin belli başlı özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.

1} İnsanların yolunu şaşırmaları ve küfre dönmeleri için elinden geleni yapması ve bu uğurda gerekirse , hiç inanmıyor olmasına karşın, kendilerinin “Allah’ın oğulları ve sevgilileri” olduklarını cehennemde ancak sayılı birkaç gün kalacaklarını ve ahiret nimetlerinin kendilerine özgü olduğunu, gerekli gördükleri her yalanı söyleyebilmeleri.

2} “Suret-i Haktan” görünerek , başkalarına iyiliği emredip , kendi nefislerini dışta bırakmaları.

3} Dinlerin tümüne karşı en büyük düşmanlığı göstermeleri.

4} İnsanlığı savaşlara sürüklemek için sürekli ateş tutuşturmaları {fitne çıkarmaları}.

Bu “Yahudi” üzerine zillet ve meskenet vurulmuş, Allah’ın hışmına uğramış olan musibetlerden kurtulamayan bir kişiliktir. Dost edinilmemesi yolunda kesin buyruk bulunan yahudinin kişiliği böyle bir tablo sergilemektedir.

Kendilerine Kitap’tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar!” {NİSA 4/44}

Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” {BAKARA 2/109}

İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki {onlara}: Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” {BAKARA 2/80}

Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. {Ey Muhammed!} Onları ancak fasıklar inkâr eder.” {BAKARA 2/99}

{Ehl-i kitap:} Yahudiler yahut hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.” {BAKARA 2/111}

{Ey bilginler!} Sizler Kitab’ı {Tevrat’ı} okuduğunuz {gerçekleri bildiğiniz} halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” {BAKARA 2/44}

Hani siz {verilen nimetlere karşılık}: Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte {bu hadiseden sonra} üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musibetler {onların başına}, Allah’ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.” {BAKARA 2/61}

Bu misakı kabul eden sizler, {verdiğiniz sözün tersine} birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde {hem çıkarıyor hem de} size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” {BAKARA 2/85}

Allah’ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah’ın indirdiğini {Kur’an’ı} inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.” {BAKARA 2/90}

De ki: Ey ehl-i kitap! {Gerçeği} görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler.” {AL-İ İMRAN 3/99-100}

Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.” {AL-İ İMRAN 3/24}

Onlar {yahudiler} nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların {müminlerin} himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet {damgası} vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.” {AL-İ İMRAN 3/112}

Yahudiler ve hıristiyanlar «Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O’nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah’a aittir. Sonunda dönüş de ancak O’nadır.” {MAİDE 5/18}

Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle «inandık» diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar{ın hali} seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen {bazı} kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. «Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!» derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa {fitneye} düşürmek isterse, sen Allah’a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.” {MAİDE 5/41}

İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da «Biz hıristiyanlarız» diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.” {MAİDE 5/82}

Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır {sıkdır} , dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar {sürecek} düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa {fitneyi uyandırmışlarsa} Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” {MAİDE 5/64}

Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar {birbirinin tarafını tutarlar}. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” {MAİDE 5/51}

Buzağıyı {tanrı} edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” {A’RAF 7/152}

Daha Fazla

İktibas Çizgisi

İktibas Çizgisi Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir