Dünyevileşme ( Sekülerizm )ve Biz
Düşüncelerimizin baskın etki alanı (edinimler, eski bilgi, sabık malumat /birikim) bakış açımızı tercihlerimizi anlayışlarımızı etkileyen kavram ve tanımlarla şekillenmektedir. Kavramların tarihi süreçte hem anlam daralmalarına hem de kaymalara uğradığı vakıadır. Gelişim yerine değişim de dönüşüm geçirebilmektedirler.
Yaşadığımız dünyada insanlığın kadim sorunlarında biri olan “dünyaya meyil etme(dünyevileşme)” alternatif düşüncenin şeytanda başlaması kadar eskidir. Fıtraten insan iyilik(takva), fücur dünyevileşme, şeytanın yoluna uymak gibi iki ana eksende gözlemlenebilmektedir.
Burada dünyevileşmeyi özetle ifade eder isek; din, inanç ,değer ve sembollerin; hayatın, siyasetin ve hukukun dışına itilmesi şeklinde diye tarif edebiliriz. Bu, şu şekilde de tezahür edebilir, kişi ve toplum hayatında dünyevi hedeflerin öncelikli sıraya alınması ve aksinin ise dinin etkisinin zayıflatılıp kaybolması şeklinde görebiliriz.
Batı medeniyetinde “ Seküler” dünyevi veya çağa uygun olan ve dünyanın nesnel halinden azami istifade etmeyi hedeflemesi bakımından tercih edilen, Türkçeye laiklik, çağdaşlaşma veya dünyevileşme olarak çevrilmektedir. Dünyevîleşme terim olarak, “Dünyanın dinden ve dinî düşüncenin dünyayı anlamlandırmasından arındırılması; kapalı bütün dünya görüşlerinin dağıtılması ve bütün tabiat üstü mitlerin ve kutsal sembollerin kaldırılıp atılması” şeklinde tarif edilmiştir.
ABD’nin en önde gelen teologlarından biri olan Harvey Cox’un tanımlamasıyla, sekülarizasyon (dünyevileşme):
“İnsanların en temel ilgi ve yöneliminin bu dünyanın dışından/ötesinden ve üstünden, sadece ve sadece bu dünyaya yönelmesi hareketidir. Bu, bu dünyanın bağlı olduğu mistik, metafizik ve dinî her çeşit düalizmden (iki dünya) arındırılmasını içermektedir. Bunun nihaî anlamı ise, bütün hastalıkları ve günahlarıyla, bütün sağlık ve umutlarıyla sadece yeryüzü alanını kemaliyle ciddiye almaktır.” Der.*
* İlhami Güler, Politik Teoloji Yazıları, s. 9-10 (Jocab Neusner, Judaizm in the Secular Age, London 1970, s. 55’ten naklen Bu kadar teknik veya kavramsal açıklamadan sonra özetle, insanlığın vahye karşı duyarsızlaşması ve hatta vahyin kötü temsilcilerine, din adamlarına, uydurulmuş dinlere karşı reaksiyon olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Belki şu ilaveyi de yapabiliriz, takva yolunu terk eden insanın bencilleşmesi ile ortaya çıkan fücur, fısk yolunun tezahürleridir de diyebilmek mümkündür. Şeytanın sıratı müstakim üzerinde olacağı/olduğu gerçeğinden hareketle, bu iki yolun yolcuları arasında her zaman bir mücadele olması gerekmektedir. Bu bağlamda tevhit ve şirk mücadelesi tarihin her zaman diliminde vardır, olmaya devam edecektir.
Dünyanın geçici eğlencesine /oyununa kapılan insanın tercih ettiği yollardan biri olarak dünyevileşme, salt amaç edinme, ahirini düşünmeme, tümüyle hayatı yaşamaya endeksli bir düşüncenin sonucunda karşılaşılacak şeylerin kale/ciddiye alınmaması esası bu yolu tercih edenlerin ortak vasfı olarak göze batmaktadır.
İlk dönemlerde fert iken daha sonraki zaman dilimlerinde “ devlet” olarak hayat bulan bu düşünce şimdilerde kendisini dünyaya pazarlamaktadır.
Gerçek, İslam ve onun hakiki davetçileri vahyin safiyetinden azami derecede nasibdar olanların siyaset, tebliğ sahnesinde ortaya çıkıncaya kadar da devam edeceğe benzemektedir. Onlar her şeyi ile yürekten iman ederek, resullerin yolunda yürüdüklerinde dünyayı fitne ve fücura boğan bu zalim akıntı duracak belki de tamamen ortadan kalkacaktır.
Dünyayı bir gözyaşı, zulüm, ölüm vadisine çevirmiş olan bu zalimlerden Allah habersiz değildir. İnsanlığın kurtuluş reçetesi olan vahiyle toplumların tanışmasını biz kullarına havale etmiş, karşılığında cennet vaadi ile.
Tevhid ve ahiret kavramlarımıza çok ciddi sahiplenmek zorundayız. Bu iki kavram bilinmediği müddetçe dünyevileşmeye kayma riski ensemizde geziyor demektir. Bu iki kavramın unutturulduğu Hristiyan ve Yahudi toplumları çok kolay şekilde dünyevileşmeye kaymışlardır. Aynı şekilde Müslüman toplumlar da kaymakta / kaymaya zemin hazırlanmakta, azami ölçeklerde seküler dünyanın hedefi olmaktadır.
Dünya cazibesi, hayatın lüksü, oyun ve eğlencesi oldum olası insana çekici gelmiştir. Bu zaafla malul olan insanlıkça bu akıntıya kolaylıkla katılabiliyor. İnsanların dinlerinin adı ile (Yahudi, Hristiyan, Müslüman) olmasının hiçbir engeli kalmamış olması dinin iki esası “ Tevhid ve Ahiret” inancının kaybolmasındandır. İki önemli mania sulandırılınca, adı sanı her ne olursa olsun dinlerin toplumsal etkisi de sıfırlanmış olmaktadır. El an yaşayarak müşahede etmekteyiz. En güzelinden bir dinimiz var(!) ama toplumda / topluma hiçbir etkisi yok. Bu kadarı laik seküler vatandaşa yetiyor! Hatta fazla bile geliyor.!! İnsan ve toplum kültürel ve dini motif alanlarından, onların egemenliğinden, kurtulmayı, bağımsız yaşamayı seçerek kötü bir tercih yapmaya zorlanmış, bu zorlu yolculukta masum kılıflar üretenler eli ile değişime(toplum müh.) tabi edilmiş, aldatılmış /aldanmış olarak hayatına devam ediyor olması bile yarını (ahiret) hesaba katmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Buna rağmen istikbal için ümidimizi yitirmiyoruz. Biz bize düşeni yapma durumundayız. Vesselam.