GenelYazarlardanYazılar

Dünyanın Yaratılışındaki Gaye Nedir?

“Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun, olsun diye yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık böyle yapardık.” (Enbiya, 21/16-17 )

Kainatta her yaratılmışın bir hikmet gereği  yaratılmış olduğunu, bunların bir yaratanının da olduğunu, yarattıklarını da bir hikmete binaen yaratmış olduğunu bilmemiz, yaratanı gereği üzere tanımamız onun emir ve yasaklarına uymamızın gereğini her akıl ve düşünce sahibi insan kainata akıl gözü ile baktığında bunları görür ve iman eder. Cenabı Allah’ın her yarattığında bir hikmet ve fazilet vardır. Başta insanın yaratılışından başlayarak tüm dünyanın ve mahlukatın yaratılışı büyük bir mucizedir. Bu kainatın boşuna yaratılmadığını her akıl ve vicdan sahibi insan idrak edebilir. Yukarıdaki ayette bahsedilen  kainatın yaratılış sebebini anlayamayanlar ancak basireti kapalı, islamdan nasibi olmayan kişiler olabilir. Bunlar kainatın  ihtişamını bir düzen içinde hareket ettiğini göremeyen ve düşünemeyen inkarcı insanlardır. Başka bir ayette ise; ‘’Biz göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri boşuna, gâyesiz ve insanlar Allah’ın emrini bırakıp kendi arzularına göre davranabilsinler diye yaratmadık. Böyle bir düşünce, sadece inkârcıların zannından ibarettir. Girecekleri cehennem ateşinden dolayı vay hâline o kâfirlerin..’’ (Sad:27)

Cenabı Allah, bu ayette de muhteşem bir düzen, plan, program ve sisteme sahip olan bu evrenin oyun olarak yani amaçsız ve anlamsız yaratılmadığı gerçeğine dikkatimizi çekmektedir. İman sahibi muvahhit insan kâinatın yaratılışı ve tabiatta meydana gelen olayların, bunların sebepleri ve sonuçları üzerinde düşünen, tefekkür eden insan demektir. Ayette de akıl ve basiret sahibi olanlara seslenilerek, ayetler üzerinde derinliğine düşünmelerini ve ibret almaları istenmektedir. Kainata bakarak tefekkür ettiğimizde yüce Allah’ın ilim, kudret, irade, tekvin gibi sıfatlarının tecellisini yansıtan bu kâinatta, yer yüzüne  ve  göğe baktığımızda  içlerindeki varlıklarda bir kusur ve eksik bulmak, ya da bunların öylesine, gayesiz vücut bulduklarını söylemek ancak küfür ehlinin vasfıdır. Bu yaratılanlar Allah’ın kudret ve iradesinin göstergesidir. Yaratılış bir oyun olmadığı gibi, yaratılan da asla bir oyuncu değildir. Her şeyi hikmetle yapan Allah’ın şanına eğlence asla yakışmaz. Çünkü O, eğlence ve oyun edinmekten uzaktır. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi her şey O’na muhtaçtır. Netice olarak bu kâinat, alîm ve hikmet sahibi olan ve her şeye hükmeden Allah tarafından iş olsun diye, rastgele tesadüfen değil, belli bir amaca binaen yaratılmıştır. Kâinatta var olan en küçük şeyde dahi tesadüfe yer yoktur. Rüzgârın esmesinden tutunuz, yağmurun yağmasına, bulutların hareketine, bitkilere, güneş, ay ve dünyanın hareketlerine, geceyle gündüzün birbiri ardına gelmesine, sıcağın ve soğuğun ölçüsüne, suyun hareketine, topraktaki minerallere, böcek ve hayvanların çeşitliliğine varıncaya kadar her şey harikulade bir ölçü ve program dâhilinde yaratılmış ve düzenle işlemekte olduğunu görmekteyiz. Bütün bunlarda, insan aklının almakta zorlandığı mükemmel bir ahenk/uyum söz konusudur. Kısacası bu ve benzeri ayetler, dünyanın ve ondaki her şeyin yaratılışında hikmetli bir planın var olduğuna ve dolaylı olarak insanların bu hikmeti keşfetmeye çalışması gerektiğine dikkatlerimizi  çekmektedir. Kainatın mükemmel bir düzen ve intizam  içerisinde hareket etmekte olduğunu bizlere ayetlerle açıklanmaktadır.

“Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir. Ayın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.” (Yasin, 36/38–40)

Üzerinde yaşadığımız dünya, hikmet yurdudur. Elbette bu hikmetli yaratılış, tüm kâinata hâkimdir. Yüce Allah’ın kusursuz düzeni ve sonsuz ilmi tüm eşya üzerinde sergilenmiştir. Bu dünyada ihtiyacımız olan her şey hazırlanmış bir sofra gibi önümüze serilmiştir. Bu düzenlemede hiçbir şey eksik bırakılmamış, her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştür. Gece ile gündüzün gidip gelmesi, mevsimler, yağmur yağdıran bulutlar, toprağın çıkardığı çeşit çeşit bitkiler, etrafımızı saran sayısız hayvan cinsi ve uzay boşluğundaki sayısız gök cismi… Her şey bizim için ve düzenli bir şekilde yaratılmıştır. Nitekim yüce Allah, yarattığı bu ihtişamlı âleme şöyle dikkatlerimizi çekiyor:

“O, yedi göğü uyum ve ahenk içinde tabaka tabaka yaratandır. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) aciz ve bitkin halde sana dönecektir.” (Mülk, 67/3-4)

Ayetlerde de bildirildiği üzere evrendeki her şey mükemmel bir düzene ve uyuma sahiptir. Yüce Allah’ın yarattığı, ince hesaplar gerektiren bu mükemmel düzeni ve ince detayları, insaflı, imanlı  bilim adamları uzun uzun araştırmakta ve büyük hayranlık duymaktadırlar. Yaptıkları buluşlarında ve icatlarında, bu mükemmel kâinat onlara en büyük ilham kaynağı olmaktadır.  Dikkatle incelersek evrendeki bu intizam birden bire olmamakta, safhalar hâlinde yavaş yavaş gerçekleşmektedir. Bir çekirdeğin kabuğunu yararak açılması, yüce Allah’ın “Fettâh” isminin tecellisidir. Yeşeren çekirdeğin  yerin çekimine rağmen yukarıya doğru başlayan hikmetli ve intizamlı yükselişi . Daha sonra  fidan devresine erişmesi. Boy atma ve kalınlaşma devreleri ve sonunda çiçek açıp meyve vermesi… Her meyvenin de büyümesi, kemale ermesi ve o yumuşak meyveden sert çekirdeklerin süzülmesi, yine birden bire değil; safhalar hâlinde gerçekleşmekte. Her safhası ilim ve hikmetle   yürütülen bu akıl almaz faaliyetler, yeryüzünü değişik tablolarla doldurur ve bizi bu ilâhî sanatlara hayran bırakır.

“O, Allah’tır, yaratandır, yoktan var edendir, şekil verendir. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tespih eder (yüceltir). O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Haşr, 59/24)

Allah, kâinattaki mükemmelliği, kendisine inanmamız ve gereği gibi ibadet etmemiz için sürekli olarak bizlere tanıtmaktadır. Böyle bir düzenin tesadüfen olmadığını, ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcı tarafından var edildiğini, her türlü nimetin bizlerin istifadesine sunulduğunu belirtmiştir. Tüm bu nimetlere, ikramlara, lütuflara karşılık bizden, sadece kendisine inanmamızı, O’na şükretmemizi istemektedir. Bizi yoktan var eden, sayısız nimetler veren Allah’a karşı elbette daha büyük bir hamd ve şükür içinde bulunmamız gerekir. Aksi takdirde, yapılan tüm iyiliklere karşı nankörlük etmiş, nimetin kıymetini gereği gibi anlayamamışız oluruz. Allah, kendisine şükrettiğimiz takdirde, verdiği nimetlerini artıracağını, bollaştıracağını açıkça beyan etmektedir Eğer şükrederseniz; Muhakkak ki size olan nimetimi artırırım.” (İbrahim, 14/7). Kâinatımız sırlarla doludur. Kur’an’ı okumamız, sırlarını keşfetmemiz ve böylece Yaratıcıyı gereği gibi tanımamız, O’na ibadet etmemiz lazımdır. Çünkü, “O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkân, 25/2)

Akıl ve irade sahibi insanlar olarak  bize düşen görev ,yaratılış  gayemize  uygun davranmak, yaratıcımızı  tanımak  ve O’na  ibadet etmektir. Mü’minler olarak dünyada yapılan her işin hesabını Allah’ın  huzurunda vereceklerini düşünerek yaşayan, O’nun emirlerine asi olmaktan, yasaklarını çiğnemekten sakınanlar kanunlarına tam bir saygı şuuruyla bağlananlar, bu tutumlarıyla dünyada kendilerine tanınan imkanları hakkıyla değerlendirdikleri için ahiret yurdu dünyadan daha hayırlı olacaktır. İnsan sadece dünya hayatının niğmetlerini elde etmek için gayret etmemelidir. Dünya hayatının geçici lüks ve imkanları için çalışanlar ahirette mağdur olacaklardır. Dünyada iken yaptıkları  bütün amellerin hesabı sorulacağından, insan hayatta iken  ahirette faydasını görebileceği ameller yapmaya çalışmalıdır. Kişinin maksadı ahiret niğmetlerini elde etmesi gerekirken, işlediği ameli Allah’ın rızasının dışında dünya ve onun süsünü elde etmek olursa ,onun nasibi dünya hayatından başka olmaz. Bizler için  Dünya hayatı ise geçici bir faydalanmadır, ‘’Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?’’(En’am:6 ) buyurulmaktadır. Bizler için ahiret hayatına hazırlık yapmak, sâlih ameller işlemek, olacağına iman ettiğimiz ahiret günü için hazır olabilmektir. Ahiret hayatı için çalışmak ve hazırlık yapmak , dünyadaki niğmetlerden uzak kalmayı gerektirmez. İnsanın kendisine hakim olacağı  sürece o niğmetlerden yararlanmasında  bir mahsur yoktur. Mümin kişinin Asıl amacı, sadece dünyayı tercih eden kimseler bu halinden dolayı kınanmış ahiret hayatını tercih ederek çalışanlar  ise övgüye mazhar olmuşlardır. Dünya hayatımızı Allah rızası ve hoşnutluğu üzerine bina etmeliyiz. Yoksa kendi kurgularımız, zevklerimiz, basit heveslerimiz ile sürdüreceğimiz bir dünya hayatı, öbür dünya hayatımızda bizlere fayda vermez. Unutmayalım ki: Allah rızası  dışındaki her şey fanidir, anlamsızdır, yok olmaya mahkumdur. Ebedi hayat yurdunda huzur bulmak istiyorsak, Allah’ın rızasını elde etmek ve o yolda uğraşmak ile anlamlı ve kalıcı olur.

Aklını kullanabilen bir insan ; aklının yardımı ile kendisinde bulunan adalet, sorumluluk ve sonsuzluk duygusu ile kainattaki yaratılanların başı boş ve amaçsız yaratılmadığı fikrinden hareketle, ahiret hayatının varlığını kendiliğinden kabul eder. Öldükten sonra dirilmemiz ve yeni bir hayat yaşama isteğimiz ahirete inanmayı gerekli kılmaktadır. Yer yüzünde her şey biz insanlar için yaratılmıştır.(Bakara:29 ) Bizlere verilen bu değer karşısında  akıl ve irade sahibi insanlar olarak bize düşen görev, yaratılış gayemize uygun davranmak ve irade sahibi olarak bize düşen görev yaratılış gayemize uygun davranmak yaratanımızı hakkı ile tanımak ve O’na ibadet etmek her ihtiyacımızı sadece ondan istemektir.

Yaptıklarımızda Allah’a karşı sorumluluk ve O’nu hoşnut etme duygusu yoksa bunların Allah katında bir değeri ve anlamı yoktur. Ahiret yurdunda hesabını veremeyip azap çekmemize neden olur. İçlerinde Allah korkusu ve ahiret inancı olmayanlar Allah’ın azabına müstahak olurlar. Bununla birlikte dünya ve ahiret arasında bir tercih yapmamız halinde ahiretin tercih edilmesi gerekir.   Bizlerin dünya hayatının bir imtihan sahası olduğunun farkında olmalıyız. Bu dünya hayatımızı iyi değerlendirmeli ve hesabımızı ona göre yapmalıyız. Zira ahiretteki yerimiz dünyadaki çalışmamızın bir çeşit değerlendirilmesi olacaktır. Dünya hayatının zevk ve eğlencesine dalarak, ahiret hayatının gerçeklerini unutanlar kendi kendilerine yazık etmiş olacaklardır. . Allah (c.c) cümlemize, tefekkür dolu fikir ve yaşantı ile hayırlı, dünya ve ahiret hayatı nasip eylesin inşallah… Amin , selam ve dualarımla.    ‘’İlmin Sahibi Yüce Allah’a Hamdolsun’’.  

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı