GenelMektuplara Cevap

Kıyamet alametleri var mıdır? Varsa nelerdir?

SORU:  Peygamber Efendimiz (sav)’in kıyamet alameti olarak bildirdiği “Yecüc ve Mecüc”dür. İnsanlara zulmeden, bozgunculuk çıkaran Yecüc ve Mecüc kavmini engellemek için Hz. Zülkarneyn’in yaptığı muhkem sed, söz konusu fesatçı topluluğun zulmünü durdurmuştur.
Hz. Zülkarneyn’in settinin yıkılması” kıyamet alametidir .
Yecüc ve Mecüc’den Enbiya Suresi’nde de bahsedilmektedir. Bu ayette ise Kehf Suresi’nde bildirilenden daha sonraki bir döneme işaret edilmekte, Yecüc ve Mecüc “bir kıyamet alameti olarak” zikredilmektedir. Kıyamet öncesi dönemde, Kehf Suresi’nde bildirilen sed yıkılacaktır. Allah Kehf Suresi’nde şu şekilde buyurmaktadır:

“Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi haktır, dedi.” (Kehf Suresi, 98)

Kuran’da bildirildiğine göre set yıkıldığında Yecüc ve Mecüc her tepeden akın edecektir:

Yecüc ve Mecüc(ün Setleri) açıldığında, onlar her bir tepeden akın ederler; gerçek olan vaad yaklaşmıştır, işte o zaman, inkâr edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: “Eyvahlar olsun bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zalim kimselerdik” (diyecekler). (Enbiya Suresi, 96–97)

Ayetlerde gerçek olan vaad yaklaşmıştır şeklinde bildirilerek, kıyamet saatinin yaklaşmakta olduğu haber verilmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de bir hadisinde “On alamet zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz: Güneş’in batıdan doğuşu, Duman, Dâbbe, Yecüc-Mecüc, Meryem oğlu İsa’nın inmesi, üç (büyük) zelzele (Kıyamet Alametleri, Müellif: Muhammed B. Resul Al-Hüseyni, Mütercim: Naim Erdoğan, Genişletilmiş 8. baskı, Pamuk Yayıncılık, s. 247) …

Bu haberleri gerçekten böyle mi anlamalıyız? Yoksa ayetlerde geçen husus başka bir şeyimi kastediyor? Hz Peygamberin bu haberleri gerçekten doğru mudur ? Hadiste geçen Dâbbe ve diğer alametlerin Kur’an da da hükmü var mıdır ? Ayrıntılı bir şekilde bilgi verirseniz çok mutlu olurum.

CEVAP : Şunu peşinen ifade eldim ki, Peygamberler asla yalan ve yanlış bir haber vermezler. Onlar İsmet sıfatıyla sıfatlanmış kimselerdir. Ancak bu konuda “Peygambere söyletilen sözleri” Peygamberimiz (as) söylemiş midir veya  Söyleyebilir mi? diye sormamız daha doğru olurdu. Kendisine kıyamettin ne zaman kopacağı  ile ilgili soru soranlara bizatihi Allah cevap vererek şöyle buyurmuştur:

“Sana kıyametin, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır; ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (7/187)

Rabbinden böyle bir cevap alan Peygamber bunun ötesinde konuşabilir mi? Kendisine : “Kıyamet ne zaman” diyenlere; “Kıyamet için  ne hazırladın?” diye  cevap vermiştir. Kendiliğinden herhangi bir şey söylemez  “Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.” (69/44-46) tehdidi konunun ciddiyetini ifade etmektedir.

Bu konunun  hevesli olanları, istedikleri ile ilgili delil bulma konusunda hiç zorlanmamışlardır!  Bol bol hadis ihtas ederek piyasaya sürmüşlerdir. Malum hadislerde  bu vesile ile gündeme girmiştir. Bununla beraber Kur’an da geçen bazı ayetleri de bu amaçları doğrultusunda  yorumlayarak görüşlerine haklılık kazandırmaya çalışmışlardır.

Yecüc- Mecüc ile Zülkarneyn  olayını da bu amaçla  görüşlerine payanda yapmışlardır.

Zülkarneyn tabiri, kök itibariyle “kaf-ra-nun” harflerinden oluşan karn kelimesinden türeyen bir tamlamadır. “Karn” kelimesinin sözlük anlamları ise şunlardır:

Asır, insanın şakakları, erkeklerin perçemleri, kadınların zülüfleri, güneşin ışık küresinin kenarı, ışıkların ok gibi uzandığı halka, bir kavmin başında olan efendisi, arzın doğusuna ve batısına sahip olan, (cihangir) aynı çağda yaşayan insanlar, nesil, yüzyıl.                          

“Karn” kökü iki anlamına gelen bir ek ilavesiyle Karneyn şekline getirip başına da sahip anlamına gelen “Zül” ekini getirince anlam daha da değişerek “Zülkarnenyn” olmakta ki buna benzer lakaplar yani sıfatlar vardır, “Zül Cenahayn” iki kanatlı, “Zül yedeyn” iki el sahibi gibi…

Bu duruma göre “Karn” kökünü hangi anlamda alırsanız mana da ona göre değişir. Asır, yüzyıl anlamına alırsanız iki asrın sahibi, nesil anlamına alırsanız, iki neslin sahibi, hakimiyet, hükümranlık anlamına alırsanız doğunun ve batının hakimi, yani güneşin doğduğu ve battığı her yerin hakimi anlamına gelir. Bu manalardan hangisinin kastedildiğini mevzu bahis olan ayetleri okuduktan sonra anlamak daha da kolay olacaktır.             

“Ey Muhammed! Sana Zülkarneyn’i soruyorlar. ‘O’nu size anlatacağım’ de”

“Doğrusu biz onu yeryüzünde büyük bir kudret sahibi kılmıştık ve O’na her şeyin yolunu öğretmiştik.”  “O da bir yol tuttu!”

“En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman onu kara bir suda batıyor gördü. Orada bir kavme rastladı. ‘Zülkarneyn’e onlara azapta edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin’ dedik”.

“Fakat kim de iman eder ve salih ameller yaparsa ona mükafat olarak güzel şeyler vardır. O’na emrimizde kolay olanı da söyleyeceğiz.”

“Sonra o başka bir yol tuttu.”

“Nihayet güneşin doğduğu yere ulaştığında, onun güneşe karşı hiçbir siper yapmadığımız bir kavmin üzerine doğduğunu gördü.”       

“İşte bunun gibi biz onun yaptıklarının hepsini baştanbaşa biliyorduk.”

“En sonunda iki dağın arasına varınca orada hemen hemen hiç bir söz anlamayan bir kavme rastladı.”

“Dediler ki ‘Zülkarneyn, Yecüc ve Mecüc bu ülkede doğrusu bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana vergi verelim mi?’”

“Dedi ki ‘Rabbimin bana verdikleri sizinkilerden daha hayırlıdır. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir duvar yapayım.’”                

“Bana demir kütleleri getirin. Bunlar iki dağın arasını doldurunca, ‘Körükleyin’ dedi. Nihayet o bir ateş haline gelince, ‘Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim’ dedi”.                                     

“Onlar artık onu ne aşabildiler, ne de delip geçebildiler.”                      

“Dedi ki ‘Bu Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin verdiği söz gerçektir.’”

Ayetlerin ifadesinden de açıkça anlaşılan odur ki Allah’ın seçip öğrettiği kimsedir. Toplumun efendisi, doğu ve batının hakimi, nesillerin selam olsun dediği bir insandır. İnanmayanların küfründen, cahillerin vasıflandırmalarından uzak Allah’ın seçkin kullarından bir kuldur. Bütün yaptıklarını Rabbinin bir rahmeti olarak bilip ona hamdeden ona sonsuz imanını arz eden bir insan olduğunu (18/98) görüyoruz.

“Onlar birer ümmettirler gelip geçtiler onların yaptıkları onlara sizin yaptıklarınız sizedir” hükmü uyarınca onlardan geriye kalan sadece bu kıssa olmuştur.

Zülkarneyn’in Ye’cüc ve Me’cüc olayıyla bağlantısı ise (18/99) da geçen “Biz o gün onları bırakırız dalgalar halinde birbirlerine girerler. Ve Sûra üflenir. Böylece hepsini bir araya toplarız”(21/95-97) ayetleriyle birleştirerek bu kavmin hala bu setin arkasında yaşayıp çoğaldığını ve kıyamete yakın, bu seti yıkarak yeryüzünü istila edecekleri iddiasıdır. Bu iddianın gerçekle bağdaşması mümkün değildir. Bugün dünyanın keşfedilmedik yeri kalmadığı gibi aya ve yıldıza gidilmeye başlanmıştır. Bilinen kara parçası üzerinde böyle bir toplumun varlığına rastlanmış değildir. Tarihin bir döneminde yaşamış ve gitmişlerdir. Gidenler geri dönmediklerine göre onlarda geri dönmeyecektir.

Bu konunun doğru anlaşılması doksan üçüncü ayetin anlaşılmasına bağlıdır. Meselenin püf noktası oradadır. Zülkarneyn “hiç laf anlamayan bir kavme rastladı”. Bu laf anlamayan millet içinde laftan anlayanlar da olmalı ki veya dağın bu yakasında yaşayanlar laftan anlayan iyi insanlar, öbür yakasında yaşayanlar da laf anlamayan fitne çıkartan insanlardır. Yani Yecüc ve Mecüc’tür.

Bu ifade fitne çıkartanlara verilen bir sıfat olması daha muhtemeldir.  O toplumu bozan, kural tanımayanlar kastedilmiştir. Enbiya Suresi’nde bahsedilen konu toplumsal bir yasadır. (21/ 92-97)

“Ey insanlar gerçek şu ki sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Çünkü hepinizin Rabbi benim. Öyleyse yalnız bana kulluk edin. Ama insanlar arasındaki bu birliği param parça ettiler. Hem de sonunda bize döneceklerini unutarak. Yinede kim iman ile salih amel işlemiş ve bir gayret ortaya koymuş ise onu inkar etmeyiz onu lehine kaydederiz.

“Fakat yok etmeye karar verdiğimiz toplumun (günahkarlık yolundan) bir daha geri dönmesi mümkün değildir.”

“Ta ki Yecüc ve Mecüc’ün (yani fitne çıkartan söz dinlemeyen Zülkarneyn’in mahkum ettiği insanlar gibilerinin) dünyanın her yerinde çıkarılacakları zamana kadar ki o zaman kaçınılması mümkün olmayan kıyamet günüdür. O gün inkar edenlerin gözleri yuvalarından oynayacak ve birbirine yazıklar olsun biz bu güne karşı umursamazdık ve zalimdik diyecekler.

Bu ise kıyamet sahnesinin cereyan ettiği gündür. Vurgulanmak istenen, helakine hükmedilen bir kavmin kıyamete kadar tuttukları günahkar yollarından dönmeyecekleridir.  Bu Kur’an’da “Sünnetullah” çerçevesinde verilen bir ilkedir. Hiçbir kavim helak edilecek boyuta geldikten sonra asla itaate dönmemiş ve yaptıklarından pişmanlık duymamışlardır. Sonuna kadar kendilerini haklı, yollarını da doğru olarak vasıflandırmışlardır.

Ancak bu iddianın aksine haksız ve zalim olduklarını kıyamette kabul edecekler fakat iş işten geçmiş olacaktır… Burada geçen Yecüc ve Mecüc ifadelerinin bir kavmin ismi olmaktan ziyade, kıyamet saatiyle ortaya çıkacak olan bir dizi toplumsal felaketlerin ve fitnelerin adıdır. Bu konuda Buhari ve Müslim’e dayanan bazı rivayetlere bakarak Arap dünyası Yecüc ve Mecüc olayını orta çağdan beri bekleyip durmaktadır. Bazıları bunu Moğol istilası ile birleştirmiş ve bu ismi onlara vermiştir. Bir kısım müfessirler ise kıyameti haber verecek gaybî bir ihbar olarak takdim etmişlerdir.

Enbiya suresinin 96-97. ayetlerine dayanarak kıyamete beş kala meydana gelecek, insanlığı yok edecek felaketler zincirinin başlatılmasıdır ki hemen ardından insanların şöyle dediklerini görüyoruz:

“O zaman ki, Hakkı inkâra şartlanmış olan insanların gözleri yerinden oynayacak ve birbirlerine ‘vah bize’ bu kıyamet sözüne karşı hep umursamazdık çünkü biz zulüm ve kötülük yapmaya meyyaldik.”(21/97)  Bu ayet ise  kıyamet alametini değil kıyamet sahnesinin cereyan ettiği bir anı anlatmaktadır.

Dâbbe : Debb veya Debib , Debelenmekte olan canlı, Hafif yürüme, Debelenme hareketi v.b. gözle görülmeyen canlılar için kullanılır. Tefsirlerde kıyamete yakın çıkacağına inanılan varlık olarak anlatılmakta ise de anlatılanla pek ilgisi yoktur. Kur’an da hesap günü insanlara suçlarını ispat etmek için Allah’ın takdir buyurduğu yöntemlerden biri olarak anlatılmaktadır. Ellerin konuşturulup, ayakların şahit tutulduğu gün: “Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir canlı çıkarırız ki o, onlara, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıkların söyler. (27/82) Burada “kendilerine söylenen” in ne olduğunu doğru tespit etmek için ayetin devamına bakalım: “O gün her ümmetin ayetlerimizi yalanlayanlarını toplarız. Onlar bir arada tutulup, hesap yerine sevk edilirler.  Nihayet, (hesap yerine) geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi?  Yaptıkları haksızlıktan ötürü, (azaba uğrayacaklarını bildiren) o söz gerçekleşmiştir; artık onlar konuşamazlar.” (27/83-85) Yine bu olay da kıyamette yani insanların diriltilip hesaba çekileceği zaman gerçekleşecek olan bir  olaydır. Daabbe’nin de Kıyamet alametleriyle bir ilgisi yoktur.

Mesih’in İsa (as)ın gelmesi: Hz. İsa (a.s)’nın yeniden dünyaya gelmesi konusunda Kur’an herhangi bir işarette bulunmamaktadır. Ancak İsa (a.s)’ın da diğer elçiler gibi bir elçi olduğunu, görevini yapıp Rabbine kavuştuğunu, hesap günü diğer peygamberler gibi onunda hesaba çekileceğini ve vereceği cevabı Kur’an şöyle özetliyor:

“Allah buyurdu ki; Ey İsa ben seni vefat ettireceğim (öldüreceğim), seni katıma yükselteceğim, inkar edenlerden seni tertemiz ayıracağım, sana uyanları kıyamet gününe kadar inkar edenlerden üstün tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır. Ayrılığa düştüğünüz konularda aranızda hükmedeceğim.”(03/55).

“Şüphesiz gerçek olan haber işte budur. Allah’tan başka ilah yoktur. Doğrusu Allah güçlüdür hakimdir.”(03/52)

“Allah’ın katında İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı, sonra ona ‘ol’ dedi, o da oluverdi”(03/60). “Gerçek Rabbindendir. O halde şüphelenenlerden olma”(03/60). “Yine inkarları ve Meryem’e büyük iftira atmaları sebebiyle (Allah onların kalplerini mühürledi)”,  “Bir de Allah’ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük demelerinden ötürü (lanetlendiler). Onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat öldürdükleri onlara İsa gibi gösterildi. O’nun hakkında ayrılığa düşenler kesinlikle şüphe içindedirler. Bu hususta bilgileri yoktur, ancak zanna uymaktadırlar, kesin olarak onu öldürmediler”(04/156-157). “Bilakis onu Allah kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir”(04/158).

Burada Allah’ın katına yükseltilmesi 3/55’de “seni onların mekrinden kurtaracağız, eceline eriştireceğiz, seni vefat ettirip katımıza yükselteceğiz” ayetiyle birlikte düşünülmesi gerekir. Önce vadedilen şeyin, sonra gerçekleştirildiği bildiriliyor, vefat etmeden Allah katına yükselmesini değil. Burada ‘Allah katına yükselme’ ifadesi de mecazen kullanılan bir iltifattır.

“Meryem oğlu Mesih sadece bir peygamberdir. Ondan önce de bir çok peygamber gelip geçmiştir. Annesi de çok doğru bir kadındı. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra da onlar nasıl yüz çeviriyorlar .”(05/75)

Allah ahirette hesap günü hem peygamberleri hesaba çekeceğini hem de onun ümmetini sorgulayacağını bildiriyor. İşte bu sahneden bir bölüm sunuyor bizlere:

“Allah, Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara “Allah’tan başka beni ve annemi iki İlah edinin” diye sen mi söyledin? demişti de İsa, “haşa hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer söylemiş olsaydım şüphesiz sen bunu bilirsin, sen benim içimde olanı bilirsin, ben senin içinde olanı bilmem. Şüphesiz ki görülmeyeni bilen ancak sensin sen” demişti”(05/116). “Onlara senin bana emrettiğinden başkasını söylemedim. Benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin dedim. Aralarında bulunduğum sürece onların üzerinde gözcüydüm. Sen beni öldürdükten sonra ise onları gözetleyici sadece sen oldun. Sen her şeye şahitsin”(05/117). “Eğer onlara azap edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, güçlü ve hikmet sahibi olan ancak sensin, sen!”(05/118); “Allah buyuruyor ki! Bu doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür…”(05/119). İşte İsa’nın durumu bundan ibarettir.

Elçi olarak diğer elçilerden farkının olmadığını (05/75) yaradılışta Adem’in durumu gibi olduğunu, Ademi topraktan anasız ve babasız yaratan Allah, İsa (a.s)’ı da babasız yarattığını (03/60), sonra onu yaşatıp öldürdüğünü beyan eden ayetleri insanlığın akledip anlaması için açık açık ortaya koymasına rağmen nasıl olur da İsa (a.s)’ın tekrar geleceğini kapalı tutar? Allah kelamını “anlaşılması için açık bir dille indirdiğini”(12/02) bildiriyor. Allah’ın bildirdiklerinden anladıklarımıza göre, İsa ve Mehdi gibi zatların geri gelmeyeceğidir. Diğer insanlar gibi yaratılmış, yaşatılmış ve görevlerini ömürleri süresince yapmaya çalışmış Allah’ın kullarıdır. Ömürleri son bulunca da vefat ettirilerek Rablerine kavuşmuşlardır. Onlar yaşadıkları sürece kul olmanın bilincinde olmuşlar ve Allah’ın lütfuna mazhâr olmuşlardır. Bugün bize düşen de Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkarak Allah’ı razı etmenin yolunu tutmaktır.

İsa da Musa da Muhammed (a.s) da gelse, hepsi birbirine yardımcı olsalar bile, biz hidayeti istemedikçe onlar bizi hidayette kılamazlar. Biz hidayeti isteyince ise İsa’nın ve Musa’nın ve de Muhammed (a.s)’in yeniden gelmesine gerek yoktur. Çünkü Allah’ın kullarına gönderdiği hidayet kaynağı Kur’ an elimizin altında duruyor. Geçmiş ümmetlerin ve peygamberlerin başına gelenler uzun uzun anlatılıyor ve sonunda şu ifadeye yer veriliyor; “İman ettik demekle kolayca cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? (29/2-3) Geçmiş ümmetlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz?”(2/214) Cennete girmek için İmanla birlikte gayretlerin tümünü ifade eden Salih amel sahibi olmak, elden gelen gayretin tümünü göstermek  gerekmektedir. Bu yoksa İsa (a.s) da Musa (a.s) da bizi kurtaramaz

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir