Demokrasinin kısa bir tarifini nasıl yapabiliriz? Doğusu ve tarihteki uygulamaları nasıl olmuştur?
Demokrasi teorik olarak toplumun temsilcileri vasıtasıyla kendi kendisini yönetmesi olarak tanımlanır. Daha doğrusu toplumun kendi meseleleriyle ilgili karar verme süreçlerine katılması seklinde tarif edilir. Yani özet bir ifadeyle bir yönetim/ yönetilme tarzı olarak anlaşılmaktadır. Demokrasi düşünce ve pratik olarak Eski Yunan’a kadar uzanır;fakat zenginleşmesi ve bugün yasadığımız gibi dünya ölçeğinde yaygınlık kazanması daha çok yasadığımız gibi dünya ölçeğinde yaygınlık kazanması daha çok 1789 Fransız Devrimiyle beraber olmuştur diyebiliriz. Su da var ki, modern demokrasinin tarihi her ne kadar 1789 Fransız Devrimiyle başlatılsa da esas kaynağının 1640 İngiliz Devrimi olduğu söylenir. Yine de krala ve kilise otoritesine karsı çıkmak,parlamentonun üstünlüğüne vurgu yapmak bu iki devrimin de önemli tarafını teşkil eder.Bilhassa insan hakları ve anayasal güvence öne çıkartılarak kurumsal demokrasinin insa edilmesi İngiliz devrimine çok sey borçludur. İlk defa sosyal eşitlik, otoritenin halkın kontrolü altında olması gibi ilkeler bu dönemde söz konusu edilmiştir. Krallık ve kilise gibi otoriter yapılar karsısında bunların dile getirilmesinin Batı tarihinde önemli olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
Batıda uygulamalarından ziyade 3.Dünya ülkeleri ve İslam coğrafyasında tatbik edilmesinde yaşanan çelişkileri nasıl degerlendiriyorsunuz?(Örnek, diktatörlerin tek aday olarak çıkıp kendilerini seçtirmeleri, parti kapatmaları, ihtilaller vb.)
Batı tarihindeki uygulamaları da Eski Yunan’ı örnek alırsak hiçde iç açıcı değil. Günümüzdeki küreselleşmeyle beraber fazlasıyla kirletilmiş ve istismar edilmekte olan bir kavram olduğunu söyleyeceğim ama oldukça eskiye dayanan kendi kökleri de fazla temiz ve sicili düzgün sayılmaz. Eski Yunan demokrasisinde sıkça ve hayranlıkla bahsedildiği bilinir. Ne var ki demokrasiyle yönetilen bu toplumda kırk köleye karsı sadece bir özgür insanın düştüğünü görüyoruz. Basta kadın olmak üzere ev halkı ve üretim “araçlarından” sayılan kölelerin bu demokrasiden ne kadar nasiplendiklerini söylemeye gerek yok. Buna karşılık demokrasinin esas gelişip zenginleştiği dönem yeniçağdır. Bilhassa Fransız Devrimiyle beraber burjuva sınıfı hem krala hem de kilise otoritesine ve yönetim tarzına karsı halkın idaresi sayılan demokrasi,uğrunda mücadele edilen bir ideal olmuştur. Eşitlik vaat etmiştir,ama hayatın pratiginde hep eşitsizliği hasıl etmiştir.
Demokrasi, Batıda görülen tarihsel uygulaması içinde özgürlük getirdiği fikrine dayanır. Ne var ki isçi sınıfının bundan çok faydalandığını söyleyemiyoruz. Ama yine de krallık ya da otoriter/totaliter yönetim birimleri karsısında insanlar için her zaman kurtarıcı bir imkân olmuştur. Bilhassa 20. yüzyıl içinde Batıda yaşanan Nazizm ve Komünizm gibi totaliter toplum ve devlet yapılarına/yönetimlerine karsı özgürlükçü bir yönetim tarzı olarak görüldüğünden demokrasinin bilhassa soğuk savasın bitimi ve küreselleşmeyle beraber Batının elinde ideolojik bir silaha dönüştüğünü görmekteyiz.
Şunu belirtmemiz gerekir ki demokrasi Batı dısı toplumların ithal etmeye çalıştığı fakat hep karaborsada tutulan bir düş olma özelliği taşıdı. Fakat sunu da hemen ilave etmem gerekir ki demokrasi nötr ya da masum bir araç değildir ve istenildiğinde hemen herhangi bir topluma uygulanması da kolay olmaz. Su kadarını söyleyerek geçeyim; demokrasi kendinden bir zihniyet biçimine içkin dolayısıyla belirli bir dünya görüsünün taşıyıcısı olduğundan ithali ve uygulanması kolay değildir. Fakat isin bu boyutu bugün Müslümanların da yaptığı gibi hep ihmal edilmiştir.
Buna rağmen üçüncü dünya ülkeleri söz konusu olduğunda,Batı en kötü uygulamasıyla bile olsa bu toplumların demokrasi aracılığı ile kendi irade tercihlerini kullanmalarına asla müsaade etmemiştir. Bu yüzden de neredeyse yüzyıllık bir tarihin büyük bir kısmını kendi yandaşı sayılacak totaliter idareler, krallar, askeri rejimleri destekleyerek Batı bu toplumların özgürlüğüne karsı duyarsız kaldı. Nitekim iyi kötü birazcık eskiye dayalı bir demokrasi deneyimi olan Türkiye’nin dört defa askeri müdahalelerden geçmiş olması,Batının özgürlükle ilgili niyetini anlamamıza yardımcı olacaktır.Çıkar söz konusu olduğunda insanların nasıl yönetildikleri Batıyı fazla ilgilendirmiyor; en az dört yüzyıldan beri dünyayı sö-mürerek yasadığından bu ilişkinin bozulmasına müsaadeetmez Batı.Sözgelimi Ortadoğu’ya simdi çıkarı öyle istediği için demokrasi getirmeye çalışan, hayır yanlış bir ifade oldu, demokrasi dayatan Batı; Venezüella’da demokratik bir rejimi ve onun liderligini çıkarına ters düştüğü için alaşağı etmeye çalışıyor.Uzağa gitmeye gerek yok, yakına, Ortadoğu’ya gelelim. Yaklaşık son 5-6 yıl içinde Ortadoğu’da kendi destekleriyle zamanında basa getirdikleri kralların yerine tek tek oğullarının geçirildiğine şahit olduk. Fas, Tunus, Ürdün hatta kral olmasa bile Suriye’de (yakında Mısır olma ihtimali de var) babalarının yerine oğulları geçirildi. Bu değişimlerin Batıdan bağımsız, onların onayı alınmadan gerçekleştiğini düşünmek saflık olar. Ha, demek ki bugün Batının İslam dünyası için öngördüğü demokratik modellemeonun çıkarına uygun düşmesindendir; yoksa Müslümanları çok sevdiklerinden değil.
İslam dünyasında demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak kabul edip meşru görerek savunan aydınların bu yaklaşımları hakkında ne söyleyebiliriz? Yönetim biçiminden ziyaret, hükmedilecek kaynağın ne olabileceğinin öz ardı edildiği söylenebilir mi?
Son zamanlarda moda haline gelen demokratlık; bilhassa Müslümanların müdafaasını yapmaya çalıştıkları demokratlığı, aşağılık kompleksi ile malul, üçüncü dünyacı demokratlık saymamız gerekiyor. Müslümanların üzerinde ve zihninde iğreti durduğu her halinden belli olan bu demokratlığın kendine ait tarihsel/felsefi zeminini, anlam dünyasını, meşruiyetini nereden aldığını ve hayatın pratiğinde neye tekabül ettiğini tahlil etmelerinde fayda olduğuna inanmaktayım. Zira bizim aydınlar birçok şeyde olduğu gibi, demokrasiyi salt bir yönetim tarzına indirgeyerek onu kendi tarihsel tecrübesinden ve anlam dünyasından koparmaktadırlar.
Batıdaki isçi sınıfı için ne kadar özgürlük ve eşitlik getirdiği malum.Demokrasi çok zaman seçim ve temsile indirgenerek nötr bir olgu, değerden bağımsız teknik bir mesele seklinde anlaşılmaktadır.Kanımca böyle indirgemeci bir tanım, demokrasiye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü demokrasiyi araçsallastırmak, sonra da onu kendine göre tanımlamak bizim gibi ülkelerin,ücüncü dünya aydınlarının köylü kurnazlığının bir ifadesi saymak gerekiyor. Demokrasi her şeyden önce belirli bir tarz içinde düşünme,algılama ve sorun çözme yoludur; üstelik varsayıldığından oldukça fazla ideolojik bir içeriğe sahiptir. Demokratik tecrübe ve demokrasi mefhumu bu yüzden Batılı tecrübe ve tarihsel/felsefi/ kültürel değerlerden bağımsız olamamakta, Batılı dünya görüsünün tasıyıcısı olma özelliği taşımaktadır.
Bu sebeplerden dolayı demokrasi hiçbir zaman taşıdığı Batılı dünya görüsünden bağımsız ele alınamaz. Demokratik bir zihniyetin ve demokratik süreçlerde toplumun kendi sorunlarıyla ilgili kararlar alınırken ve çözüm yolları önerilirken neyin referans alındığı, çok zaman göz ardı edilse de bu noktaya dikkat edilmesi gerekir. Zira toplum, kendi sorunlarını çözerken alınacak kararların her şeyden evvel “Establishment”in, yani kurulu düzenin belirlediği çerçevenin haricine çıkma gücüne sahip değildir.Hakim düzenin belirlenmiş güzergâhına, isleyiş tarzına, üretmekte olduğu hâkim değerlere ters düşecek kararlarla ilgili katılımdan söz edilemez. Böyle haller marjinal oldukları sürece ancak tolere edilebilirler. Burada söz konusu kararların öncelikle seküler/rasyonel değerler tarafından tanımlanmış kurulu düzene ters düşmesi mümkün değildir. Sadece demokratik bir düzen ya da demokratik çözüm sekli değil, aynı zamanda demokratik tasavvurseklinde aklın dışında herhangi bir referans kaynağı veya insanın dışında bir otorite kabul etmez. Bu da İslâmla özünde uyumu mümkün olmayan bir düşünme, sorun çözme ve yönetme meselesi demektir. Sorun çözücü olarak referansta bulunulan İslâm’ın ilkeleri,bir kere toplumun onayını alarak meşruiyet kazanan ilkeler değildir. Bu hususta karsımıza çıkacak ve çıkması gereken farklı yorumlar, uygulanabilirliklerini toplumsal onaya borçlu olsalar da son tahlilde referans kaynağı onay ve tartışma dışıdır. Dolayısıyla referans kaynağının bizzat kendisinin meşruiyeti topluma dayandırılamaz. Halbuki demokratik tahayyül bu meşruiyeti toplumda arar. Toplum, toplumun yönetimiyle ilgili olan her karar ve uygulamanın tek ve meşru kaynağı olma özelliği taşır.
Demokraside, İslam ile bir araya gelemeyecek olan en temel unsurlar nelerdir?
Demokrasi ile İslam’ın, eğer bu ifademiz yanlış anlaşılmazsa felsefi/vahy temelleri bağlamında birbirleriyle uyuşmaları mümkün değil. Demokrasinin ontolojik kabulleriyle İslam’ın ontolojikkabulleri farklıdır. Demokrasinin bir ideoloji, bir hayat tarzı içeren aynı zamanda da ön gördüğü ideolojiyi ve hayat tarzını benimseyenler için bir yönetme yönetilme tarzı olduğunu unutmamamız gerekiyor. Demokrat olmak ya da demokratik bir tahayyül “akılcılığı” esas alır. Müslümanlar demokrat olurken hangi “aklı ”kendilerine esas almayı düşünüyorlar: Bu “aklın” kendilerine ait olmadığını bilmeleri gerekiyor.
Türkiye’den itibaren Doğuya baktığımızda toplumsal muhalefetin önünü kesmek için demokrasi oyununun kullanıldığını görmekteyiz.Başrollerinde birilerinin yer aldıgı,halkın ise figüran olarak sandık basında “bir şey yaptım” anlayışıyla kendisini tatmin ederek avuttuğu yaklaşımının sosyolojik değerlendirmesini yapar mısınız?
Nasıl bir dünyada yasadığımız önemli olduğu kadar; bu dünyada bizim değerlerimize ve gelecek ideallerimize uygun olmayan süreçler hâkimse, bunlara ne adına ve nasıl karsı çıkacağımız önemlidir. Böyle bir dünyayı tanıma hususunda tahlilde bulunmadan,baskılardan kurtulup özgür olmak umuduyla demokrasi gibi sihirli anlam yüklenen bir kavram pesinde koşmak hayal kırıklığı ile neticelenmesi muhtemel bir arayış olabilir. Çok zaman hiç mümkün değilken içerik anlamını kendimizce yeniden inşa ederek kullanmak üzere kutsamaya çalıştığımız günümüz postmodernizmin liberal demokrasi anlayışı hem kendi tarihsel pratiği hem de günümüzde kazandığı yeni içeriği ile tahlil edilmeyi bekliyor. Günümüzün dünyasını “demokrasi” ve “totaliterlik” gibi iki kategoriye ayırmaya çalışanların daha önce de özgür dünya ve demir perde seklinde bir ayrımda bulunmuşlardı. Maksadı sadece insanlar için özgürlük ortamı inşa etmek değil. Bugün de Müslümanlar, bakıyoruz ki bu iki kategoriden birini tercihle karsı karsıya bırakılmaya çalışılıyor. İki kutuplu olmaya itilen böyle bir ortamda, sorun bunlar arasında bir tercih yapmak değil, üçüncü bir imkân üzerinde Müslümanca kafa yormaktır. Yoksa hiç kimse ne zalimlikten ne de totaliterlikten yana olamaz.
Dolayısıyla 28 Şubatla gelen baskıyı bahane ederek özgürlüğün insanoğlu için tek imkânıymış gibi, liberal demokrasiye yapılan aşırı vurgu, neredeyse her derde deva gibi, her sorunun tek çözüm yolu seklinde görülmesini, Müslümanlar adına yadırgıyorum.
Bu yolun dışında aradığımız nispette Allah’ın rahmetini bulma imkânımızın olduğunu unutmamalıyız. Hiç şüphe yok ki Müslümanlar totaliter ve baskıcı yönetimlerden yana olamazlar. İslam, Müslümanla-ra zalimlerin safında yer almayı bir kenara bırakalım, bunu düşünmelerini bile kabul etmez; özgürlük ve özgürleşme adalet adına ancak mazlumların yanında ve onlarla birlikte elde edilecek bir kazanımdır. Dolayısıyla bütün özgürleşme imkân ve umutlarını neoliberalizmin bütün İslâm dünyasına dayatmakta olduğu demokratik imkânlarda aramak, yanıltıcı bir düşünce olmaya mahkûmdur. Zira demokrasi bir yönetme/yönetilme meselesine indirgenemez; onun bizzat kendi tarihi böyle olmadığı hususunda öğretici derslerle doludur.
Sorun burada özgürlüğe karsı çıkmak ya da yanlış anlaşılmaktan doğacak totaliter yönetimleri onaylamak değil; sorun Müslümanlara dayatılan demokratik ve/veya demokrasi ideolojisini uygulamak isteyen küresel gücün pek de gizlemeye ihtiyaç duymadığı niyeti ve demokrasi dediğimiz şeye yüklenen işlevdir. Bugün demokrasinin imkânlarıyla Müslüman toplumsal “şeffaf” hale getirilmek isteniyor. Demokrasi adına kurulacak bütün kurum ve araçlarla -ki sivil toplum kuruluşlarının çoğaltılması buna matuftur- Müslüman toplumların çözülmeye uğratılarak kontrol altına alınması istenmektedir. İslam’ın değerleri,ilkeleri, idealleriyle beraber Müslümanların hayat tarzının çözülmesi halinde; İslam dünyasının küreselleşme karsısında bir muhalif olarak kalmaya devam edeceğine inanılmaktadır. Müslümanların böyle bir durumun getirdiği sorumluluğun üzerinde yeteri kadar düşündüklerinden emin değilim.
Demokrasi ABD, İngiltere, Israil gibi emperyalist zihniyetin, 3. Dünya ülkelerini hegemonyası altına alabilmek için kullandıkları modern bir isgal yöntemi midir?
Makro, otoriter ve totaliter rejimler karsısında insanlar için özgür yönetilme/yönetme imkânı olarak görünse de günümüzün medya tarafından manipüle edilen, toplumları çözmenin siyasal “aygıtı” olma hüviyeti kazanmıştır. Çözmeyi, sadece ulus devlet düzeyinde kastetmiyorum, aynı zamanda çok daha fazla önemli saymamız gereken, toplumun değerler sisteminin de çözülmeye uğratılması demek, bir toplumun hayat tarzının, yasama alışkanlıklarının tüketim tarzının bütünüyle işlevsiz kılınması, toplumun bütünüyle korunmasın kılınması demektir. Günümüzün “öznesi olmayan” yeni emperyalizmi için bu önemlidir. Bugün hegemonya bir hayat tarzı olarak kendini insanlara dayatmaktadır da daha tehlikeli, çok daha güçlü bir hegemonya demektir ki; böyle bir durumdan kurtuluş, hayatı yeniden tanımlayabilirsek ancak mümkün olabilir.