Yazılar

BARZANİ Hangi ATA(LARI)NIN İZİNDE(?!)

Kasım 2017 yorumu

Değişen dünya ve bölge dengeleri vasatında yeni denge arayışları en kritik aşamalarını yaşamakta.Özellikle diğer bölgelerdeki değişim süreçlerini de etkileme niteliği bulunan “Ortadoğu”daki strateji savaşlarının en kanlı döneminden geçilmekte.Bu bağlamda bölge ülkeleri, Irak-Suriye ekseninde etkili olan “Kaos stratejisi”nin olumsuz sonuçlarından olabildiğince az etkilenmek, güvenlik ve gelecekleriyle ilgili kaygılarını gidermek üzere hayati bir mücadele içine girmiş durumdalar.ABD/Batı’nın “stratejik müttefiki” Türkiye, Batılı müttefiklerinden destek alan operasyonlara karşı, ABD- Rusya ilişkilerindeki değişimin kendisine sağladığı imkanlarla güvenlik ve gelecek kaygılarını azaltacak pozisyonlar almakta.Ve bu süreçte, sözde müttefiki ABD/Batı’dan hızla uzaklaşmakta -konjonktürel olarak- Rusya ve Çin’e yakınlaşma görüntüsü vermektedir.Bazı malum çevrelerin “eksen kayması” iddialarının aksine Türkiye’nin bu arayışları, bir anlamda, kendi güvenliğini koruma mecburiyetinden kaynaklandığı bilinmektedir.Aynı zamanda dünyanın merkezinin “Doğu”ya kaymakta olmasının  da bu “manevra” alanını genişlettiğini söylemek yanlış olmayacaktır…

Tüm bu ciddi ve derin değişim ve dönüşüm sürecinin en kritik aşamasında IKBY/Barzani, vizyon sahibi bir liderin asla yapmayacağı bir adım atmış bulunmakta.Ve maalesef bölge insanının neredeyse tamamının aleyhine olacak zamansız referandum kararını, “duygusal ve reaksiyoner”/geçmişte yaşadıklarının “Psikolojik travması”nın etkisiyle vermiş ve sonuçlarını bekleme gafletine düşmüştür.Geçmişte ciddi hatalar yapmış “Ata(ları)’nın izinde” sözde bağımsızlığa ulaşabileceğini zannetmektedir…

Oysa mevcut şartlarda Barzani;

  • ABD’nin, bölgede, “Kontrollü demokratik değişim stratejisi”ni terk edip “müttefikleri” ile ters düşme pahasına “Kaos stratejisi” ile hedeflerine varmak istediği bir dönemde böyle bir adım atmış oldu…
  • Tüm iç ve dış sıkıştırmalara/zorlamalara karşın geriye doğru baktığında, bölgede etnik ve mezhebi fay hatlarını hareketlendirecek, bölgede kaosu derinleştirecek, ABD-İsrail’in istediği vasatı oluşturacak böyle bir kararı savunabilir, doğru bir karar verdim diyebilir mi? Bizce mümkün değil.
  • Referandum sonrasında Barzani, derinlikten yoksun ve vizyonsuz bir yaklaşımla, “referandum sonrası hemen devlet ilan etmeyeceğiz” açıklaması ve Irak merkezi hükümeti başta olmak üzere Türkiye’ye ve İran’a diyalog çağrısı yapmış olması nasıl okunmalı? Keza referandum kararı öncesi çok yakın ilişkiler içinde olduğu Türkiye’nin Barzani’ni referandum hamlesine çok sert bir şekilde karşı çıkmasına nasıl bir anlam yüklemek , nasıl anlamak gerekir?
  • Yoksa Barzani, Irak’ın ABD tarafından işgali sırasında ve sonrasında, ABD işgal güçleri ile birlikte cinayetler işleyen “Şii”ler, “Kürt”ler ve diğerlerinin, “sel önünden kütük kapma” yanlışını mevcut şartlarda da devam ettirebileceğini mi sanmaktadır?!

Biliyoruz ki geçmişte ve bugünlerde Barzani’ye destek veren ve/veya çıkarları gerektiğinde destek verebilecek küresel güç odakları ve onların işbirlikçileri için, “Kürtler”in, hele hele “Müslüman Kürtler”in hiçbir önemi ve değeri yok.Tıpkı “Müslüman Türkler”, “Müslüman Araplar”ın hiçbir önemleri olmadığı gibi…Söz konusu küfür ve şirk güçleri için adı geçen “etnik” unsurlar ve benzerleri ancak “kullanışlı” oldukları sürece bir anlam ifade ederler.”İnsan hakları”, “halkların kendi kaderlerini tayin”, Demokrasi vb. Batılı düşünce sistematiğinin süslü/aldatıcı/sapkın kavram ve söylemleri de ancak kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece -tanımladıkları anlamlarıyla- geçerlidir.Aksi takdirde “kendi yaptıkları putları, acıkınca yemekten geri durmazlar…”

Lakin, tüm bu okumalarda dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır.Ki Barzani ve benzerlerinin yanlış kararlarını eleştirirken, bölge gerçekleriyle uyumlu olmayan, ayrılıkları derinleştirecek, etnik ve mezhebi fay hatlarını hareketlendirecek bir dil kullanmaktan mutlaka kaçınılmalıdır.Yanlışı yapanın bir “Türk”, bir “Arap”, bir “Kürt” olmasının herhangi bir önemi olmadığı hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır… Söz konusu olanın “ideolojik”/ “dini” zeminine dikkat edilerek bir yaklaşım sergilenmeli.Aynı zamanda reel-politik gerçekliklerin bölge insanının güvenliği ve geleceği açısından anlamlandırılması doğru bir şekilde yapılmalıdır…

Pekiyi… Barzani’yi -tüm bu olumsuz şartlara rağmen- böyle bir adım atmaya zorlayan, sağlıklı düşünmesini engelleyen etkenler neler olabilir? Sorusuna doğru bir cevap aramak gerekmez mi? Aksi takdirde, böyle bir kaygı duymayacak kadar keskin bir dil kullanmanın kimlerin amaçlarına hizmet edeceği malumdur…

Hiç şüphesiz, Barzani’yi ‘referandum kararı’na zorlayan en önemli sebep, bir süredir bölgeye hakim olmaya başlayan “kontrollü kaos” stratejisidir.ABD ve müttefiklerinin DEAŞ/IŞİD’i üretmesi ve/veya önünü açarak lojistik destek vermesi sürecine girmesidir.ABD’nin yeni/alternatif bölge stratejisi, bir yandan müttefiklerinin büyük çoğunluğunun güvenlik ve gelecek kaygısını arttırmış ve kendi çizgisinde hareket etmeyenleri -çoğunlukla dolaylı- operasyonlarla “diz çöktürme” çabaları ve algı yönetimi tekniklerinin gündeme gelmesi sonucunu doğurmuştur.Böyle bir vasatın ortaya çıkardığı şartlar ise özellikle Irak-Suriye eksenindeki dengeleri değiştirmiştir.Dolayısıyla ABD’nin “stratejik müttefiki” Türkiye’de olduğu gibi IKBY’ne de hepimizin şahid olduğu operasyonlar gündeme gelmiştir.Bu süreçte, Barzani’nin liderliğinin tartışılması, IKBY içindeki ayrılıkların giderek artması söz konusudur.Barzani’nin ise bu krizi doğru yönetmek yerine, bölge gerçeklerini dikkate almayan, “duygusal ve reaksiyoner” bir yaklaşım ile “referandum kararı”nı bir çıkış olarak görmüş olması, öncelikle bu hatalı adımın atılması sonucunu doğurmuştur…

Osmanlı Sonrası Bölge’de “Yanlış” lar Serisi

Osmanlı’nın yıkılış döneminde yaşanılanlar gerçekten ibret vericidir.Ondan sonra da -kavmiyeti ne olursa olsun- “Müslüman topluluklarda öne çıkan Batılı kafalar/işbirlikçiler olmuştur.Ve bugünlere gelinceye kadar hatalar zinciri neredeyse bölgeyi teslim almıştır.Nitekim Barzani ve benzeri topluluk liderlerinin yanında “sözde devlet” yöneticilerinin hatalar zinciri devam edegelmiştir…

Öncelikle belirtmeliyiz ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bu yana bölgedeki “Kürtler” ve “Araplar”a bakış ve onlarla ilgili hesaplar hep yanlış temellere oturtulmuştur.

Geleneksel Müslüman olarak değerlendirilen bölge insanı, zaten Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan etnik ve mezhebi ayrıştırma politikalarının hedefi haline getirilmişti. “Müslümanların Sorunlu Tarihi”nin de bu tür fitnelere alan açan niteliğe sahip olması da fitnecilerin işlevini kolaylaştırmıştı.Farklı yorumlar yapılıyor olsa da “Radikal laiklik” ekseninde kurgulanmış ve “tepeden inmeci” yöntemlerle insanımızı Batılılaştırmaya çalışan 1. Cumhuriyet(Eski Türkiye), yoğun bir şekilde etnik politikalar izlemiş, suni mezhep ayrımını da kendi güvenliği için alttan alta kullanmıştır.Ve söz konusu “Laik-Demokratik”/Batıcı ulus-devlet, sadece etnik kökenleri farklı topluluklara asimilasyon politikaları uygulamakla yetinmedi.Aynı zamanda Batılı düşünce sistemine uymayan Müslümanlar da hedeflerindeydi.Bahse konu politikalar önce İngilizler’le sonra da Amerikalılar’la işbirliği içinde uygulanmaya çalışıldı…

Bu bağlamda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında “İslam”ı meriyetten kaldırmaya, Laik/Seküler” bir “ulus-devleti”i topluma kabul ettirmeye çalışan “Cumhuriyetçi” kadrolara karşı Şeyh Said, iyi planlanamamış bir kıyam yaptı.Ve bu kıyam, bir “İngiliz kışkırtması” olarak topluma lanse edilerek “Müslümanlar” üzerindeki etkisi izale edilmeye çalışıldı.Buna karşın Said Nursi’nin söz konusu kadrolarla ilişkisi, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde “iç güveysinden hallice”ydi…

Bu arada yaşananlar bir tarafa, daha sonraki yıllarda “Apocular”ı (zamanla PKK ismini alan) CIA ve MİT’in birlikte kurdukları iddiası yaygın bir şekilde gündemdeki yerini aldı.Nitekim örgüt, bir süre sonra ABD ve Batı çıkarları adına farklı misyonlar yüklenerek faaliyetlerine devam etti.PKK ile ilgili, Körfez Savaşları sırasında ABD ile (Ilımlı Laiklik temelinde yeniden yapılandırılmaya çalışılan) 2. Cumhuriyetçi kadrolar arasındaki ilişkiler -değişen dünya ve bölge dengeleri gereği- bazen yanyana bazen de kısmen karşı karşıya devam etti.Bu dönemde Özal’a yapılan “Kerkük ve Musul’a gir” teklifinin arkaplanı pek tartışılmasa da o zamanki Genelkurmay Başkanı’nın görevi bırakmasıyla sonuçlandı.1 Mart Tezkeresi’nin bölgedeki yansımaları ve iki ülkenin ilişkilerindeki seyir, maalesef doğru tanımlanamadı, doğru anlamlandırılamadı…

Her ne kadar 2. Cumhuriyetçi çizginin AKP/AK Parti ayağıyla birlikte, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde ABD-Türkiye ilişkileri yeni bir döneme girmiş ve “Kontrollü demokratik değişim stratejisi” çerçevesinde birbirine yakın görüntü vermişse de sürecin Suriye ayağıyla birlikte farklı bir dönem başlamıştır…Bu ciddi sonuçlar doğuran ve çok daha derin sorunlar oluşturacak ABD’nin strateji değişimi, çok net bir şekilde anlaşılmalıdır.Zira 2015 yılına kadar herkesin okuyabileceği kadar net bir görünüme sahip olmayan ABD’nin “kaos stratejisi” bölgedeki dengeli, ittifakları ciddi anlamda değiştirmiştir…DEAŞ’ın önünün açılması ve/veya lojistik destek veriliyor olmasına rağmen ABD/Batı’nın DEAŞ/ “Terör” ile mücadeleden(?!) söz etmeleri ve dünyayı bu noktaya odaklamaya zorlamaları manidar bir durumdur.Bahse konu zorlamalar, algı yönetimi teknikleri ve dolaylı güç kullanılarak gerçekleştirilmek istenilmiştir.Ve bu süreç, bir taraftan da diğer “terör örgütleri”nin “meşrulaştırılması” (özellikle de PKK/PYD çizgisinin) yöntemiyle tehlikeli bir çizgiye de taşınabilmiştir…

Böylelikle ABD ve yeni müttefiklerinin, kendi stratejileriyle uyumlu hareket etmeyen bölgesel aktörlere operasyonları da beraberinde getirmiştir.ABD’nin yeni stratejisini kendi güvenliği ve gelecek beklentileriyle uyumlu görmeyen Türkiye, buna karşı direnirken peşi peşine bir seri operasyonlara maruz kalmıştır; halen de operasyonlar devam etmektedir… Keza Türkiye ile çok yakın ilişkilere sahip IKBY/Barzani de, daha düşük düzeyde de olsa baskı ve tehdite maruz bırakılmıştır.İşte tam da böyle bir vasatta, ABD’nin, İsrail bağlantılı bir planı çerçevesinde, öncelikle kademe kademe PKK/PYD çizgisindeki Kürtler’i sonra da Barzani üzerinden “Muhafazakar” Kürtler’i manipüle ederek söz konusu plan doğrultusunda hazırlanmışlardır…Tüm bunlar olurken, yaşanan gelişmeler, IKBY’nin Bağdat’tan kopma süreci ve Türkiye’ye yakınlaşmasını, daha sonra da Barzani’ye yapılan operasyonlarla plan doğrultusunda bir hamleye hazırlanmasını sağlamıştır…

Malum olduğu üzere, Barzani ailesi/aşireti/IKBY içinde ABD-İsrail çizgisine yakın olanlar bulunduğu gibi İslami kaygıları olanlar çoğunluğu teşkil etmektedirler.Ve Barzani’nin referandum kararını açıklamasından önce IKBY içindeki farklı yaklaşımları öne çıkararak değerlendirmeler yapanlar, kendi zaviyelerinden haklı gibi görünebilirler.Lakin konuyla ilgili her kafadan bir ses çıktığı bir vasatta, doğru okuma yapabilmenin yolu, süreci doğru değerlendirmek ve “sistem analizi” yapabilmekten geçmektedir.Dolayısıyla, evet, Barzani’nin ailesinin geçmişi, son dönemlerde derin zikzaklar çizen pragmatik kişiliği, yaşadıklarının kendinde ve örgütünde oluşturduğu “Psikolojik travma” önemli olabilir; “referandum kararı” alınmasında bunlar etkilidir de.Ancak tüm bunların ötesinde değişen dünya ve bölge şatlarının her türlü karar vericilere yüklediği bir de sorumluluk vadır.O da ideolojilerini sapkın olsa da bölgenin güvenliği ve geleceği açısından kritik kararlarda daha dikkatli olmalarını gerektirir…

Nitekim, “Ilımlı Laik-Demokrat”/Batıcı niteliklerine rağmen söz konusu bölge gerçeklikleri Türkiye’ye “Çözüm Süreci”ni dayattı…Yine Türkiye ile IKBY arasındaki ilişkileri, kimsenin beklemediği ve zamanla bazılarını rahatsız eden bir çizgiye taşıdı…Hatta değişen şatlar, PKK/PYD lideri Öcalan’ı bile “ılımlı laiklik” temelinde Türkiye ile birlikte hareketin en gerçekçi çözüm olduğu noktasına getirdi.Ve tüm bunlar, 2013 Nevruz’undaki tarihi mitingde ilan edildi.

Ama ne zamanki ABD ile “stratejik müttefiki” Türkiye’nin ilişkileri yeni bir döneme evrildi, işte o zaman bölgedeki dengeler yeniden değişmeye başladı…PKK/PYD’nin “Çözüm Süreci”ni bitirmesi ve ABD’nin Lejyonerler Ordusu/Kara gücü olma yolunda ilerlemesi sonucunu doğurdu.Aynı zamanda söz konusu örgütün yapısı ve istihbarat örgütleriyle ilişki biçimleri de böyle bir gelişmeyi kaçınılmaz kıldı.Bunlara ilaveten Barzani’nin referandum kararı alması ve tüm uyarılara rağmen bunda ısrar etmesi, maalesef, bölge için yeni bir kaos, katliam ve göç anlamına gelmekte…

Zira bu adım, bölgede ABD-İsrail hedeflerinden başka hiçbir aktörün çıkarına hizmet etmeyecektir.Dolayısıyla bölgesel aktörler Türkiye ve İran’ın bu gelişmelerden en çok etkilenen ülkeler olması da kaçınılmazdır.Barzani’nin reform hamlesi ile en zor durumda kalan bölgesel aktör olan Türkiye, Suriye sınırında yaşadığı güvenlik ve gelecek kaygılarını bundan sonra daha derinden hissedecektir.Kaçınılmaz olarak, bir süredir, yakın ilişkiler içinde olmadığı İran ve Irak merkezi hükümeti ile birlikte hareket edecektir.Her ne kadar bu üçlü birbirlerini “güvenilir müttefikler” olarak görmeseler de yanlış duruşlarını devam ettirmelerinin, mevcut konjonktürde, ciddi komplikasyonlara neden olacağı açıktır.Yaşanan tehdit dolayısıyla benzer kaygılara sahip olması gereken Suriye’de ise devlet diye bir kurum söz konusu değildir.Rusya, ABD, İran, ve Türkiye’nin belirleyici ve/veya etkileyici aktörler olarak yer aldıkları bir coğrafya/Suriye söz konusu…

Ezcümle, Barzani’nin reform adımına, herkes kendi durduğu yerden bakmakta, bu da bir bakıma doğal bir durum.Lakin özellikle de “Mufazakar Kürtler”in liderleri, kanaat önderleri, kendi güvenlik ve geleceklerini riske atan bir yaklaşımı sergileme hakkına sahip olamazlar.Geçmişte yaşananların bölgeyi getirdiği nokta ortada.Değişen dünya ve bölge dengelerinde/tarihi bir kırılmanın yaşandığı bir dönemde daha dikkatli olmalarında, hem kendileri hem de bölge insanı açısından hayati bir önem söz konusudur.Artık “duygusal ve reaksiyoner” yaklaşımları terk etmeli ve “Kürt devleti” ifadesini duyduklarında daha basiretli davranmalarının zamanının geldiğini anlamalılar.Ve unutmamalılar ki dini kaygılar, mutlaka Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla herkesde öne çıkmalıdır.Onunla birlikte değişen dengeleri ve yeni denge arayışı sürecinde bölgesel gerçeklikler de doğru okunmalıdır.Bilimelidir ki ABD’nin İsrail bağlantılı yeni stratejisi, dünya ve bölge gerçeklikleriyle, bölgesel güçlerin “kırmızı çizgileri” ile uyumlu değildir.Bir önceki dünya dengesinde belirleyici olan ABD’nin sistem-içi güç çatışması ve güç zehirlenmesinin bir sonucu olarak bu gelişmeler bölgeyi etkisi altına almış durumdadır…

Son planda, ne zaman ki Türkü, Kürdü, Arabı vd. ile bizim insanımız, ana çizgiden sapmaya, başka düşünce sistemleriyle Müslümanların referanslarını  uzlaştırmaya çalıştılar, hızla seviye kaybettiler.Hatalı okumalar ve “duruş”lar giderek çoğaldı.Ve süreç içerisinde “Müslümanca” bir “duruş”, bölgemize ve tüm dünyaya insanca/fıtratımıza uygun bir nizam sağlayamadı… Çok geriye gitmeye gerek yok.1. ve 2. Dünya Savaşları sonrasında, Batı düşüncesi  çerçevesinde  “ulus-devlet”lere bölge ve Müslümanlar mahkum edildi.Bazı kavimler/topluluklar, -bir bayrak, bir istiklal marşı ile- sözde “devlet” formatında dizayn edildi.Ve “kolonizasyon” türü sömürü yerine “siyasi ve ekonomik” sömürü yöntemiyle kontrol edildi…Bazılarına da belirleyici aktörler çıkarları gereği özellikle bir devlet/sözde devlet kurdurtmadılar…Bütün bunları yapanlar, bölgeyi cetvelle çizilmiş haritalarla paylaşanlar, şimdi de değişen dünya ve bölge şartlarında/yeni denge arayışı sürecinde, kendi stratejilerinin bir gereği olarak, Kürtler’e, “geç kalmış” bir “ulus-devlet” vaat etmekteler…

Hiç şüphesiz, “Allah’ın hükümleriyle hükmedilmeyen her devlet Müslümanların devleti olamaz.Referandum merkezli tartışmalar da dahil olmak üzere, “Kürtler”in bir “ulus-devlet” kurmaları ya da kurmamaları düzleminde bir tartışma özellikle Müslüman kavimler açısından bir anlam taşımaması gerekir.Yapılmaya çalışılan, geçmişte olduğu gibi bu dönemde de Müslümanların yaşadığı coğrafyayı yeniden dizayn etmek, kimlik çatışmaları üzerinden ihtilafları çoğaltmak ve “Müslümanları” birlikte yaşayamaz hale getirmektir…

Küresel ve bölgesel gerçeklikleri yok saymak mümkün değildir.Lakin İslami kaygıları olan toplulukların, örgütlerin, geçmişte ve günümüzde yaşananları doğru tanımlamaları, doğru anlamlandırmaları ve doğru bir “duruş” sergilemeleri gerekmektedir.”Türkler” hangi ‘Ata(ları)’nın izinde gidiyorlarsa Kürtler de benzer yanlışın peşinde gitmek durumunda olmamalılar…

 

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir