GenelMektuplara Cevap

Kuranda geçen kalplerin kulakların gözlerin mühürlenmesi ifadelerini nasıl anlamalıyız?   

SORU: Çoktandır şu ayetler gurubu üzerinde düşünüyorum. “Allah`ın Kalpleri, kulakları, gözleri mühürlemesi, saptırması ” vb ayetler. İnsan ister istemez düşünüyor Allah insanı saptırır veya kalbini mühürler mi? Yoksa bunun başka bir anlamı var da çeviri yapanlar bu anlamı mı tercih ediyorlar? Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim.

CEVAP: Bu ve benzeri ifadeler Kur’an da bir çok defa kullanılmıştır. Malum olduğu üzere Kur’an Arapça indirilmiş ve Arap edebiyatının edebi sanatlarını da kullanarak onların usul ve üslubuyla hitap etmiştir. Bu cümleden olarak burada kinaye sanatı ile bir gerçek ifade edilmiştir.

Kinaye: Bir sözün, benzetme amacı güdülmeden, hem gerçek hem de mecaz anlamını düşündürecek biçimde kullanılmasına denir. Bu ifadelerin geçtiği birkaç ayet üzerinde durumu değerlendirmemiz konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Örneğin; Bakara suresinin 6. ve 7. ayetlerinde vurgulanan durum:

“Kâfirlere gelince onları uyarsan da uyarmasan da aynıdır; onlar iman etmezler.  Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de bir  perde vardır. Ve büyük bir azap onlar içindir.” (2/6-7)

Bu ayetlerde geçen “Mühürleme  ve perdeleme” ifadeleri hem gerçek hem de mecaz anlamlarını düşündürecek bir biçimde kullanılmıştır. Gerçekte Allah kimsenin kalbini ve kulağını mühürleyerek duymaz, hissetmez; gözünü perdeleyerek görmez halde kılmaz. Ancak yaratıcının eşyaya verdiği özellik her zaman ve mekanda hükmünü icra edecek biçimde  yaratılmıştır. Örneğin görme özelliğini ele alırsak : Bir kimse dönüp bakmadığı istikametteki bir cismi ne kadar yakında olsa da göremez, Göze verilen özellik ancak baktığı istikametteki belli mesafede, belli büyüklükte, belli bir biçim ve renkte, belli bir ışık altında  görecek şekilde yaratılmıştır. Bu şartlardan biri olmadığı zaman görme eylemi gerçekleşmez. Her şey var ama ışık yok ise, göz görme eylemini gerçekleştiremez. Göze bu özelliği veren ise hakikatte Allah Teala’dır. Eşyaya verdiği özelliklerin esas faili Allah olduğu için bu yönüyle de hakikat anlamı hatırlatılmaktadır. Yani Allah size hakikatleri görmek için göz vermiştir. Ancak bunu görmek için bunlara gerçekten bakmanız ve üzerinde düşünmeniz, muhakeme ve mukayese yapmanız gerekir. Görmek için gözünüzü, işitmek için kulağınızı, anlamak  için gönlünüzü bu işe vermeniz / alıcılarınızı açmanız  gerekir. Sizler bu istikamete dönüp bakmayı, anlamayı dinlemeyi, düşünmediğinizden kinaye olarak kalbinizi ve kulağınızı mühürlemiş, gözünüzü perdelemiştir. Esasta perdeleyen kulun ilgisizliği, değer vermeyişi ve görmek istemeyişidir. Nitekim  Yasin suresinde : “Senin inzar’ın gayba iman eden ve zikre tabi olanlara fayda verir.”  (36/11) buyurulmuştur. Uyaran kimse Allah’ın elçisi de olsa uyarılanlar anlamak, dinlemek  istemedikleri takdirde hiç kimse  bir kelime  bile anlatamaz. Adeta bütün anlama cihazları mühürlenip kapatılmış sağır ve körler gibidir.  Bu ifadeleri böyle anlamamız gerekir. Çünkü işin hakikati de böyledir.

“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.  Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeridir “ (18/28-29)  Bundan başka 76/29, 78/39, 80/12, 25/57. ayetleriyle de kulun istediğini yapmada herhangi bir engel olmadığı, dilediğini yapma imkanının hiçbir zaman elinden alınmadığı açıkça  bildirilmiştir.

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırdedilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.”(2/256)

“Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur. “ (42/8)

“İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? Yığın yığın mal tüketmişimdir diyor. O, kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor? Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi? Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi? Fakat o, sarp yokuşu aşamadı.” (90/5-11)  ayetleriyle de yine tercih hakkının insanda olduğunu, bu konuda bir zorlamanın olmadığını ortaya koymaktadır. Ayetlerde geçen “dilediğini rahmetine erdirir, dilediğini hidayette kılar” şeklinde ki ifade biçiminin, kinayeli bir anlatım biçimi olduğunu daha önce anlatmıştık. Bu ifade biçimiyle şu iki şeyin vurgulanmış olması da düşünülebilir:  Birincisi Allah’ın yarattığı mahlukata mahkum olmayıp her konuda istediğini istediği gibi yapma hakkına ve gücüne sahip olduğunu ihsas ettirmek; ikincisi ise, kul kendi iradesi ile hidayeti isterse hidayeti, dalaleti isterse dalaleti vereceğini ve onun tercihine asla müdahale etmeyeceğini bildirmesidir. Bu anlayışın Kur’an’ın bütünlüğüne de uygun olduğu izaha muhtaç olmayacak kadar açıktır. Aksi halde kulu yaptıklarından sorumlu tutmak adalet ilkesiyle bağdaşmazdı

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı