GenelYazarlardanYazılar

Ey İnsan Sahibsiz misin?

Yeryüzünde sahipsiz olan bir varlık var mıdır? Bu soruya her dünya görüşünün veya düşüncenin varlığı veya yokluğunu ‘kendince’ kabul ettiği bir cevabı ve geçerli argümanları mutlaka vardır.

Biz bu konuyu kendi dünya görüşümüz olan aziz İslam’ın penceresinden bakarak gördüğümüzü aklımızın erdiği kadarıyla değerlendirmeye çalışacağız. Öncelikle kelimenin epistemolojisine bakmakta fayda var. Sahip kelimesi çok güçlü bir argüman olmasa da Mogolcadan türkçeye geçtiği iddia edilen eril bir kelime olmakla birlikte kelime Arapçada da kullanılmaktadır. Sahip kelimesi, çok güçlü bir argüman olmasa da Moğolcadan Türkçeye geçtiği iddia edilen eril bir kelime olmakla birlikte kelime Arapçada da kullanılmaktadır. Ortak anlamı ise ; ‘Bir şeyin mülkiyetini ve o şeyi istediği gibi kullanabilme hakkını elinde bulunduran kimse, mâlik ve bir şeyi hükmü altına alıp gerektiği gibi kullanan, ona tasarruf eden kimse’ olarak ifade edilmektedir.

(TDK) kimse.’ (TDK) Hindistan’da Avrupalılara verilen unvan. Sahib den türetilmiş birçokbir çok kelime vardır; Sözüne sahip, dert sahibi, ev sahibi, görüş sahibi, hayır sahibi, iman sahibi, imza sahibi, iş güç sahibi, itidal sahibi, kalem sahibi, erdem sahibi, liyakat sahibi, mal sahibi, malumat sahibi, sancak sahibi, servet sahibi, söz sahibi, şöhret sahibi, taht sahibi, vizyon sahibi, zevkiselim sahibi, ateş sahibi… Sahiplenilecek şeyin önüne konulduğunda türevlemenin daha da çoğalacağı anlaşılmıştır herhalde. Türkçede anlam daralmasıyla birlikte daha çok, Arapça karşılığı ‘mâlik’ anlamına denk gelen şekliyle kullanılmaktadır. Kur’an’da bu kelime türevleriyle birlikte 97 yerde geçmektedir. Fiilin kökü; ب ح ص) S-H-B) anlamı; bir şeyin mülkiyetini elinde bulundurma, aynı görüşü benimseyen birden fazla insan topluluğuna (halk) verilen isim, arkadaş, bir şeyi koruyan ve ona malik olan (Sohbet eden) Sohbet edilen, herhangi bir niteliği olan kimse, ehil (isim)… anlamlarına gelmektedir.

İslami literatürde çokça dillendirilen ve kullanılan “Sahabe” kavramı da aynı kökten türemedir. Sohbet arkadaşı demektir. Özel isim olarak; Allah resulünün sohbetinde bulunan kimseler için kullanılmaktadır. ‘Sözlükte, “bir kişiyle birlikte bulunmak, onunla dost ve arkadaş olmak” anlamındaki sohbet kökünden türeyen sahâbe sâhibin çoğuludur. Sahâbe ile birlikte ashâb da sıkça kullanılmaktadır. Bunun tekili sahâbîdir. Sâhip ve ashap kelimeleri lugat mânalarıyla Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyette geçmekte, Allah resulünün hicretinden söz edilirken onun arkadaşı Hz. Ebû Bekir’e (li-sâhibihî), “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” dediği belirtilmektedir (et-Tevbe 9/40).

Hz. Mûsâ ile birlikte Mısır’dan yola çıkan İsrâiloğulları’ndan da “ashâbü Mûsâ” diye söz edilmektedir (eş-Şuarâ 26/61). Sahâbî, sahâbe ve ashap kelimeleri İslâmiyet’le birlikte, Resûl-i Ekrem’i görüp ona inanan kimseler için kullanılmaya başlanmıştır.’ (TDV Ansiklopedisi) Bir meseleyi anlayabilmek için sorulan sorulardan bir tanesi de ‘kim’ sorusudur ve ‘kim’ sorusu bu bağlamda çok önemli bir sorudur!

Çünkü bu soruya verilecek cevap insanın hayat anlayışında makes bulup hayatını değiştirecek, şekillendirecek ve dönüştürecektir. Çünkü ‘ashab’, ‘sahibe’ göre şekillenir. Bu bağlamda Kur’an bizlerin sahibi Allah elçisi için “usvetun hasene” (Güzel örneklik) ifadesini kullanır. (Ahzâb 21) Sahib ashabını, “vezirde eder rezilde” Biz Mü’minler için, vezirliğinde rezilliğinde önem arz ettiği yer sonuç itibariyle ahirettir. Ahirette rezil olmak istemiyorsak sahibimizi doğru seçmek zorundayız. Bizleri orada hesaba çekecek olan gerçek “din gününün sahibi” kim ise O’nun sahibliğine (Kur’an’a) uymak/kabullenmek, baş tacı yapmak ve O’nun istediği gibi bir hayatı yaşamak ve yaşatmakla mümkündür.

Sahibiniz veya sahiplendikleriniz hayal aleminde geziyorsa, sizi akıldan, bilgiden ve idrakten uzak tutuyorsa bunlar imitasyon/sahte/sanal sahiblerdir. Bu türden sahibler bizlere bu dünyada bir adım dahi yol aldıramazlar iken, ahirette de sahib çıkamayacaklardır (Şura 92); bir çok konuda aldatıldığımız gibi sahiblik konusunda da aldatıldık. Bu türden sahibler bizlere bu dünyada bir adım dahi yol aldıramazlar iken, ahirette de sahib çıkamayacaklardır (Şura 92); birçok konuda aldatıldığımız gibi sahiblik konusunda da aldatıldık!

Yıllardır Müslümanların kahir ekseriyeti rüya, zan, heva ve hayallerle, uyutup, uyuşturup farklı yönlere yönlendirildiğimiz için çağı yakalayıp varlık gösterisinde bulunamadık nitekim; sanatta, edebiyatta, felsefede ve bilimde geldiğimiz nokta belli! Bilginin, ilmin, akletmenin ve idrâkin olmadığı yerde total manada zan vardır “zan gerçekten hiçbir şey ifade etmez” der kitabımız. Çünkü “Allah’tan gereği üzere ancak alimler korkar” zannı izale edecek, hakikate ulaştıracak olan da ilimdir… Kendini bilen sahibini bilir, sahibini bilmeyen de sahiblenir/sahiblenilir. Sahibini tanımak, O’nun gücünü, kuvvetini, azametini, gazabını, rahmetini, merhametini, lütufkarlığını… esmasını bilerek, onu içselleştiren sahibini tanımıştır. Rüya, zanla ve hevalarına uyarak hareket edenlerin vahiyden hiçbir delilleri olmadığı gibi Rablerini de tanıyamazlar. “Onlar Allah’ı gereği gibi taktir edemediler.” “O yarattıklarından hiçbirhiç bir şeye benzemez” Allah tüm her şeyi yoktan var eden mutlak güç sahibidir. O Allah tektir. Ademe ruh üfüren ve onu bir balçıktan çiftler halinde yaratan yüce merhamet sahibidir. Eşi ve benzeri yoktur. Doğmamıştır, doğrulmamıştır. O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, eksiksizdir, yerler ile göklerin sahibi, alemi muhteşem bir düzen ve nizam içinde yürüten eşsiz gücün sahibi O Allah’dır (c.c.). Akıl sahibi olup da rüşt/ergenlik çağına gelmiş olan her insana düşen ilk vazifevazîfe, yaratıcısı olan Allah’ı doğru tanımak, O’na iman ve abitliktir (kulluk) etmektir. “O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki her şeyin Rabbidir. O hâlde sadece O’na kulluk et ve O’na kullukta sabır ve sebât göster. O hâlde sadece O’na abitlik (kulluk) et ve O’na kullukta sabır ve sebât göster. Hiç O’nun adıyla anılan (O’na denk ve benzer) birini biliyor musun?!” (Meryem 65)

İnsanın hem dünyada hem de ahirette, tek bir gerçek sahibi vardır. Bu sahib onu hiçbir zaman bırakıp gitmeyen, asla terk etmeyen, her zorlukta yanı başında ve ona imkanlar sunan. Doğduğu günden öldüğü güne kadar daima onunla birlikte olan. Onu düşmanlarına karşı koruyan. Onun için herkesten daha güvenilirdir, daima karşılıksız ikram edendir. Ona şah damarından daha yakındır. Kuşkusuz bu sahib alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır. Allah, müminlerin en çok güvendiği, en yakın dostudur.

