
Din Dili
Eğer, insanlara anlatacağınız bir meseleniz varsa, onu mümkün olan en doğru şekilde
anlatmanın bir yolunu bulmalısınız.Derdinizi ne kadar doğru ifade ederseniz, çaresine
o kadar yaklaşma ihtimaliniz olur, en azından size düşeni yapmış olursunuz. Bunun
için en önemli ve etkili araç dildir. O halde dil oluşturmak ya da var olanı etkin bir şekilde kullanmaya
çalışmak ile işe başlayabiliriz.
Sanatın, ekonominin, siyasetin nasıl ki kendine has bir dili varsa dinin de bir dili olmalı değil
mi? Elbette dinin de bir dili olmalı ki zaten var. Nereden biliyoruz, tabiî ki kitap’tan, kitap’ta geçen
elçilerin kullandıkları dil örneklerinden. Rabbimiz bize elçileri üzerinden bolca örnek vermiyor
mu? Veriyor vermesine de burada yine kitabı yüzünden okuyup ta hikmetini kaçırdığımız konulardan
bir örnek ile daha karşı karşıyayız maalesef. Dini konuşurken aslolan, bize kitapta öğretildiği
gibi ve kesinlikle hayattan koparılmamış gerçekçi bir dil kullanmak olmalı. Burada dikkat
edilmesi gereken en önemli konu dili kullananın karakterinin, dilin önüne geçmemesi şartıdır.
Din dili ön planda, kişisel özelliklerimiz geri planda olursa daha doğru bir tarz yakalamış oluruz.
Dinin kendine has o etkin dilini baskılayan, dillendiricinin karakterinin baskın olduğu bir tarz,
doğru bir tarz değildir. Eğer bu tarz yani, dillendiricinin karakterinin baskın, dilin özelliğinin
pasif olduğu tarz kullanılacak olsaydı, ortada din dili diye bahsedilecek bir konu kalmazdı. Öyle
ya ne kadar çok karakter o kadar bol çeşit bir dil. Kime ve neye göre hangisi daha doğru?
Derdimiz hiçbir konuda olmadığı gibi (zaten fıtri de olmayan) dilde, tek tipçilik değildir. Teknolojik
ortamlarda oluşturulup kayda alınan bir metni seslendiriyormuşçasına, bir dil oluşturma
muradımız da yoktur. Ama Allah aşkına, kişisel karakterin her konuda böyle umarsızca baskın
ve sınır tanımaz olması durumlarından sizlere de gına gelmedi mi? Kimse kimsenin karakterini
yok saymasın ama kimsede, kendi karakterini mutlak doğru ya da düzeltilemez görüp karakterini
hiçbir konuda (özelliklede din konusunda) kimseye dayatmasın. Sahi, karakterin mutlaklaştırıl-
masına dinin bir sözü yok mudur? Kişinin benim karakterim böyle ne yapayım kendimi mi inkâr
edeyim deme lüksü var mıdır? Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır diyerek işin içinden sıyrılabileceğimizi
mi sanıyoruz yoksa.
Konuya bir başka açıdan bakacak olursak; sanat için sanat mı, toplum için sanat mı tartışmasını
bir tarafa, ben her şart ve ortamda diyeceğimi der geçerim gerisi benim sorunum değil rahatlığını diğer
tarafa koyalım.
Geçmiş bir gün izlediğim bir filmde ki sahne geldi aklıma. Dünya çapında ünlü bir ressamın
sergisinde, rastgele bir eserine bakanlardan her bakanın kendince bir şey anladığına daha ilginci
resmin sahibinin de çok daha başka bir şey anlatmaya çalıştığının konu edinildiği bir sahneydi
söz konusu sahne. Bu resimdeki gibi sürrealist bir tarzın din dili olamayacağı konusunda hemfikiriz
sanırım.
Din anlatmış olmak, dinden konuşmuş olmak mıdır söyleyeceğini öylesine özensizce söyleyip
geçmek. Kendi hesabınca bulduğu her fırsatta dini dillendirmiş olmak mıdır, din anlatmak? Öyle
olsa idi eğer hiç yakışır mı Allah’a boş söz söylemek. Firavun gibi azmışa, rablik iddiasındaki
birine bile (dikkatinizi çekerim bir peygamberi) Musa as’ı gönderirken yumuşak bir dil kullanması
için ikaz ediyor. O halde sert ve özensiz bir dilde din dili olamazmış.
İnsanlara din anlatmaya soyunan kişi asla kendini öne çıkartmak için çabalamaz. Aksine dinin,
yaşadığımız hayata müdahale etkisini ve insanlığın kurtuluşu adına ortaya koyduğu değerleri
aktarma adına bir rol üstlenir ve bu doğrultuda bir dil kullanır. Toplumun değerlerinden uzak,
sadece kendi özelinden bahseden, diğer insanları ilgilendirmeyen, sadece kafa tutmak, karşı
koymak, üstünlük taslamak, “farklıyım” görüntüsü yaratmak velhasıl egoyu şişirmek için ortaya
konan eser eser değil, dil de dil değildir. İnsanların kalbine hitap etmeyen, onları aşağılayan, hor
gören ya da onlarda tepki uyandıran din anlatısı türünün toplumsal karşılık bulması da mümkün
değildir. Toplumun faydasına olmayan, sırf sanatçının/tebliğcinin/din anlatıcısının varlığı ve
egosuyla ne sanat ne de sanatçı, ne din nede din anlatıcısından bahsedilemez. Sanatçıya “üstün
ruh” vasfını kazandıran da sadece kendisini düşünmesi değil, kendisinin dışındaki insanları da
düşünebilmesi, ışığından bir parçayı diğer insanlarla paylaşabilmesidir. Günümüzdeki, “sadece
kendini düşün, günü yaşa, başkalarını düşünme, gerekiyorsa diğerlerini ez” temalı sözde sanat
anlayışı da kokuşmuş hayat algısının süslenip dayatmasından başka bir şey değildir. Sanatta,
din de toplum için toplum menfaatine olmalıdır.
Karakterimizi din edinmeyeceğiz. Karakterimizin etkisinde oluşan üslubumuzu dinin resmi dili
gibi dayatmayacağız. Derdimiz üzüm yemek ise bu maksatla hareket edeceğiz, ne kimsenin
anlayamayacağı bir dil, nede özensizce geçiştirilmiş alelade bir dil kullanmayacağız. Sanat toplum
içindir misali din dilimiz ortalama idrak seviyesine ayarlı, yani toplumun diliyle olacak. Yoksa
(kendimizce) biz ne kadar iyi anlatırsak anlatalım neticede karşıdakinin anladığı kadar anlatmış
olduğumuzu unutuyor muyuz?