ABD’nin TÜRKİYE’yi Sıkıştırma Süreci’nde “AFET SANDIĞI”
Son zamanlarda AB-ABD’den yeni Türkiye’yi sıkıştırma politikalarının tezahürleri giderek yoğunlaşmaktadır. Ve şüphesiz, küresel ve bölgesel değişim sürecinin kritik aşamasında yeni Türkiye’nin duruşu stratejik öneme sahiptir. Dolayısıyla söz konusu sıkıştırmaların birkaç önemli nedenlerinden söz etmek mümkündür. Bunlar en önemlisi, ABD/Küresel güç odaklarının “strateji değiştirmesi” ve bunun (2011-2015) döneminde netleşmesiyle birlikte yeni Türkiye’nin “güvenlik ve gelecek” kaygılarıyla kendi ayakları üzerinde durabileceği bir stratejiyi oluşturmak zorunda kalmasıdır. Malum, bu süreçten önce yeni Türkiye, bir ABD projesi’nin stratejik unsurlarından biriydi. Ve Türkiye 24 Ocak 1980’den başlayan bir süreçte malum projeye uygun bir değişim ve dönüşüm yaşamıştı…
Strateji değişimi sonrası ABD’nin gelecek hesaplarıyla yeni Türkiye’nin güvenlik ve gelecek kaygıları çatışır hale geldiğinden ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir döneme girilmiş oldu. Yeni Türkiye, değişim ve dönüşüm sürecinde gündeme taşınan “Ilımlı İslam” gibi sapkın bir ideolojik eksendeki sistem-içi çıkış arayışında, kendi stratejisini netleştirmek üzere, değişen şartların açtığı alanı kullanarak ABD ile Rusya arasında bir denge/dengeci politika izlemeye başladı. Ve süreç içerisinde yeni Türkiye, reel-politik gelişmeleri isabetli okuyarak ve -Tarihi ve stratejik derinliği’nin imkanlarını da iyi kullanarak- önemli stratejik adımlar attı. Dolayısıyla bu gelişmeler ABD ve AB’yi tedirgin etti. ABD’nin strateji değişikliğinin bir uzantısı olarak Suriye’nin kuzeyinde, hatta Irak-Suriye ekseninin kuzeyindeki malum terör odakları desteklendi. Dahası ABD’nin ürettiği/önünü açtığı bir başka örgüt ile PKK-PYD/SDG adı altında güya çatıştırılarak meşrulaştırılmaya gidildi. Böylelikle terör örgütleri, ABD’nin kara gücü haline getirilmeye çalışıldı. Aynı zamanda ABD’nin bu hamlesi bölgede bir “Kürt devleti” kurdurtma vaatleriyle de desteklendi. Daha da ötesi, ‘Batı projesi’ olarak kurgulanan bir devletin, uzun süre sahip çıkamadığı Ege ve Doğu Akdeniz’deki haklarını gündeme taşıyan yeni Türkiye’nin karşısında Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı kullanma yoluna gittiler.
Tüm bunların yanı sıra ABD Başkanı Biden’ın seçim öncesi yeni Türkiye’ye yönelik açıklamaları ve sonrasında ABD ve AB’nin arkaplanda olduğu küresel çaplı medyanın algı yönetimi ve manipülasyonları da devam etmektedir. Son dönemlerde ise İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olma süreciyle ilgili yeni Türkiye’nin haklı taleplerine karşı, arkaplanda ABD ve AB’nin bulunduğu provokasyonlar gündeme geldi. Ve bunların da peşi sıra malum büyükelçiliklerin kapatılması, ABD Büyükelçisinin, sıra dışı bir şekilde, Dolmabahçe açıklarında ABD savaş gemisi üzerinde vermeye çalıştığı manidar mesaj gündeme taşındı. Ve Süleyman Soylu’nun bunlara yönelik ortaya koyduğu sert tepkiye şahit olundu, alışılmışın ötesinde.
Bu çerçevede ABD Dışişleri Konseyi’nin yayın organı Foreign Affairs’da yayımlanan bir makalenin içeriğini de dikkatlerinize sunmamız gerekmektedir. Makale, anadili gibi Türkçe bilen, 15 Temmuz darbe sürecinde Ruşen Çakır aracılığıyla önemli mesajlar veren ABD’nin Türkiye görevlilerinden (CIA danışmanı) Henry Barkey imzasıyla yayınlandı. Söz konusu yazıda Barkey, yeni Türkiye’nin Batı’da rahatsızlık uyandıran siyasetleri ve duruşuna dikkat çekmektedir:
1) Türkiye, Rusya ile samimi ilişkilerini sürdürmektedir. 2) Finlandiya ve İsveç’i NATO’ya üyelik sürecinde engellemek üzere tehdit etmektedir. 3) ABD’nin Suriye’deki “Kürt” müttefiklerine karşı kara işgalini gündeme getirdi. 4) Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a yönelik tehditleri devam ettirmektedir. 5) AB ile soğuk ilişkilerini sürdürmektedir. 6) Türkiye ve Rusya’nın içiçe geçen çıkarları nedeniyle Türkiye, Rusya’ya yönelik Batı ambargosunun bir kısmını by-pas etmektedir…
Barkey’e göre, söz konusu politikalar, -her ne kadar Batı ve Batıcılar tarafından ciddi bir tepkiyle karşılansa bile- halk nezdinde bunların olumlu yansımaları söz konusudur. Ve bunlar anketlere yansımaktadır. Devamla Barkey, Erdoğan’ın içerideki havayı değiştirme yolunda daha da ileri giderek yeni Türkiye ile Batı arasında bir kriz çıkarmayı da deneyebileceğini iddia etmektedir… ‘ABD ve AB’nin yeni Türkiye’nin söz konusu politikalarına karşı koyacak bir strateji oluşturması gerekir,’ diyen Barkey, Türkiye’nin Batı’nın etkisinden/vesayetinden uzaklaşmasına izin verilmemesi gerektiğinin de altını çizmektedir.
‘Yeni Türkiye’nin önündeki bu seçim, şüphesiz sırada bir seçim değildir. Ve bu seçim ile yeni Türkiye/Erdoğan’ın tarihi süreçteki yerini belirleyecektir’ ifadelerini kullanan Barkey benzerlerinin tespitleri bizce önemlidir. Lakin iddiaların aksine yeni Türkiye’nin, kendi güvenliği ve geleceği için atması gereken adımlar birbiri peşi sıra devam edeceğinden şüphe duyulmamalı, ‘denge politikası’na ihtiyacının da gündemde kalacağı bilinmelidir. Bu bağlamda ‘Ulusalcı’ çizgisiyle Doğu Perinçek’in Çin ve Rusya merkezli siyasi okumalarının ne anlama geldiği hususu doğru yorumlanmalıdır. Yeni Türkiye’de (Ilımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı bir model olarak, yeni denge arayışı sürecini değerlendirmek ve süreç içerisinde kendi stratejisini netleştirebilmek için denge politikasına mecbur durumdadır. Ve yeni Türkiye, küresel güçler açısından stratejik önemini arttırarak yoluna devam etmektedir. Ki bu süreç, bir Batı projesi olan Türkiye’nin vesayetçi yapıdan uzaklaşma sürecini desteklemektedir.
AFET SANDIĞI:
Yukarıda da belirttiğimiz üzere “Yüzyılın Felaketi” olarak nitelenen depremden önce yeni Türkiye, seçim sürecinin ortaya çıkardığı malum şartları yaşamaktaydı. 110 bin kilometre karelik bir alanda yaşanan ve yaklaşık 13.5 milyon insanı etkileyen deprem ile birlikte yeni bir atmosfer gündeme geldi. Kimileri depremin seçime giderken bazı şartları değiştirdiğine, yeni fırsatlar ortaya çıkardığını düşünüyorlar. Ve artık ortada bir “Afet Sandığı” olduğuna inanıyorlar. Hükümetin seçim sürecinde gündeme taşıdığı vaatlerin artık hayata geçirilmeyeceğini iddia ediyorlar. Dolayısıyla seçimin ertelenmesi hususunun tartışmaya açılmasına bile tahammüllerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Başta CHP ve HDP (İYİ Parti’yi de bu ikiliye dahil etmemiz gerekir) olmak üzere muhalefet bloku/“Millet Cephesi”, yaşanan çok güçlü bir deprem sonrası bile “algı yönetimi ve manipülasyon” çizgisinde seçime doğru yol almaktadırlar. Girişte de ifade ettiğimiz üzere ABD öncülüğünde Batı, “misyonları”(büyükelçileri) vasıtasıyla yeni Türkiye’ye güvenlik önerileri yapıyorlar. Hatta dış bağlantıları bilinen malum bazı unsurlar, Türkiye’ye yönelik, -değişik yöntemlerle- müdahalelerden bile bahsedebilmektedirler…
Oysa makul bir toplumsal yapıda öncelik depremin büyük yaralarını sarmak üzere birlikte hareket etmek olmalıydı. Sonrasında da seçim sürecinde şartların normalleştirilememesi halinde seçimin ertelenmesi hususu tartışmaya açılabilirdi. Lakin hiç de öyle olmadı. Çok büyük bir deprem olgusuna rağmen “Afet Sandığı”na doğru hızla yol alınmaktadır. Ki bu durumun, değişen dünya ve bölge şartları nedeniyle değişen Türkiye’deki “sistem-içi” güç ve çıkar mücadelesinin adeta bir “savaş”a dönüşmesinin doğal bir sonucu olduğu söylenebilir. Eski Türkiye-yeni Türkiye unsurları arasındaki bu savaşın iki farklı dönemde yaşandığı gerçekliğini de bu vesileyle hatırlatmalıyız. Birinci dönemde, bir proje dahilinde, küresel güçlerden ciddi bir destek alan “yeni Türkiye” öne çıkarken ikinci dönemde, -ABD’nin strateji değiştirmesiyle- yeni Türkiye ile ABD, süreç içerisinde, karşı karşıya gelmişti. Aynı zamanda ABD ve Batı, Türkiye üzerindeki kontrolünü devam ettirebilmek için eski Türkiye unsurlarına güçlü destek vermekte yarar görmüşlerdir.
Ortadoğu’da Yaşanan Hareketlilik…
Öncelikle Bakü’deki İran’ın Azerbaycan Büyükelçiliği’nde yaşananlara mercek tutmak gerekmektedir. İran’ın bir süredir Erivan’a yakın duruşunu devam ettirmesi ve bu yakınlığın giderek kabul edilemez boyutlara ulaşması gerçekten manidar gözükmektedir. Bu tür gelişmelerden rahatsız olan yeni Türkiye, bölge stratejisi gereği İran ile ilişkilerini, -her şeye rağmen- bozmak istememektedir. Lakin son gelişmeler karşısında yeni Türkiye, ‘Azerbaycan ile her konuda birlikte hareket edeceğini’ duyurması bizce manidardır… Buna karşın Azerbaycan’daki, geçmişi olan, ‘İsrail ile yakın ilişkiler’ ve İsrail’deki ‘yeni hükümetin Filistinlilere yönelik zulümlerini arttırması’ karşısında Türkiye’nin, ortak çıkarlar üzerinden İsrail ile ilişkilerini yeniden yapılandırması politikasına karşı tepkiler de netleşmektedir…
11 yıl sonra Suriye’de güç dengeleri yeniden değişim sürecine girmektedir. ABD’nin arkaplanda olduğu malum proje dahilinde Suriye’de de gündeme gelen değişim ve dönüşüm süreci, küresel güç odaklarının strateji değişimiyle yeni bir döneme girmişti. Bu süreçte, ABD’nin yeni stratejisinin açtığı alanda başta Rusya olmak üzere bazı bölge ülkeleri de söz konusu coğrafyada önemli aktörler haline gelmişlerdi. ABD-Yeni Türkiye arasındaki stratejik çatışmanın açtığı alanda Türkiye bölgedeki stratejisini netleştirdi. Yeni konumu ve misyonuyla Türkiye, Rusya ve İran’ın açık desteğine sahip ve ABD’nin malum terör örgütleri marifetiyle yürüttüğü politikalar sonrasında, Suriye’deki farklı bir çıkış arayışı hızlanarak devam etmektedir. Rusya’nın Türkiye’ye yeni önerileriyle birlikte ABD ve müttefiklerinin kaygılarını arttıran bir arayışı…
11 ilde depremde hayatını kaybeden Müslüman kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar ve yakınlarına da sabırlar diliyoruz…