Bu noktada bize düşen sahibimizi doğru tanımak, bizden ne istediğini ve nasıl bir kuldan razı olduğunun bilincinde olmaktır.Bu noktada bize düşen sahibimizi doğru tanımak, bizden ne istediğini ve nasıl bir köleden (kuldan) razı olduğunun bilincinde olmaktır. “Veliy” kavramıyla “sahib” kavramı arasında da birbiriyle yakın bağ ve anlam benzerlikleri var; her ikisinde de koruma, kollama ve üzerinde karar alma (velayet) yetkisine haiz olma durumları vardır.olmaklıkları vardır. ‘Veliy; Koruyucu, yardımcı, gözeten, destekleyici, yandaş. Çevirilerde “Veli” ve velinin çoğulu olan “evliya” sözcüğüne “dost” olarak anlam verilmektedir. Oysaki bu sözcük, etik anlamıyla dostluğu değil; siyasi bağlamda yönetme, koruma, gözetilme anlamına gelmektedir. Kur’an, “dost” deyimi için halil sözcüğünü kullanmaktadır’ (E. Aktaş) Sahibin bir anlamı da Arkadaştır. Bizler arkadaş kelimesine aşina bir topluluğuz, hatta bunun üzerine deyimler bile üretmişizdir:. “Bana arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim” “Kişi arkadaşının dini üzeredir” “İyi arkadaşı olanın aynaya ihtiyacı yoktur”. Bundan dolayı bizler arkadaş seçimine son derece dikkat eylemeliyiz. Doğal olarak kişi kendisiyle uyuşan, fikirsel olarak örtüşen, birçokbir çok değerler üzerinde anlaşan kişiler birbirleriyle yol yürür ve arkadaşlık ederler. Önemli olan doğru olmak ve doğru düzgün yol arkadaşlarıarkadaşlar edinmektir. Düzgün sahib/arkadaş seçmeyen kimseler, yarın kıyamet günü bin pişman olacak ve dünyada iken kötü arkadaş seçmelerinden ötürü nedametlerinden ellerini ısıracaklardır. Ama o vakit el ısırma vakti değildir! “O gün zalim, ellerini ısırıp duracak da ne olurdu diyecek, ben de Resulle aynı yolu tutsaydım.” (Furkan 27)

“Yazıklar olsun bana, ne olurdu filanı dost edinmeseydim.” (Furkan 28) “O beni bana gelen zikirden saptırdı. Zaten Şeytan insanı hüzünde bırakır.” (Furkan 29)

“Dostların bir kısmı, bir kısmına düşman olur o gün, ancak muttakiler müstesna.” (Zuhruf 67) “Sizin veliniz; ancak Allah, O’nun Resulü ve “salatı ikame edip ruku halinde zekât veren” mü’minlerdir. (Zuhruf 67)

“Sizin veliniz; ancak Allah, O’nun Resûlü ve “salatı ikame edip rukû halinde zekât veren” mü’minlerdir. “De ki: ‘Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü’minler yalnıza Allah’a tevekkül etmelidirler.’ (Tevbe 51)

Allah’a böyle inanan kimse, hiç kimsenin görmediği bir yerde bile olsa ahlaksızlık yapamaz. Allah’a böyle inanan O’nu sahib olarak gören kimse, hiç kimsenin görmediği bir yerde bile olsa ahlaksızlık yapamaz. Çünkü Allah’ın onu gördüğünü, duyduğunu, amellerinin karşılığını iyi veya kötü mutlaka vereceğini bilir ve ona göre hareket eder… Vesselam

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı