GenelYazarlardanYazılar

Kimin Hakkı Daha Önemli?

Sorumluluklarımızı sıraya koyacak olsaydık en başa hangisini yazardık? Elbette bu sorunun cevabı, muhatap olan insana göre değişebilir. Ancak değişmeyecek olan ise; kişinin en çok değer verdiğini en başa yazacak olmasıdır. Konu hak hukuk olduğuna göre, kimin hakkının bizim için daha önemli olduğunu tespit etmemiz gerekmektedir.

Bizi ve tüm kâinatı yaratan, yaşatan, hak ve hukukunu belirleyen, dünya ve ahirette görev ve sorumluluklarını bildiren, sonucundan sorumlu tutan, hak ve batılın ölçüsünü koyan, neyin daha önemli olduğunu belirleyen Allah Teâlâ’dır. Konuya bu açıdan baktığımız zaman, herhangi bir kuralı ihlal eden kimse, her şeyden önce kuralı belirleyen Allah’ın hukukunu çiğnemiş olmaktadır. Bu nedenle ihlal edilen hak öncelikle Allah’ın hakkıdır. Saygı duyulmaya, itaat edilmeye, tövbe ve istiğfar edilmeye layık olan da O’dur. İşlenen suçun kime zarar verdiğinden önce kime karşı işlenmiş olduğu önem arzetmektedir. Hiç bir otorite sahibi otoritesinin çiğnenmesine rıza göstermez. Saygı ister, itaat ister. Hükümranlığına kimseyi ortak etmez. Birliğine gölge düşürmez. Ortak koşanları da asla bağışlamaz. İnsana bunun önemini anlatmak için bize bizim kabullerimiz üzerinden örnek vermektedir:

“Allah size kendinizden bir misal vermektedir: Size verdiğimiz rızıklarda, emrinizde bulunan kölelerinizin de sizin mülkünüzde eşit surette hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı da sayar mısınız?! Düşünen bir millete ayetleri böylece uzun uzadıya açıklarız.” (Rum 30/28)

“Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Ondan başkasını ise, dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah’a şirk koşarsa gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.”(4/48)

“Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah’a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.”(4/116)

”Lokman (as), oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür demişti.”(31/13)

Ayetlerin ortaya koyduğu anlayışa göre şirkin, asla bağışlanmayacağı anlaşılmaktadır. Çünkü şirk,  tevhidi örten, Allah’ın birliğine ve kudretine gölge düşüren, imanı bozan bir küfürdür.  Kul hakkı ve benzeri davranışlar ise günah olarak nitelendirilmektedir. Günahla küfür kıyaslanamayacak kadar farklı şeyledir. Şirk imanı bitiren bir inanıştır. Kul hakkı yemek ise meşru görülmediği sürece sadece günahtır, vebaldir ve haram bir davranıştır. Bir haramı işlemenin,  bir farzı terk etmenin Allah indindeki durumu gibi bir günahtır. Belki diğerlerinden farkı, hem Allah’a hem de hakkı elinden alınmış kula karşı işlenmiş bir günah olmasıdır. Bağışlanmak için Allah’a tövbe edip kula da hakkının iade edilerek rızasının alınması, helalleşilmesi gerekir.

“Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için, o malları hâkimlere rüşvet olarak ta vermeyin.” (2/188)

“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”(4/29)

“İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (26/183)  Birbirimizle olan ilişkilerimiz konusundaki hüküm budur.

İnsanların ‘kul hakkı’ konusunu bu kadar öne çıkarmalarında ki asılsebep, işin ucunun dünyada kendi menfaatlerine dokunmuş olmasının payı büyük olsa gerek. İnsan o kadar bencildir ki herkesin malını çalan hırsız bile kendi malının çalınmasını istemez. Başkasının canına saygı göstermeyen cani de canının korunması ister. Aslında bu Allah’ın insana vermiş olduğu fıtrattır. İnsan işine geldiği yerde fıtratı konuştururken; Allah her yerde her zaman fıtratın tezahürünü istemektedir. Yenilen kendi hakkı olduğu zaman bütün gücüyle onu isterken; başkasının hakkını korumada aynı titizliği göstermez. Hakkını yiyenlere bağışlamayacağını haykıranlar, kendilerinin bağışlanmamasını da aynı derecede isteyebilirler mi? “Allah dilerse kişi ile kalbi arasına girer.” (Enfal 8/24)

Hz. Ebu Bekir (r.a.) Medine de en çok yardım edip gözettiği fakirlerden birisi “ifk” olayında aşırı davrandığı için ona bir daha asla yardım etmeyeceğine ve yaptığı bu işi bağışlamayacağına dair yemin etmişti. Ancak Allah Teâlâ bu işten razı olmadığı için öyle bir ifade kullanmıştır ki, taş olsanız dayanamazsınız.

“İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah’ın da sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (24/22)

Şimdi bu hükmün karşısında bağışlamayacak bir kimse olabilir mi? Allah kulunun “bam teline” dokunarak, bütün öfkesini ve intikam duygularını bitirmektedir. “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” Kuralına göre İster misiniz ki, size de merhamet edilmesin? Bunun için Müminler sonunda bir birlerine haklarını helal ederler bağışlarlar ki, Allah’tan kendilerini affetmesini istemeye yüzleri olsun!..

Bu konuda ellerinin altında haklarını korumak üzere kendisine emanet edilen savunmasız yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler için ise, tehdit daha farklı bir şiddetle yapılmaktadır:

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, muhakkak ki karınlarını ateşle doldurmuş olurlar ve cehennemi boylarlar.” (4/10)

“Allah’tan korkun da yetimlere mallarını verin, murdarı temiz ile haramı helal ile değişmeyin; onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin, çünkü o, büyük bir günahtır.” (4/2)

“Rüşt çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.” (6/152)

Bunun yanında bulundukları makamın imkânlarından yararlanarak görevini şahsi çıkarlarına alet edip milletin malını iç edenlerin durumu daha vahimdir. Bizde bir söz vardır; “tüyü bitmedik yetimlerin hakkı” diye tanımlanır. Bu durumu fırsata çevirenlerin karınlarının ateşle doldurulması hafif kalır. (Nisa 4/10)   Allah böyle bir hakkı elçilerine bile vermemiştir.

“Hiçbir peygambere ganimet malını gizlemesi (devlet – millet malını aşırması) yaraşmaz. Kim böyle bir aşırma ve ihanette bulunursa kıyamet günü aşırdığını boynuna yüklenerek getirir. Sonra da herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir, onlar haksızlığa da uğramazlar.” (Ali İmran 3/161)

Ancak kul hatasız olmaz. Herkes hata işleyebilir. İmanını muhafaza eden ve Salih amel işleyenlerin durumunu Allah şöyle değerlendiriyor:

“Ancak tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (25/70)

“İman edip iyi işler yapanların (geçmiş) kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz.”(29/7)

“İmanlarına iman katsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O’ dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.”

“İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur.” (48/4-5)

“Toplanma günü için, sizi bir araya getirdiği zaman, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür; Allah’a kim inanmış ve yararlı iş işlemişse, Allah onun kötülüklerini örter, onun içinde temelli ve sonsuza dek kalacağı, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar; büyük kurtuluş işte budur.”(64/9)

“İşte bu, Allah’ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah’tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını arttırır.” (65/5) buyurmaktadır.

Allah cümlemizi, iman edip imanının gereğini yerine getiren Salih kullarından eylesin!..

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir