Cuma’nız Mübarek Olsun!
Gün akşamlıdır. Perşembeden Cuma gününe evirildiğimizde sosyal medyada bir “Cuma’nız mübarek olsun” muhabbeti başlıyor. Kapitalist telefon operatörlerini zengin eden kandil, bayram ve Cuma mesajları çok popüler oldu. Hâlbuki işin aslı insanın mübarek/hayırlı olmasıdır. İnsanın ürettiği şeyler değerli ve hayırlı olsun ki günü de hayırlı olsun. Bu bağlamda günlerin hayırlısı, hayırsızı olmaz. Cuma gününün “Toplantı Günü” olması Perşembeyi hayırsız yapmaz. Hayırlı veya hayırsız olan insanın eylemleridir, ürettikleridir. Cuma gününü diğer günlerden farklı kılan “Toplantı Namazı”dır. Vurguyu ve dikkati bu noktaya çekmekte fayda olacağı kanaatindeyim.
Sizin de cep telefonlarınıza ayet veya hadislerin eşlik ettiği bazen görsel bir materyal bazen de metin olarak “Cuma’nız mübarek olsun” kutlamaları geliyordur. Müslümanlar bir müddettir hatırlanma, hatırlatma ya da hatırladığını belli etme amacıyla yoğun bir kısa mesaj etkinliği ile Cuma gününü yâd etmeye çalışıyorlar. Gün içinde karşılaşanlar, sabah işyerine varınca veya dükkânını açınca birbirine “hayırlı Cuma’lar” dilemeyi ihmal etmiyor. Cuma günü, Cuma namazından dolayı kutlanmaya, selamlamaya lâyık ve esenlemeye de güzel bir vesiledir. Ancak işin de suyunu çıkartmamak lazım.
Sözün burasında sevdiklerine, dostlarına ve yakınlarına Cuma kutlama mesajı gönderen bayanlara bir hatırlatma; sizin için en güzel kutlama bicimi ayağınızı mescitten kesenlere inat Cuma Namazına iştirakinizdir. Bundan daha güzel bir Cuma kutlaması olabilir mi?
Mobil telefon operatörleri için mesaj satma piyasası olan Kandiller ve Cuma günü, Müslümanlar için en yüksek bonosun kazanıldığı ibadet piyasası olmamalı. Ancak din pazarlamacıları para kazanmakta o kadar becerikliler ki; bir televizyon kanalında yok artık dedirtecek cinsten bir duyuruya denk geldim. Yeşil sarıklı, yeşil cübbeli, gür sakallı din pazarlamacısının gerdan kırdığı ekranın altındaki çağrı aynen şöyle: “Bu gece teheccütte Kâbe’de dua yapılacak. Dua isteyenler, sıkıntısı olanlar yazsınlar.” Kâbe yaz boşluk bırak mesajını —-’a gönder. (Not: mesaj ücreti 3 tl.) Hakikaten pes doğrusu… Sözün bittiği yer ama şu kadarını söyleyelim; İslam’ı ve Müslümanlığı belli gün, gece ve belli mekânlara hapsederek yaşamak ve sadece belli zaman dilimlerinde Allah’ı ve Peygamberi hatırlamak asla tasvip edilecek bir davranış değildir.
Anadolu Müslümanlığında Cuma günü haftalık arınma günüdür bu nedenle “Toplantı Namazı” kesinlikle kaçırılmamalıdır. Zira hafta boyunca işlenmiş günahlardan arınmanın en kestirme yoludur. Bu inancın referansı da şu rivayettir: “Bir kimse Cuma namazını kılar, hutbeyi de konuşmadan dinlerse diğer Cumaya kadar olan günahları bağışlanır.” (Buhârî, Cuma: 6, Müslim, Cuma: 27) Şayet Cuma namazlarını kılmıyorsanız/kılmamışsanız hayıflanmanıza ve ümitsizliğe düşmeye gerek yok. Senenin muayyen günlerinde kandiller var. Olmadı üç aylar arınma zamanı için bulunmaz fırsat. Diyelim ki; bu günlerin hiç birini gereği gibi değerlendiremediniz! Üzülmeyin gecelerin en mübarek/bin aydan hayırlı olanı Kadir Gecesi var. Bu gece asla kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Gecede kılınan yüz rekât namazla, çekilen tesbih ve vird ritüelleri ile anadan doğmuşa dönerek cennetin anahtarını cebe koymak garanti! Eh biraz yorulduk ama değdi doğrusu. Bütün bunları da ihmal ettiniz. Yaşta kemale erdi. Bir hayli de günah işlediniz ancak cepte salih amel de yok. Bir taraftan ölümde yaklaştı. Bir şey yapmak gerek. Borç harç hacca gittiğimizde bir ömür boyu ne kadar günah işlemiş olsak ta hepsinden temizlenip anadan doğmuşa döneriz! Dininiz kıymetini bilin. Çünkü Müslümanlık böyle bir din değil!
İslam öğretisinde tüm günler, geceler, dakikalar Allah’ın zamana tanıklık ettiği anlardır. Bu açıdan Allah’ın/İslam’ın gecelere, merasimlere, belirli günlere hapsedilmesi ticaret dindarlığının bir ürünüdür. Oysaki Müslüman gece gündüz durmaksızın düşünce ve eylem (ictihad/cihad) üretmenin ve yeryüzünde bir özne olmanın adıdır.
Cahiliyye devrinde diğer günlere göre Cuma gününe daha fazla önem atfedilip, o güne mahsus ibadet edilirdi. İslamiyette olduğu gibi o gün hutbe de verilirdi. Bu uygulamayı başlatan Hz. Peygamber’in dedesi Kab b. Lüey’dir. Cuma günleri verdiği hutbede yer ve göğün yaratılışına dikkat çekip bu konularda düşünmeyi telkin eden, ibret alma, akraba ile ilgilenme, yetimleri ve fakirleri gözetme gibi konuları işler bu ve benzeri konularda tavsiyelerde bulunurdu. Peygamberimizin devam ettirdiği bu uygulama Emeviler döneminde uğrayacağı dönüşüme kadar devam etti. Cuma hutbeleri Emevilerle beraber, iktidarların izlediği politikanın kitlelere servis edildiği/dikte edildiği ideolojik bir aygıta dönüştü. Bu anlayışa muhalif ve İslam tarihinde büyük iz bırakmış bir âlim olan Hammad bin Süleyman ve Ebu Hanife’nin kırbaç zoruyla Cuma’ya götürüldüğünü ve hutbenin zorla dinlettirildiğini hatırlarsak, bugünkü Hanefiliğin politik anlamda Ebu Hanife öğretisinden ne kadar uzak olduğunu görmüş oluruz. Zira o gün –bugün de- Cuma namazına gitmemek, siyasi otoritenin meşruiyetini kabul etmeme anlamına geliyordu.
Emeviler döneminde Cuma hutbeleri, Sultanlara politikalarını ve din anlayışlarını kitlelere dayatmanın ve yönetimin meşruiyetini onaylatmanın aracı oldu. Bu bağlamda Ebu Hanife ve bazı muhalif âlimlerin muhalefeti bir anlam kazanmış olur. Zira ikindiye kadar süren Cuma hutbelerinde minber, iktidarı pekiştirmenin, ehl-i beyte ve muhalefete sövmenin veya onları eleştirmenin bir kürsüsü olarak kullanıldı. Cami ve hutbeler propaganda aracına dönüşünce halk namaza gitmemeye başladı. Hadis uydurukçuları bu muhalefeti kırmak için hemen “peş peşe üç cuma kılmayanın cenazesi kılınmaz” rivayetini uydurdular.
“Cumhuriyet’le birlikte Cuma hutbeleri, Diyanet kanalıyla devletin veya siyasilerin kendi iktidarını pekiştirmenin bir aracı olarak kullanıldı. Bundan dolayı “Cumasızlar” adıyla maruf ve İslamî hassasiyeti olan bazı radikal muhalifler, Cuma namazını “politik simgeselliği”nden dolayı kılmadılar. Bazı guruplar da Cuma Namazlarını camilerde kılmayıp dışarıda kılarak, Cuma Namazlarını merkezi otoriteye karşı bir tür “Sivil-itaatsizlik” eyleminin aracı olarak kullanandılar. Sünnî Müslümanlar, Cuma namazının bu “politik” içeriğini külliyen unuttuğu veya anlamadığı/bilmediği için, cami dışında Cuma namazı kılmayı “Dinin politikaya alet edilmesi” olarak görüyor. Oysa Cuma günü ve Cuma hutbesi her zaman böyleydi. “Alet edilme” veya “doğru ikame etme” ise, iktidar veya muhalefette olmaya göre değişiyor.”
Muhafazakâr halkın büyük bir kısmı âlimlerin verdiği fetvayla camilerde kılınan Cuma namazının kabul olmayabileceği şüphesine binaen, ilaveten “zuhre-i ahir” adıyla öğle namazı kılıyor. Bu fetvayı veren âlimler, Cuma namazının ve hutbenin siyasi simgeselliğiyle rejimin değişimi arasında bir ilişki görmüş olmalılar ki böyle bir ara çözüm üretme ihtiyacı hissettiler. Bugün de ne anlama geldiği bilinmese de insanlar “zühre-i ahir” kılmaya devam etmektedir.
İlhami Güler’in ifadesine göre, Cuma namazının şehir ve büyük kasaba merkezlerinde, mümkünse tek camide kılınması ve kıldıracak kişinin de Halife, Emir, Vali vs. olması, bu toplanmanın politik içeriğini yansıtır. Yani Cuma günü namazla beraber bir hutbe irat edilmesi politikanın ibadetle yan yana getirilmesidir. Hz. Ömer, hutbe okurken cemaatten dul bir kadının itirazda bulunabilmesi, sembolik olarak minberin hem iktidara, hem de muhalefete eşit uzaklıkta açık ve eleştirel bir kürsü olduğu anlamına gelir. Ancak, tarihsel süreçte bu gelenek devam ettirilememiştir. Cuma Namazı ve hutbenin anlamı; imamın, devlet başkanının, valinin Müslümanların toplumsal ve ahlakî sorunları hakkında yapacağı tahlilleri ve tavsiyeleri dinlemek için toplanmalarıdır. “Namaz kılındıktan sonra da yeryüzüne dağılıp Allah’ın fazlından rızıklarını aramaları” (62/10) gerekir. Dolayısıyla Cuma günü, ne bir ibadet günü, ne de bir tatil günüdür
Egemenler her dönemde baskıcı bir dinin temsilcileri olmuşlardır. Bugün de hutbeler kanalıyla halka bu baskıcı tutum ve resmi politikanın, resmi din anlayışını benimsettirme çabası görülmekte. Hâlbuki İslam’ın ilk asırlarında Cuma’lar her türlü güncel meselelerin ele alındığı kadın erkek herkesin etkin/interaktif bir şekilde katıldığı politik bir miting havasında geçerdi. Emevilerle birlikte Cuma’lar halkın pasif dinleyiciler konumuna düşürülüp kadının mescitlerden kovulduğu, eleştirinin, itirazın dışlandığı ve imkânsız hale getirildiği bir forma bürünmüştür. Bu form halen devam etmektedir. İçinde kadının, itirazın, sorgulamanın olmadığı, farklılıkların otoriter bir metinle dışlandığı resmi bir tören havasında üstelik imamın cemaati azarladığı, kelimelerle dövdüğü bir hutbenin irad edildiği Cuma’lar eksik Cuma’lardır.
Bugün yapılacak olan ise, eda edilen Cuma namazının sahih olup-olmadığı bahsindeki fıkhî tartışmalar bir yana cami-cemaat konusunu acilen bir hale yola koyulmalıdır. Önce caminin, gözlerin ve kulakların cep telefonunda, akıllar ve kafaların başka yerde hutbenin bile dinlemediği bir mekân olmaktan çıkartılması, asli hüviyetine büründürülmesi sonra da Cuma Namazının imam efendinin komutuyla eğilip doğrulduğumuz bir egzersiz olmaktan kurtulması yani caminin camiye, cemaatin de cemaate dönüşmesi lazım. Ta ki, cumamız “Cuma”, cuma namazımız da “Cuma Namazı” ola.
Cuma namazın diğer namazlardan farkı; egemenliğin menşei ile ilintilendirilip siyasi bir anlam yüklenmesi; Özgürlüğün ve adaletin merkeze alındığı bir rejimin sembolü olarak algılanmasıdır. Hutbedeki Halife Ömer’e itiraz edip hesap soran, halife ile sahabeyi, kadın ile erkeği eşit kardeşler kılan Cuma’ların kılınması özlemiyle…
Hamiş: Emperyalist Amerika’nın Ankara’daki elçisi Eric S. Edelman’ın müstemleke valisi edası ile Mehmet Aydın’dan devlet bakanlığı döneminde, Cuma hutbelerinin sonunda okunan “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır…” (3/Al-i İmran: 19) ayetinin Hristiyanlık için bir tehdit olduğu gerekçesiyle okunmamasını bir mektup marifetiyle istediği ve bu isteğin de o günkü DİB yetkililerince makul görülüp hutbelerden söz konusu ayetin çıkartılarak hazırlandığı bu ülkede Cuma namazınızdan ne kadar eminsiniz?