GenelYazarlardanYazılar

Allah’ın İpini Bırakıp Kullarının İpine Tutunanlar!

Yaratan kim ise yarattıkları hakkında hayat standartları belirlemekte ona aittir. Yaratan aynı zamanda yöneten de olmak zorundadır. Yaratan olarak kabul edilen ancak yönetme hakkı elinden alınan otorite Allah’ın razı olduğu veya olacağı bir anlayışı temsil edemez. Allah’ı göklerin ilahı olarak kabul edenler aynı zamanda onun yeryüzündeki hâkimiyet ve hükümranlığını da kabul etmek zorundadır.

Yaratan Allah yarattığı bütün mahlûkatı bir amaç, bir gaye için yaratmıştır. Yaratılan her şeyin bir hedefi ve bir gayesi vardır. Hiçbir şey boşu boşuna yaratılmamıştır. Yarattığı her şeyin genetik yapısına onun amaç ve gayesinde kodlamıştır. Yaratılmışlar içerisinde akıl ve tercih etme özelliği ile donatılan insan bu özelliği ile bütün canlılardan yani yaratılmışlardan ayrılmıştır. İnsanın dışındaki bütün yaratılmışlar; şeytanı dışarıda tutar isek isteyerek veya istemeyerek Allah’a kulluklarına ara vermeksizin devem etmektedirler. Allah koyduğu kanunlar ile yine zamanını kendisinin belirlediği son saate kadar aralıksız devam etmektedir ve edecektir.

Akıl ve irade verilen insan ise bu genellemenin dışındadır. Yüce Allah yarattığı insana yine kendileri gibi insan olan elçiler seçerek onun hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşunu sağlayacak yolu da ona göstermiştir. İnsanlar arasından seçtiği elçilere vahyederek kurtuluşun bu vahyedilenlere uymaktan geçtiğini onlara bildirmiştir. Bu vahyedilen şeyleri bazen çeşitli isimler ile de adlandırma yolunu tercih etmiştir.

Mesela Yüce Kuran için bazen Nur bazen Huda, Furkan, Şifa, Zikir isimleriyle nitelendirmiştir. İmam Zerkeşi bu isimleri elli beş olarak tasnif etmiştir. Yazımıza konu olan ip ismi de Kuran’a verilen isimlerden biridir. Sözlükte “ ip, bağ; vasıta; damar” gibi anlamlara gelen habl kelimesi mecazi olarak” ahit, zimmet, eman” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. ( Lisanü’l –Arab, “ habl” mad)

Habl Kuran’ı Kerim’de ikisi çoğul ( hibal) olmak üzere yedi yerde geçmektedir. Bunlardan üçü “ip”  ( Taha-66, Şuara-44, Tebbet-5, ) ikisi “ahit ve zimmet ” Al-i İmran-103, ayetin de geçen “hablullah” ise bütün müfessirlerce mecazi bir ifade kabul edilmiş ve şöyle yorumlanmıştır. Bundan maksat Allah’ın kitabıdır. Kuran, tıpkı derin bir çukura düşmüş insana tutunup kurtulması için yukarıdan sarkıtılan ip gibi semadan arza uzatılmış bir hidayet nurudur. Başka bir açıklamaya göre ise Kuran, İnsanın tehlikeli bir yolda yürürken düşmemek için tutunup güvenlik içinde ilerlemesini sağlayan bir emniyet bağıdır. Ona sarılan tehlikeden ve helak olmaktan kurtulur, selamete ulaşır.

Hablullah tabirinin Kur’an’ı ifade ettiğini belirten ve Kuran’a vurgu yapmış olmasından dolayı kabul edeceğimiz bir hadiste Allah’ın resulü şöyle buyurmuşlardır: “Allah’ın kitabı semadan arza uzatılan bir ip ona sarılan kişi hidayete erer, onu terk eden ise sapıklığa düşer. Zira Kuran’da akla durgunluk veren harikalar vardır.” ( Müsned, 2,3,14,17)

Hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşun yolu Allah’ın gönderdiği yüce Kur’an’a sımsıkı sarılmaktan ve ona tutunmaktan geçmektedir. Kur’an’ı ötekileştiren, pasifize eden, yok sayan, etkisiz ve işlevsiz hala getiren anlaşılıp hayata uygulanmasına engel olan bütün anlayışlar Allah”ın ipini terk etmek anlamına gelir ve şirktir. Allah’ın ipine sarılmak bir keyfiyet veya olursa da olmazsa da olur cinsinden bir anlayış değildir. İman edenler için bu bir zorunluluk ve farzdır. Zira rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı,  ona yakışır şekilde takvalı( duyarlı) olun Müslimler olmanın dışında sakın ha ölmeyin. Hep birlikte Allah’ın ipine Kuran’a sımsıkı sarılın; ayrılmayın! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız da kalplerinizi birleştirmişti ve onun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Ateşten bir çukurun tam kenarındayken oradan da sizi kurtarmıştı. Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini size işte böyle açıklıyor.” ( Al-i İmran- 103) Arıca yazıyı okuyan kardeşlerim ( En’am -159- Enfal- 46-  Rum- 30-32) ayetlerine de müracaat edip bu konuda daha fazla malumat sahibi olabilirler.

Allah’ın bütün elçileri gönderildikleri toplumlara kendisini elçi seçen yüce rabbin kendilerine vahyettiklerini tebliğ etmişler ve onları sadece Allah’a çağırmışlardır. Onlara kendilerini kurtaracak olanın sadece Allah’ın vahyettiklerine sarılmakla mümkün olacağını ısrarla bıkmadan usanmadan iletmişlerdir. Bu çağrıya kulak verip kabul edenler tarihin her döneminde mutlaka kurtulanlardan olmuşlardır. Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. Salih en son olarak da Hz Muhammed (a.s)in yaşadığı dönemde ilahi çağrıya kulak verip Allah’ın ipine tutunanlar kurtulanlardan olmuştur.

Fakat işler hep böyle olumlu seyretmemiştir. Zamanla insanoğlu kendisine kurtulması için ip atan rabbine karşı acımasız ve bir nankör kesilmiştir. Kendisini bir topraktan sonrada zigottan yaratan rabbine karşı başkaldırıp onun yeryüzündeki hâkimiyetini inkâra kadar işi götürmüştür. Bazen bir Firavun bazen bir Nemrut, bazen Ebu Cehil bazen de insan aklının ürünleri olan sosyalizm, kapitalizm, günümüzde ise demokrasi adı altında kurtuluş reçeteleri olarak değişik kisvelerde karşımıza çıkmaktadır.

Batı ve batılın temsilcileri son iki yüz yıldır çağımızın en büyük yalanı ve aldatmacası olan demokrasi yalanına sarılmışlardır. Gittikleri yerlere sözüm ona demokrasi götürecekler iken son yirmi beş yılda on ki buçuk milyon insanı katledip ortalığı kan gölüne çevirdiler, Örnek olması açısından komşumuz Irak’ta bir buçuk milyon insan katlederek ne kadar acımasız olduklarını ortaya koydular. Soykırımcı itrailin son iki yılda Gazze’de enkaz altındakiler hariç yetmiş bin masumu çoluk çocuk, kadın ve yaşlı demeden nasıl katlettiklerine şahit olmaktayız. O soykırımcı ve kâfirlere destek olanların tamamı demokrasiyi kurtuluş reçetesi olarak gören batı toplumudur.

Acı ve acı olduğu kadar garip olan ise: Halkı Müslüman coğrafyanın son iki yüz yılın en büyük aldatmacası olan demokrasi yalanına ölümüne aşık! Olmalarıdır. Bunun için ülkelerinde çevirmedikleri dolap girmedikleri ve oynamadıkları rol bırakmamaktadırlar. Gözlerinin önünde işgal edilen ve bir metre karesinde huzur kalmayan ülke halklarının durumundan bile ders almamaktadırlar. O kardeşlerine bu zulüm ve zalimliği yapan ülkelerin tamamı demokratik sistemlerle yönetilen batı ve batılın temsilcisi olan haydut ülkelerdir. Allah’ın ipini bırakıp kurtarıcı olarak demokrasinin ipine! sarılan bütün bir insanlığa sahip oldukları bu düşüncelerini bir kez daha Allah’ın ipi ile kıyaslayıp gözden geçirmelerini tavsiye ediyoruz. İşin demokratlar açısından tespitini böyle yaptıktan sonra; Sözde kendilerini Müslüman olarak adlandıran ancak demokratik kurallara ölümüne bağlılığını her fırsatta ifade eden ve dinlerini parça parça edip çeşitli grup, hizip, parti, cemaat, tarikat, tasavvuf ayrıca mezhep ve mezhepçilik bataklığına batan bir yığın insana ne demeli?

Bunların acınası ve zavallı hallerini Allah’ın ipi olan yüce Kuran bakın nasıl açıklıyor:”  Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlardan olmayın! Bunlardan her grup, kendi yanında bulunanla sevinmektedir.” ( Rum-32)  Bu ve bu manaya gelecek Kuran’da birçok ayete rastlamak mümkündür. Yüce İslam bir bütündür ve asla bölünme kabul etmez. Ana bünyeden kopan ve oluşan her yeni oluşum İslam’ı ve mensuplarını zayıflatmakta ve bölünmelerine neden olmaktadır. Kuran ayetlerinin sadece bir kaçından yola çıkarak oluşturdukları grup ve cemaatlerine meşru zemin hazırlamaları da onları kurtarmayacaktır.

Dünya genelinde halkı Müslüman coğrafyada oluşan grup ve hizipleşmeler İslam’ın düşmanları tarafından gerek maddi gerek ise manevi açıdan desteklenmektedir. Her cemaatin içerisinde ya bir MOSSAD ajanı yada CİA ajanları tarafından ele geçirilmişlerdir. Yeri ve zamanı gelince bu örgütleri o ülkelerin başlarına bela etmekteler. İşte size örnek: Bir zamanlar yerlere ve göklere sığdırılamayan Fetö ve on beş temmuz olayları. Doksanlı yıllarda bu adamın din anlatmadığını ve din ile alakasının olmadığını söyleyenler dışlandı hatta hainler olarak nitelendirildi ancak rabbim gerçekleri ortaya çıkardı.

Abartı sayılmaz ise bu gün dünyada var olan her tarikatın, tasavvuf erbabının, cemaatin,  mezhep ve mezhepçilerin görünürde kütüphanelerinde birer adet Yüce Kuran bulunmaktadır. Ancak bu durum sadece görüntüden ibarettir. Onlar sabah akşam hatta günün yirmi dört saatinde Kuran’ı değil kendi şeyhlerinin, hocalarının, ağabey ve üstatlarının yazdıkları kitapları okuyup onunla amel etmekteler. Efendim! Bu okuduklarımızda Kuran’dır demek suretiyle akıllara ziyan bir savunma yapmaktalar. Oysa Sait Nur sinin bütün eserlerinde toplam beş yüz ayetin olduğu tespit edilmiştir.

Allah’ın ipi olan Yüce Kuran’a sarılmak yerine kendileri gibi birer yaratılmış olan kulların ipine sarılıp yapışanlar bilsinler ki yapıştıkları ip sahtedir ve onları ne bu dünya da nede ahirette asla kurtarmayacaktır. “ Rabbimiz! Biz, liderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik ama onlar bizi yoldan saptırdılar.  Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve Onlara büyük bir şekilde lanet et” demiş olacaklardır. ( Ahzap – 67-68)

Okunan, anlatılan ve aktarılan Kuran ayetlerini bu ayet Yahudilerle, şu ayet Mekkeli müşrikler ile ilgilidir demek suretiyle kendi müşrik ve zalimliklerini gizlemeye çalışan zavallılara söylenecek tek bir sözümüz var ”Allah’tan korkun” Kuran isimlendirmelerden ziyade düşünce ve davranışlara bakarak sonuca gider. Firavunlar ölür ancak Firavunluk ölmez. Firavunun taşıdığı düşünceyi taşıyan her kes an itibariyle bu sözün de muhatabı olmuş olur.

Amacımız ve maksadımız kimseyi ötekileştirmek dışlamak değildir. Sadece Kuran ile öğüt vererek bir birimizi uyarmaktır. Başka bir niyetimiz yoktur. Lütfen niyet okuyuculuğu yaparak birbirimiz hakkında zanda bulunmayalım unutmayalım ki ! Zan büyük günahtır. Başka bir yazıda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir