Bu kavramla ilgili olarak Ragıb el İsfahanî Müfredat’ında şunları söylemektedir: “Fesaga fülanün” filan kimse şeriatın haram dairesinin dışına çıktı. Bu kullanım Arapların, taze hurma kabuğundan çıktığı zaman söyledikleri “fesega rutabu” sözünden geldiği söylenmektedir.
Fısk sözcüğü küfür sözcüğünden daha genel anlamlıdır. Günahın azına da çoğuna da fısk denir. Fakat daha çok günah işleyenler için kullanılması yaygınlık kazanmıştır.
“Sözlükte “bir şeyden çıkan” anlamına gelen fâsık kavramı, İslam ıstılahında, inkâr edenlere ve iman ettiği halde Allah’a ve Peygamber’e itaat etmeyen, dinî görevlerini terk eden ve günah fiilleri işleyenlere denir. Her kâfir fasıktır, ancak her fâsık kâfir olmayabilir. Bu nedenle günahkâr Müslümanlar için de fâsık sıfatı kullanılmaktadır. Fakat fâsıklıkta süreklilik Müslüman için kabul edilebilir bir durum değildir.
Araplar bu kelimeyi fare için de kullanmışlardır. Bunun sebebi şudur: Fare çok hızlı hareket ederek oradan oraya girer çıkar, kontrol edemezsiniz. Muhtemelen kendisi de ne yaptığını bilmiyordur ama yuvasının deliğinden gün boyunca defalarca girer çıkar. İşte fâsık olan insan da böyledir. Gün boyunca harama ve sapkınlığa girer çıkar. Kötülüğe bulaşma potansiyeli büyüktür. Günün birinde kendini çok farklı mecralarda bulabilir.”
Bu nedenle “Fâsık” ifadesi, Şeriatın hükümlerini gözeteceğine söz vermiş olan bir kimsenin, bu sözünü kısmen veya tamamen ihmal edip, yerine getirmeyi bırakan bir kimse için kullanılmaktadır. Bu ifade hem kâfir için hem de günahkâr bir Müslüman için kullanılır. Kâfir için kullanılmış olmasının sebebi, aklın ve fıtratın yerine getirmeye mecbur ettiği sorumluluklarından soyutlanıp çıkmış olması ve yerine getirmemesi nedeniyledir.”
“Siz; insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten de men edersiniz. Ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i Kitap’ta inanmış olsaydı; kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinde iman edenler olmakla beraber, çoğu fâsıktır /dinden çıkmış kimselerdir.” (Ali İmran 3/110)”
Günahkâr bir Müslüman için kullanımı ise şöyle ifade edilmektedir: “Ey iman edenler; eğer bir fâsık size bir haberle gelirse, onu iyice araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da sonradan ettiğinize pişman olursunuz.” (Hucurat 49/6)
Yine aynı surenin 11.ayetinde: “Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi de ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tövbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” Kur’an da “Fâsık” sözcüğü “kâfir” sözcüğünden daha genel anlamda kullanılmaktadır: “Hiç inanan kimse fâsık olan kimse gibi olur mu? Elbette bunlar bir olmaz.” (Secde 32/18)
Bu ayette Allah-u Teâlâ “fasık” ’lığın karşıtı olarak imanı zikretmiştir. Dolayısıyla “fâsık” sözcüğü “kâfir” sözcüğünden daha genel anlamlıdır. Aynı zamanda “zalim” sözcüğü de” fâsık” sözcüğünden daha genel anlamlı olarak kullanılmaktadır. “Fısk ve zulüm” sözcükleri kullanıldığı yere göre hem günahkâr Müslüman hem de kâfir anlamına gelmektedir. Şu ayetlerde günahkâr insan anlamında kullanılmıştır:
“Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. İşte onlar fâsıklardır.” (Nur 24/4)
Bu ayetlerde bahsedilen “fısk” günah anlamında olduğu gibi; Araf suresinin 23. Ayetinde bahsedilen “zulüm” sözcüğü de günah anlamında kullanılmaktadır: (Hz. Âdem eşi ile birlikte yasak meyveden tadınca, Rabbinin sorusu üzerine şöyle demişlerdi:)
“İkisi dediler ki: Rabbimiz; kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen; muhakkak ki biz, hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (Araf 7/23)
Fasık ve zalim ifadeleri, küfür anlamında da kullanılmaktadır:
“Fasıklara gelince; onların sığınağı da ateştir. Oradan çıkmak istedikleri her seferinde geri çevrilirler. Ve onlara: Yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını tadın, denilir.” (Secde 32/55)
“Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş. Yaralamalar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu bağışlarsa kendisi için o kefaret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.” (Maide 5/45)
Konuyla ilgili Kur’an’ı kerimde 40’a yakın ayette fâsık ifadesi kullanılmış olmasına rağmen, bulundukları yere göre anlam kazanmaktadır:
Kâfirler için (Sad, 38/20; Secde 32/18), ayetleri inkâr edenler için (Bakara, 2/99) ve yalanlayanlar için (En’âm 6/49), 134 münafıklar için (Tevbe 9/67), müşrikler için (Tevbe 9/8), Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmeyenler için (Maide 5/47), iffetli kadınlara suç isnat edenler için (Nur 24/4), yalan haber yayanlar için (Hucurat 49/6) Allah’ı unutanlar için (Haşr 59/19), insanların çoğunun Fasık olduğunu bildirmek için (Maide 5/49), Allah’ın razı olmadığını bildirmek için (Tevbe 9/96), ve fasıklara asla hidayet etmeyeceği için (Tevbe 9/24).”
Geleneksel Fıkhın tanımladığı fâsık ise:” Allah Teâlâ’nın yapılmasını kesin bir emirle istediği bir farzı alenen terk eden; kesinlikle terk edilmesini istediği bir haramı da alenen işleyen kimseye denir. Buna daha anlaşılır bir örnek verecek olursak: Namaz kılmayı herkesin bilip göreceği şekilde çekinmeden terk eden; içki, kumar, yalan, iftira, rüşvet ve hile gibi İslam’ın meşru görmediği davranışları çekinmeden yapabilecek ahlakî seviyeye gelmiş kimselerdir. Bu tip insanların çıkarları uğruna yapamayacakları bir şey yoktur. Dünyada hedeflerine ulaşmak için dinleri engel değildir. Bu konuda çok meşhur örnekler vardır!.. Hafızalardan uzun süre silinmeyen meşhur insanları bu toplum TV ekranlarından her gün izlemektedir. Meşhur olmayanlarına gelince, her yerde bunlardan istemeyeceğiniz kadar vardır. Arabın fare için kullanmasına neden olan özelliği gösteren sayısız örneklerini görmek mümkündür. Günlük politika neyi gerektiriyorsa ona göre şekilden şekle giren insanlar, günü kurtarma uğruna neler yaptıkları malumdur.
Ama hiç kimse “geleceği” kurtarma peşinde değildir. Namaz kılmaz rahatsız değildir, oruç tutmaz rahatsız değildir, haram helal gözetmeden toplar, doldurur rahatsız değildir, hak-hukuk gözetmez rahatsız değildir, birazcık açığını bulursa çekini senedini ödemez rahatsız değildir… Allah’ın verdiği her türlü imkânı kullanır Allah Teâlâ’ya bile minnet duymaz, teşekkür etmez, kendisi için gönderdiği kitabını okuyup ahlak edinmeyi aklından geçirmez, ölümü ve ötesini hatırlamak bile istemez, kendinden önce var iken bu gün yok olanları düşünmez, hatta kendisinin de bir gün öleceğini bile hesap etmez… Böyleleri için Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarın için ne gönderdiğine baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar fâsık olan kimselerdir.” (Haşr 59/19)
Yapılan tanımlar genel bir eylemi ifade için kullanıldığı sürece kimsenin bir itirazı bulunmamaktadır. Suç öyle bir şey ki, kimse üzerine almak istemiyor. Zaten memlekette bu anlamda suçlu da yoktur! İslam’ın zemmettiği sıfatları kimse üzerine almıyor. Herkes Müslüman ve muttaki. Hem “paranın ve imanın kimde olduğunu Allah bilir ya!.. Siz kendinize bakmalısınız…
Elbette biz kendimize bakmalıyız, bakacağız da, ya diğerleri!? Tüm diğer insanlar kendilerine bakmayacaklar mı? Nasıl bir dünyada, hangi hayat anlayışı ile yaşadıklarına, kimin rızasını gözettiklerine, hangi değerleri yücelttiklerine, neyi ve kimi Rabler edindiklerine, şayet yaratıldıklarına inanıyor iseler, yaratana şükrünü nasıl eda edeceklerine, hayatın ve ölümün kimin elinde olduğuna ve son tahlilde insan, hayatta yapıp ettiklerinin hesabını kime vereceğine bakmayacaklar mı?
“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı hala gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu fâsık olan kimselerdir.” (Hadid 57/16)
Allah Teâlâ, Fısk ile yoldan çıkan bir toplumu /toplumları hakka döndürmek ve yaptıkları azgınlığın intikamını almak için nasıl bir yasa koyduğunu şöyle anlatıyor:
“Biz, Kitap’ta İsrail oğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik.
Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerinizin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaat idi.
Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık.
Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescide (Süleyman Mâbedine) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık.)
Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat eğer siz yeniden (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi cezalandırmaya döneriz. Biz cehennemi kâfirler için bir hüsran yeri kıldık.”(İsra 17/4-8)
Bu Allah’ın toplumlara uyguladığı sünnetidir. Görünen o ki İsrail oğullarının şahsında göstermiş olduğu örneklik, tüm zamanları ve zeminleri içermektedir. Fert ve toplum olarak bize verilen imkânı, keyfimize keder vermeden yaşamaya devam edersek, bu yasanın bizim için de uygulanmayacağından emin mi olduk? Şu söz, toplumun gön görmüşleri tarafından hep tekrarlanır:
“Kula bela gelmez hak yazmayınca; Hak bela vermezmiş kul azmayınca …” Bu demektir ki azan belasını, isteyen de Mevla’sını bulacaktır… Siz/ biz Mevla’sını bulanlardan olmaya çalışalım inşaallah!