İnsan İçin Hudud/Sınır Nerede Başlar Nerede Biter
“Sınır” İki ülke ya da şehri ayıran ve yerleşim bölgelerinin mevcut konumlarını belirleyen çizgiye, insanın yetki ve değer sınırı denilmektir. (TDK) Türkçeye Yunancadan geçen sınır kelimesi, orijinal dilinde ”synoron” şeklinde yazılır. Bu kelime başta ”sınırı aşmak” ve ”sınır çekmek” olmak üzere birçok deyimde ve kalıp ifadede kullanılır. Sınır kelimesinin yan anlamı ise mevki ve mertebedir.
Limit: Antik Roma’dan bu yana kullanılan limit kelimesi, Latince kökenlidir. Bir şeyin ulaşabileceği en yüksek noktaya limit denir.
-Komşu il, ilçe, köy veya kişilerin topraklarını birbirinden ayıran çizgi.
-Bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, uç.
-Uç, son.
-İki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut.
Mekansal sınırlar/zamansal sınırlar/sosyal sınırlar bu sınırlar insanları belirli davranışları iteler.
“Had” kelimesinin çoğulu olan “hudud” kelimesinin kökü sözlükte; sınır koymak, menetmek, vazgeçirmek, iki şeyin birbirine karışmaması için aralarına konan engel (Râgıb, el-Müfredât, had md.) ve sınır anlamlarına gelir.
Bir Kur’an kavramı olarak “hududullah”; Allah’ın insanlar için koyduğu yasalar, hüküm ve tavsiye-ler, emir ve yasaklar, farzlar, helal ve haramlar, kısaca dinî kurallardır. Dinî hükümler, insanların inanç, söz, eylem ve davranışlarını sınırladığı için “hudud” olarak isimlendirilmiştir. Bir fıkıh terimi olarak “hudud” kelimesi; hırsızlık eden, yol kesen, zina eden ve içki içen kimselere uygula-nan ceza anlamındaki “had” kelimesinin çoğuludur.
Hudud/sınır; ülkenin hâkimiyet alanlarının birbirinden ayrıldığı sınır veya iki komşu tarlayı birbirinden ayıran çizgi, haddir. Kelimenin hem tekil hem de çoğulu Türkçemize mâl olmakla birlikte, bir dilden bir dile geçen kelimelerin anlam ve ses değişikliğine mâruz kalmasının tabiî bir neticesi olarak, her ikisi de tekil anlamda kullanılmaktadır.
Had kelimesi, yukarıdaki örnekte olduğu üzere hakiki ve mücessem bir manada kullanıldığı gibi mecazi ve mücerret bir manada da kullanılabilir. Meselâ Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın vaz ettiği yasaklar anlamında; «hududullah/Allah’ın sınırları» şeklinde kullanılmaktadır. Böylece nehyedilen davranışlar, bir sahanın çizgi çekilip yasaklanmış kısmına benzetilmektedir.
Hudud kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de on dört ayette zikredilmiştir. Bunların on ikisinde bizzat «Allah» kelimesiyle tamlama hâlinde; «Hududullah: Allâh’ın sınırları» şeklinde kullanılmış, birinde «Allah» kelimesinin yerini tutan zamirle, birinde de «Allah’ın indirdiği» ifadesi ile isim tamlaması halinde kullanılmıştır.
Mesela; oruç ve itikâfla ilgili hükümleri beyan ettikten sonra;
“Bunlar «hududullah»tır. Sakın bu hududa yaklaşmayın!” (Bakara, 2/187)
Yine talâkla ilgili bir pasajda şöyle buyurulmaktadır:
“Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak karı-kocanın Allah’ın hududunu tam yerine getiremeyeceklerinden kaygılanmaları müstesnadır. Onların Allah’ın hududunu tam yerine getiremeyeceklerinden endişelenirseniz kadının (erkeğe) fidye ver(ip böylece boşan)mesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bunlar «hududullah»tır. Sakın onları aşmayın. Kim «hudullah»ı çiğneyip geçerse işte gerçek zalimler onlardır.” (el-Bakara, 2/229)
Miras taksimiyle alakalı hukuku anlatırkan de şöyle buyurur:
“Bunlar «hudûdullah»tır. Kim Allah’a ve rasulüne itaat ederse; Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur.
Kim Allah’a ve resulüne karşı isyan eder ve O’nun koyduğu hududu çiğneyip geçerse; Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (en-Nisa, 4/13-14)
Evet bu noktada her şeyin bir sınırı vardır diyebiliriz. Bundan dolayı sınırların olması, her şeyiyle sınırlı olan insanın belirli sınırlar içerisinde hareket etmesi onun düzenli ve güvende olmasını sağlar. Bunun olmadığı yerde aksi olarak güvenlik kalkar, kargaşa ve kaos başlar. Dolaysıyla, hudud/sınır; düzenli olmak, had bilme, hakka ve hukuka riayet etmektir. Yaratılmış iradeli ve iradesiz bütün varlıkların bir hududu/sınırı vardır. Bu varlıkların bir kısmı da içgüdüsel olarak buna tabidirler. Hayvanlar içgüdüleriyle kendilerine çeşitli yollarla hem alan hem de beslenme vb. sınır (teratoryum) belirlerler. Bitkiler de bu bağlamda değerlendirilmeli ve onlarında belirli sınırları vardır. Kısacası canlı cansız her varlığın bir sınırı ve alanı vardır…
Sınır; bireyin kendi varlığını diğerlerininkinden ayırt etmeyi, haklarının nerede başlayıp bittiğini anlamayı sağlar.
“Haddini bilmek” tabiri de ölçülü ve dengeli davranmaktır. İşimizde, gücümüzde, söz ve davranışlarımızda, ictimaî hayatımızda dengeli davranmak, o dengeyi “kendi iç ve dış dünyamızda da…” korumak! Orta yolu tercih emek her zaman en sağlıklı olanıdır. Nedense günümüz insanı tam tersine hep tek bir uçta olmayı tercih etmekte ve herkesten de bunu beklemektedir. Bence her türlü, “aşırılıklar…” insana ve topluma zarar verir. İnsanın kendini tanıması, bilmesi, fark etmesi çok önemli. Kendini tanıyan insan aslında haddini bilendir. Haddini aşmayandır. Haddini bilen insan, yapamayacağı işlere talip olmaz. Yanlış bir karar vermekten ve hatalı davranışta bulunmaktan kaçınır. Hatta alacağı/tevdi edilen göreve kendinin layık olup olmadığını iyice düşünür.
Haddini bilen Mü’min kul, haddi aşmaz. ‘Mü’min zaten haddini bilir. O bu özelliğinden dolayı hiçbir konuda haddini aşmaz. Mütevazi, geçim ehli, muhabbet adamı ve gönül eri olan Mü’min, “Allah’ın kulu” olduğunun bilincinde olduğu için kesinlikle egois, kibirli, gururlu, hırslı ve çıkarcı değildir. Allah’ın belirlediği hududa riayet eder; fâiz, karaborsa, kumar, rüşvet gibi haksız kazançlara tevessül etmez ve hududu çiğnemez. Mü’min özel hayatında haddini bilir. Savurganlık, cimrilikten, haset ev haram bakışdan uzak mûtedil bir hayat yaşar. Kendisini ilgilendirmeyen dünyasına ve ahiretine fayda sağlamayan “boş” işlerle uğraşmaz. Başkalarının özel hayâtıyla ve sırlarıyla ilgilenmez. Tecessüste bulunmak ve başkalarının özel hayatına vâkıf olmak istemez. Laf taşımaz, münâfıklık ve fitnecilik yapmaz.
Şuurlu Mü’min, her konuda olduğu gibi ilmi konularda haddini bilir, bilmediği konularda ahkâm kesmez. “Bilmediğini bilme”nin de ilim olduğunu bilir “Bilmediği şeyin arkasına düşme”yi cahillik olduğunun bilincindedir. (İsra 36)
İnsan nisyanla, unutmakla maluldür, bazen sınırlarımızı unutabiliyoruz, iman ettiğimiz hakikatlere rağmen yanlışlar, hatalar yapabiliyoruz. Ancak önemli olan hatada ısrar etmemek, hemen vahyin hikmetlerine hicret etmektir. Gerektiğinde Allah’tan af dileyerek, tövbe ederek, yaratılmışlara karşı ise kefaretini ödeyerek, sebep olunan zararı tazmin ederek özür dilemek ve hududuna geri dönmektir.
İnsanın beşeri münasebetlerde ve dünya ile ilişkilerinde gidip duracağı yer nereye kadardır, ve nereden öteye geçemeyeceğini gösteren sınırın adı haddir. Bu yüzden haddini bilmek insanın kendi sınırını ve alanını bilmesidir. Hakkını bilmesi ise kendisinin yetki ve sorumluluğu kapsamında bulunan konulara agâh olması anlamınadır. Unutmayalım ki haddini bilmeyene de zamanı geldiğinde haddi bildirilir. Vesselam