
Dua takdiri değiştirir mi?
SORU: Müslüman’ın duası Allah’ın takdirini değiştirir mi? Allah Kur’anda bana dua edin duanıza icabet edeyim buyuruyor. Bu dua Allah’ın takdirine mi bağlı? Yani Allah senin dua edeceğini ezeldeki bilgisine mi bağlıyor? Yâda Allah ezelden bir şeyi murat ettiyse dua etmenin ne anlamı var?
CEVAP: Sorunuzun cevabına bir karşı soruyla başlayalım: Allah bizim davranışlarımızla ilgili her şeyi ezelde takdir etmişse ve bizde o takdir edilene mahkûm edilmişsek, o zaman Allah’ın bizlere vermiş olduğu bunca sorumluluğun, öğüt ve nasihatlerin, emir ve yasakların ne anlamı olabilir? Bizler zaten onun takdir etmiş olduğu gibi bir hayat yaşayacağız demek olmaz mı idi?
Eğer böyle olsaydı, Kur’an’da ki bunca emir ve yasaklar öğüt ve tavsiyeler tamamen anlamsız olurdu. Allah (c.c.) anlamsız bir iş yapmaktan beridir. Halk arasında kader, alın yazısı diye bir düşünce üretilmiş, sonra da üretilen yanlış bir düşünceye insanlık mahkûm edilmiştir.
Hâlbuki işin aslı öyle değildir. Allah insanı yaratmış, çeşitli özellikler ile donatmış, bu özellikleri ile icra edeceği işlerin kontrolünü de kendisine vermiştir. Eliyle, diliyle, gözüyle, kulağıyla, aklıyla ne yapmak isterse hiçbir engelle karşılaşmadan yapar -eder ve sonucundan da kendisi sorumlu olur. Bütün bir ömür “elimizle ayağımız arasında” her ne yapmış isek kendi irademiz ve isteğimizle yapmışızdır. Allah Teâlâ’nın bu sahaya hiçbir müdahalesi yoktur. İyiyi kötüyü, yalanı haramı, hakkı batılı isteyen de yapanda biziz. Kimseyi suçlamaya hakkımız yoktur. Allah bizim her organımızı bu konularda istediğini yapacak özellikte yaratmıştır. Yani elimizle tutma eylemini yaparken bu eylemi Allah o anda yaratmıyor ve bu işin yaratmayla alakası da yoktur. Zaten ilk başta tutacak özellikte yaratılmış ve o anda da bu özelliğini icra ediyor. Dönme özelliğinde yapılan tekerleğin dönmesi gibi.
Bu nedenledir ki, Allah bize öğüt ve tavsiyelerde bulunuyor. İşin doğrusunu göstermek için kitap ve peygamber gönderiyor. Dünyada ve ahirette hayırlı olanı istememizi, sadece ver demeyip, hakkımızda hayırlı olanı ver diye dua etmemizi istiyor. Sadece kendisine kulluk etmemizi ve sadece kendisinden yardım istememizi bildiriyor. Hülasa bizim hangi halde kazanacağımızı ve hangi durumda kaybedeceğimizi de açık bir şekilde önümüze koyuyor.
Bireysel sorumluluklarımız konusunda, tercihlerimizle ve yapıp ettiklerimizle kendi hayatımızı kendimiz belirliyoruz. Bu sahada yaptığımız ibadetin nimeti ve işlemiş olduğumuz kabahatin külfeti, eğrisiyle doğrusuyla bize aittir. Hayatımızın rotasını biz çiziyor ve o yolu biz yürüyoruz. Bu nedenle Allah Teâlâ bizleri yanlıştan korumak için, hayatın tüm tehlikesinden haberdar ediyor. Korunmak için sığınılacak merciin de sadece kendisi olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Allah, kullarına şöyle dua etmelerini tavsiye ediyor:
(Yâ Rabbî ! ) “Sadece sana kulluk eder, sadece senden yardım isteriz, bizi doğru yola ulaştır. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna. Gazaba
Uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.” (Fatiha 1/5-7)
“Yine onlardan: Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru! diyenler vardır.” (Bakara 2/210)
Peygamber olmasına rağmen Yusuf (as)’ın Rabbinden son isteği şudur:
“Ey Rabbim! Sen bana dünya mülkünden nasip verdin ve bana rüyaların tabirinden bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velim sensin, canımı Müslüman olarak al ve beni salih kulların arasına kat!” (Yusuf 12/101)
Zekeriyya (as) da ahir ömründe Rabbine şöyle yalvarıyor:
“ Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: «Rabbim! Bana katından hayırlı bir nesil ver. Şüphesiz sen, duayı hakkıyla işitensin» dedi.” (Ali İmran 3/38
“O, mihrapta namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: Allah sana, kendisinden bir kelimeyi tasdik edici, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya’yı müjdeliyor.” (Ali İmran 3/39) ve bunun gibi daha nice peygamberlerin dualarına icabet edildiği zikredilmektedir. Ayrıca Alla Teâlâ diğer kullarının tümünü kapsayan şu müjdeyi de vermektedir:
(Ey Muhammed!) “Şayet kullarım, sana benden sorarlarsa, gerçekten ben (onlara) çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola erenlerden olsunlar.” (Bakara 2/186)
Görüldüğü gibi bu sahada peygamberler de dâhil tüm inananlar, Allah’tan bir takım isteklerde bulunmaktadırlar. Allah Teâlâ da meşru olan bu isteklere icabet edeceğini Bakara suresinin 186. Ayetiyle bildirmektedir. Burada kulların duasıyla Allah’ın takdirinin değişmesi söz konusu değildir. Allah’ın takdiri, kulların makul olan isteklerini yerine getirmek suretiyle tezahür etmektedir. Önceden belirlenmiş bir şablon söz konusu değildir. Burada bireysel hayatımızın bize tahsis edilmiş olan bölümüyle alakalı olan kısmını, kendi istek ve arzularımıza göre biz yapıp ediyoruz ve sorumlusu da biziz.
Allah Teâlâ’nın takdir buyurduğu konular ise bizim yapıp ettiklerimizin dışında gelişen konulardadır. Örneğin: yaratılışımızda var olan özellikler, yeme içme teneffüs etme, görme işitme konuşma, doğum ve ölümün yer ve zamanı biçimi, anne -baba, memleket, renk ve cinsiyet gibi konularda Allah, dilediği gibi takdir etmiştir. Kimseye bu konuları sorarak yapmadığı gibi; bu konularla ilgili kimseyi de sorumlu tutmadığını bildirmiştir. Ayrıca insanın kendi dahli olmadan başına gelecek kaza ve musibetlerde de takdir Allah’a ait olduğu için kula sorumluluk yoktur. Fakat insanları imtihan için başlarına verdiği bazı musibetlerle ilgili olarak da şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz, sabredenleri müjdele.” (Bakara 2/155)
“O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” (Mülk 67/2)
Bu minval üzere başa gelen musibetlerle ilgili olarak bizim yapmamız istenen sadece güzel bir teslimiyettir. Allah’tan geldiğine inanarak sabredip katlanırsak, bu musibet bizim için bir nimete dönüşmektedir. Onun için ayetin sonunda, “sabredenleri müjdele” denilmektedir.
Hayatın ve ölümün yaratılması sadece insanların nasıl amel edeceklerini kendilerinin görmesi içindir. Allah’ın böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. O her şeyi ezelden ebede kadar olacakları bilir. Fakat insan bunu yaşamadan bilemez ve yarın hesap günü Rabbinin huzurunda ikna da olmaz. Bu nedenle dünyada yaşayıp kendi hayatımıza, yapıp ettiklerimize bizzat kendimiz şahit oluyoruz. Ahirette amel defterleri herkesin eline verildiği zaman, sonucu gören kimse o sonuca sebep olan yapıp ettiklerini de görecektir. Çünkü Allah, “Biz her şeyi bir kitapta delilleriyle birlikte topluyoruz” buyurmuştu. (Yasin 36/12) Onun için kimseye yapacağımız bir itiraz olmayacak olamayacaktır. Çünkü ayrıca bir başka itiraf şeklinden de bahsedilmektedir:
“Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.” (Yasin 36/65)
“Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde şahitlik edeceğinden korkarak kötülükten sakınmıyordunuz. Fakat yaptıklarınızdan birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğini zannediyordunuz.” İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız sizi helak etti de zarara uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet 41/22-23) denilecektir.
Sonuç olarak dua ve temennilerimiz, yaşamak istediğimiz bir hayatın rotasını belirleyen işaret taşlarıdır. İnsan önce neyi nasıl yapacağını düşünür, sonra Rabbinden ister, sonra da bir ömür bu isteklerini gerçekleştirmek için çalışıp didinir. Dua, kulun Rabbine yükselişi, huzurunda acizliğini itiraf edişidir. Yakın bulup sığındığı, gani bulup istediği bir eylemdir. Kul samimiyeti ölçüsünde dua ederken “Gülün kokusunu güneşin ısısını hissettiği gibi Rabbini hisseder.” Kul ihlâs ve samimiyeti oranında ondan nasibini alır. Ali Şeriatî ise dua için şunları söyler:
“Dua, bir yükseliştir. Her dua, ruhtan bir filizin yeşermesi, boy sürmesidir. Dal budak salmak için rahmetlere avuç açar gibi, yaprak açmasıdır. Her yaprak yakarış, her çiçek açılışı bir duadır. Tohumun yarılması bir duadır. Fidanlar bir uzanıştır yaratıcıya ve bir duadır… Meyve, bu duanın sonucudur.”
Bizlerde hayatın meyvelerini toplamak için, gönlümüzü Rabbimize açarak ellerimizi O’na doğru uzatmalıyız ve O kadiri mutlaktan nasibimizi istemeliyiz. Bu isteğimizi, Rabbimize yalvara yakara ve gizlice iletmeliyiz. Haddimizi hududumuzu bilmeliyiz. O’nun haddi aşanları sevmediğini de bilmeliyiz. (Araf 7/55) Çünkü dua, tüm ibadetlerin ortak noktası, kulun bütün acizliğini samimiyetle itiraf ettiği eylemi, kendisini Rabbine en yakın hissettiği anıdır.
“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” Mümin 40/60
Duayı terk edenler için ise:
“De ki: Duanız yoksa Rabbim size ne diye değer verecek? Gerçekten yalanladınız. O halde azap yakanızı bırakmayacaktır.” Furkan 25/77)