GenelYazarlardanYazılar

Gök-Tengri İnancı ve Lâiklik

“Göklerde de ilah ve yerde de ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).

Lâiklik “Allah’ı göklere hapsetme”nin adıdır. Lâiklikte Allah, sâdece göklerin rabbidir. Sâdece göklerle ilgilenir; Güneş’în, Ay’ın ve yıldızların hareketlerini düzenler, yağmuru yağdırır, mevsimleri değiştirir, kısaca insanların yapmadığı, yapamadığı ve yapamayacağı şeyleri yapmakla görevlidir. Fakat aslâ ve zinhar insanların işlerine karıştırılmaz ve kamusal alandan uzak tutulur. Öyle ki, kâlplerde, vicdanlarda ve zihinlerde bile tutulmasına râzı olunmaz da göklere hapsedilmek istenir.

“Lâiklik veyâ laisizm (Fransızca: Laïcisme): ‘Devlet yönetiminde herhangi bir dînin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensip’ diye tanımlanır. Fransızca‘dan Türkçe‘ye geçmiş olan ‘lâik’ sözcüğü, ‘din-adamı olmayan kimse; din-adamı dışında kalan halk’ anlamına gelen Latince ‘laicus’ sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde din-adamlarına ‘clerici’ din-adamı olmayanlara da ‘raici’ adı veriliyordu. Aynı terimin İngilizce karşılığı ise secularity olup, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması anlamına gelir. Latince bir kelime olan ve ‘çağ’ anlamına gelen ‘saeculum’ kelimesinden geçmiştir. Sekülerizm Türkçe’ye lâiklik, çağdaşlaşma veya dünyevileşme olarak üç farklı terimle çevrilebilmektedir. Fransa‘da lâiklik için Laïcité (Laicisme) terimleri kullanılmaktadır. Kavramlar, her iki biçimde de cismî ve bilimsel olan ile soyut ve dinsel olanın birbirine karıştırılmamasını ifâde etmektedirler” (Vikipedi).

Eski Türk’lerin Tanrı inancı “gök-tanrı” inancıydı. Yeni Türk’lerin Tanrı inancı da aynı-şekilde “gök-tengri” yâni “tanrının gökte olması” inancıdır. Türkler bir-çok din değiştirmişlerdir. Bu değişikliği yaparlarken bir-önceki dinlerinden yeni dîne bir-çok unsurlar taşımışlardır. Eski dinlerinden yeni dîne girerken eski dinlerinin artıklarını da yanlarında taşımaya alışkın olan Türkler, İslâm’a girerken de eski dinlerinin artıklarını yanlarında getirmişlerdir. Şamanizm, Zerdüştlük ve yanlış çevirilen âyetler ve uydurma hadislerle sentezlenerek olarak ortaya çıkan ve adına “tasavvuf” denen zırvalık da böyle ortaya çıkmıştır.

Eski Türklerin dîni, “gök-tengri” dîni idi. Türkler “gök” olana yâni mâvi göğe taparlardı. Gök “mâvi” demektir ve göğü ifâde eder. Meselâ “gök gözlü” dendiğinde gözlerin gök renginde mavimsi olduğu anlaşılır. Bu dindeki tanrı; adı üstünde; “gök-tanrı”=“göğün tanrısı”dır, “yerin tanrısı” değil. “Yerin tanrısı”, sonu “han”, ğan ve “kan” ile bitenlerdi. Göğün tanrısı “tengri” iken, yerin tanrısı yâni hüküm koyucusu, yöneticisi ve idâre edicisi “han, kağan ve hâkan” yâni “başkan” denilen kişilerdi. Meselâ Hun’ların çağında Türkler’in başında, “yabgu” denen bir büyük hâkan vardı. Yabgu’nun “gök-tanrı’nın yeryüzündeki vekîli” olduğuna inanılırdı. Bu nedenle de eski Türk dîni, lâikti. Çünkü tengri sâdece göklerin tengrisiydi ve sâdece göklerle ilgilenirdi. Türkiye’de lâikliğe geçiş, “batı lâikliği”nden çok, “eski Türklerin lâikliği”ne bir geçiştir. Türkiye’de farklı bir lâikliğin olmasının nedeni budur. İstisnâları saymazsak; Türkiye’de ne lâikler bilinçli lâiktir; ne de müslümanlar bilinçli müslümandır. Kafalarına uyan bir lîder yâni bir başkan görmeyiversinler, “yeryüzünün ilahı” olarak hemen takılırlar peşine..

Türkler “Tanrı” sözünden, “aşkın bir yüce varlığı” ve “yerleri ve gökleri idâre eden sonsuz güç”ü değil, görünen göğü anlarlar. Tüm gök, tanrının bizzat kendisidir ve yer ise başka bir tanrının hüküm sürdüğü yerdir ki bu tanrı elbette hükümdâr olan bir insandır. Namık Kemal Zeybek “Türklerin Allah inancı nasıldır?” sorusunu şu şekilde cevaplar:

Varlığın dışında bir Tanrı falan yok. O yüzden Türk inancında ‘Tanrı var mıdır, yok mudur’ tartışması da yok. Çünkü Tanrı gök. Gök dediğimiz uzay, kozmos. Bayat ve Mengü. Başlangıcı ve sonu olmayan, sınırsız, ne varsa içine alan ama her vâr olanın da içinde olan. Varlığın kendisi Tanrı yâni. Onun için Türk, Tengri dediği zaman ‘gök’ kastedilir. Allah varlığı kendisinden yaratmıştır. Varlığın kendisi Tanrı’dır. Türk Müslümanlığıyla Arap Müslümanlığını ayıran birinci mesele budur: Tanrı inancı”.

Tanrı: “Çok-tanrıcılıkta, vâr olduğuna inanılan ve tapılan insan-üstü varlıklardan her biri, ilah” diye geçer TDK sözlüğünde. Yâni tanrı kelimesi, “tek”i değil, “çoğul”u ifâde eder. Eski Türkçe’de Tengri, “gökyüzü”dür. Eski Türklerin ve Moğolların inancı Tengricilikte de Tanrı, “gök-tanrı” (Kök-Tengri) yada “gök’ün yüce tini (rûhu)”dir.

Türkçe bir isim olan Tanrı, aslında “gök-tanrı” demektir. Yâni “göklerin tanrısı”. Fakat göklerin tanrısı, “sâdece göklerin tanrısı”dır, göklerden sonra “yerin de tanrısı” değildir. Çünkü “yerin tanrısı” Tengri değil, “yerin hükümdarları”dır. Eski Türk’lerin Tanrı inancı “gök-tanrı” inancıydı. Lâikliği benimsemiş yâni tanrıyı göklere hapsetmiş olan “yeni Türkler”in Tanrı inancı da aynıdır. Lâiklikte tanrı, “sâdece göğün tanrısı=gök-tanrı”dır. Zinhar yere-yeryüzüne karıştırılmaz.

Tanrı, “Allah” demek değildir. Allah, İslâm’ın “tek gerçek ilah” dediği Varlık’tır. Allah kelimesi, İslâm’ın haber verip tavsif ettiği “Allah”ın özel adı olup hiç-bir put için kullanılmamıştır. Hâlbuki bir-çok put’a “Tanrı” denilmektedir. Dolayısıyla “Tanrı”, “Allah” anlamını ifâde edemez. Bir mü’min, Allah’ı, Kur’ân’ın tanıttığı isimler dışındaki isimlerle anmaz, anamaz. Tanrı “sâdece göklerin ilahı”yken, Allah “yerlerin ve göklerin Rabbi”dir.

Türklerde gök ve yer tanrısından başka bir de “suların tanrısı” (yer-su) vardır. Üç ana tanrıdır bunlar. Çünkü Türklerde yerlerin ve göklerin ve de ikisi arasındaki her-şeyin tanrısı olan tek ilah düşüncesi ve inanışı yoktur. Tengri sâdece göklerin tanrısıdır, hükümdarlar sâdece yerlerin tanrısı, yer-su da sâdece suların tanrısıdır. Tengri göklerin tanrısıyken, yerin tanrısı kağanlar, hanlar ve hâkanlardır. Bu inancın onlara Sümerler’den ve Hititler’den geçtiği söylenir.

Göktürklerin İslâmlaşmadan önce taptıkları başlıca tanrı gök-tengri (gök=mâvi, tengri=gökyüzü, gök-tengri=mâvi gök) idi. Şaman inancına sâhip olan eski Türkler, aşkın/ebedî/ezelî bir tek-Tanrı tasavvur edemezlerdi, ancak onlar da çoğul inanç sistemleri içinde tengrinin, başka bir deyişle Tanrı’nın ismini öne çıkarıyorlardı. Türkler, İslâmlaşma süreci başladıktan sonra da bu ismi toplumsal hâfızalarından silemediler ve Tanrı sözcüğünü Allah’ın yerine kullanmayı sürdürdüler.

Eski Türklerin dîni, “gök-tengri dîni” idi. Bu dindeki tanrı; adı üstünde; “gök-tanrı”=”göğün tanrısı”ydı, “yerin tanrısı” değildi. “Yerin tanrısı”, sonu “han”, “kan” ve “ğan” ile bitenlerdi. “Kan, ğan ve han” Tanrı demektir, yerin baş tanrısıdır bunlar. Cengiz (dengiz-deniz) Han” (denizlerin tanrısı), “kağan” (yerin tanrısı=tanrıların tanrısı) gibi. Zâten Erlik Han da “kötülük tanrısı” yâni kötülük ilahıdır. Han, tanrı ve ilah demektir. Tanrı-Tengri, Türklerin “sâdece göğe” âit olan ilahının adıdır.

Türklerde Tanrı, “sâdece göklerin” tanrısıdır. Yerin tanrısı ise sonu “han”, “kan”, “ğan” ile bitenlerdir. Bu nedenle de eski Türkler de şimdiki Türkler gibi lâikti. Bu bağlamda meselâ Cengiz Han da “yerin tanrısı”dır. Şöyle ki; Moğollların hakânı Möngke’nin (Mengü) Fransa kralı IX. Luis’ye yazdığı mektup şöyle başlar: “Ebedî Tanrı’nın buyruğudur bu: Gökte ancak bir ebedî Tanrı vardır. Yeryüzünde de ancak bir sâhibin olması gerekir. O da, Cengiz Han’dır”.

Türklere âit bütün eski kaynaklar gök-tanrı (Tengri) ile “yer tanrısı” (Yer-sub)’nın varlığından bahseder. Örneğin, Orhun Kitabeleri’nde: “Yukarıda Türk tanrısı ve mukaddes yer-sub’u şöyle demiştir” denir.

Bu nedenle de eski Türk dîni, lâikti. Türklerde lâikliğe geçiş, “batı lâikliği”nden çok, “eski Türklerin lâikliği”ne bir geçiş ve “tanrıyı göğe hapsediş”tir. Türkiye’de farklı bir lâikliğin olmasının nedeni budur. Tanrıcılık “Allah’ı sâdece göklerin ilahı” yapmak yâni O’nu göklere hapsetmek ve yere indirmemektir. Eskiden niçin çok Tanrı vardı?. Çünkü eskiden yöneticilere “Tanrı” deniyordu. Tanrı “yerin yöneticisi” demektir çünkü. Başta Türkler olmak üzere insanlar, “yerin yöneticisi”ne de ilah gibi taparlardı ki, İslâm işte bunu ortadan kaldırmak ve “sâdece Allah’a tapılması” yâni “yerde de gökte de tek ilahın Allah olduğunu bildirmek” için vâr olan bir dindir.

Gök-tanrı inancında yaratıcının tek bir tâne olduğuna inanılmaktadır. Gök-tanrı inancına göre, tengri sonsuz göğün ruhudur ve eşi benzeri yoktur. Aynı-zamanda gök-tanrı inancına göre tengri günlük yaşam olaylarına müdâhale etmez. Ancak yaşanılan olumsuz durumlarda meselâ savaş olması gibi durumlarda kendisinden yardım istenilir. Çünkü gök-tengri, yerin işlerine karışmaz, karıştırılmaz. Lâiklikte olduğu gibi sâdece adı anılır yada duâ edilerek destek istenir.

Türk kağanları kudretlerini göklerin de Rabbi olan Tanrı’dan alırlardı. Bir yaratıcıya ve onun da dokuz kat gök içinde olduğuna inanmaları hasebiyle iktidârın gökten yere  doğru kademe-kademe dağılmakta olduğunu kabûl ederlerdi. Buna göre gökte bir Güneş olduğu gibi yerde de bir kağan bulunmalıydı. Gün doğusu, gün batısına dâima üstündü. Bu yüzden doğu’ya hükmeden batı’ya hükmedenden üstün görülürdü. Yerdeki tanrı, göktekine yâni gök-tengriye göre bir-alt tanrıdır. Bu yüzden eski ve de bâzı yeni Türkler, kağanlarını, hanlarını, hâkanlarını ve liderlerini “zıllullah” yâni Allah’ın gölgesi olarak görürler ve kabûl ederler. Kağan, han ve hükümdarlar, Allah’ın birer gölgesidirler, kendisi değil, gölgesi. Göktekinin yeryüzündeki gölgesi. Böylece gölgesi de olsalar onlar da birer tanrıdırlar. Osmanlı sarayının ana-kapısı (Bâb-ı Hümâyun) yanında yer alan yazıların sağında “es-sultan zıllullahi fi’l-arz”, “sultan yeryüzünde Allah’ın gölgesidir ve emir ve yasaklarını uygulamakla vazîfelidir” yazar. Soldakinde ise “Ye’vi ileyhi külli mazlum” yâni “bütün mazlumlar ona sığınır” yazısı vardır. İşte lâiklik denilen sapkınlık, Allah’ın yada eski Türlerin gök-tengri dedikleri gökteki ilahın yeryüzündeki işlere karıştırılmaması durumudur. Yeni Türklerin de, gökteki ilahın yerdekinin işine karıştırılmasını zinhar kabûl etmemeleri ve bunu günümüzde lâiklik adı altında ölümüne savunmalarının kökeninde bu vardır.

Yine; Türklerde “mülk” pâdişahındır, “mal” ise halkındır. Bir yer fethedildiğinde o yerin mülkü pâdişahın olur ama malları yağma etmek askerin hakkıdır. Mal halkın, mülk ise padişahındır. Bu, pâdişahın “yerdeki ilah” gibi görülmesinden dolayıdır. Lâiklikte malı ve mülkü Allah değil, insan kontrôl eder. Fakat bu şirktir ki zâten lâikliğin şirk olmasının nedenlerinden biri de budur. Çünkü gerçekte tüm mülk sâdece Allah’ındır (lehûl mülk) ve Allah’a mülkte de şirk koşulamaz.

Türkler hem İslâm-öncesinde hem de İslâm sonrasında hiç-bir zaman kitap-merkezli olmadılar. Bu nedenle de Allah hem göklerin hem de yerin Rabbi olarak görülmedi. Türklerde Allah’ın yeryüzüne ve insan hayâtına en çok yakınlaştırıldığı ve karıştırıldığı Osmanlı’lar zamânında bile, O’nun hükümleri yerdeki ilahın yâni pâdişahın hükümlerinden daha üstün olamadı. Kur’ân ve Sünnet hiç-bir zaman merkezde yada tam merkezde olmadı ve örf, gelenek ve ata inançlarıyla karıştırıldı. Fakat hak, bâtıl ile karışınca yâni gökteki ilah ile yerdeki ilahın hükümleri aynı görülünce, nefs-sâhibi olan insan en küçük bir sıkışmada gökteki ilahın hükümlerinden yüz çevirdi ve yerdeki ilahların hükümleri câri oldu. Böyle olunca da gökteki ilahın hükümleri insanlar arasında geçersiz sayılmaya başlandı. İşte “lâiklik” denen sapıklık ve sapkınlık budur.

Lâiklik, “Allah’ı göklere hapsetmek ve O’nun hükümleri yerine insanların hükümleriyle hükmetmek” demektir. Lâiklik “Allah’ı göklere, kâlplere, vicdanlara ve zihinlere hapsedip; O’nu sosyâl, kültürel, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsî vs. insanlar arasındaki yürürlükte olan hiç-bir işe karıştırmamak” demektir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir