
Meşveretin Yeri Ve Önemi
“Onlar, Rablerinin çağrısına uyarlar ve namazı dosdoğru kılarlar. İşlerini birbirlerine danışarak yaparlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayırda harcarlar…” (Şura, 38)
Hürriyet kavramı doğal hukuk kaynaklı olup insana doğuştan verilen temel hak ve özgürlüklerin en önemlisidir.
Keza düşünce ve fikir özgürlüğü de…
Bunlar, insanı insan yapan en belirgin özellikler…
Toplumu ilgilendiren konularda her bireyin fikri önemlidir ve insanlar eşit şart ve koşullarda duygu ve düşüncelerini serbestçe korkmadan dile getirebilmelidir.
Tüm insanlık içerisinde en büyük örnekliği temsil eden hz peygamber de bu hususa ayrı bir ehemmiyet atfederdi.
O ashabıyla müşavere eder, onların fikrine saygı duyardı.
Hakkında nas olmayan konularda düşüncelerin serbestçe zikredilmesini teşvik eder, muhalif önerileri dışlamaz, fikre değer verirdi…
Etrafındaki herkes duygu ve düşüncelerini söyleme özgürlüğüne sahipti.
Ve hayatı boyunca hep böyle yaptı.
Bu, doğruya ulaşmaya yönelik bir çaba idi.
Karşı fikirler ileri sürenleri anlayışla karşılar, asla rencide etmezdi.
Ve her daim eleştiriye açıktı…
Ortak problemlerin istişareyle çözülmesini emreder, sorunun tarafı olan hiç kimseyi bunun dışında tutmaz, rızayı esas alırdı.
Ve tüm bunların 1500 yıl önce, krallar/ yırtıcı melikler döneminde gerçekleşmiş olması onu daha değerli kılmaktadır…
***
İnsanın yanlışı seçme özgürlüğü vardır ve bunu kimse engelleyemez.
Buna, Allah’a inanıp inanmamak konusu da dâhil…
Onun zamanında insanlar iman edip etmeme konusunda hür olduğu gibi, iman ettikten sonra da alınan kararlara katılma ve o kararların sonuçlarına uyma konusunda tamamen serbestti.
Nitekim alınan kararlara mazeretsiz uymayıp savaşa katılmayan ya da yarı yoldan dönenlere bir süre konuşmama gibi bir tavır almanın dışında hiçbir müeyyide uygulamadı.
Namazı eksik kıldırmış, sahabi onu uyarmış ve o da: ‘‘Namazda herhangi bir değişiklik olsaydı, mutlaka sizlere haber verirdim. Fakat ben de sizin gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Unuttuğum zaman bana hatırlatınız…” (Buhârî, Salât, 31) demişti.
Bir peygamber olarak kendisine böyle bir hatırlatma yapıldığı zaman hiçbir gurura ve kibre kapılmadan ‘‘Ben de sizin gibi bir insanım. Sizlerin unuttuğunuz gibi ben de unutabilirim…’’ diyerek yanlış olduğunu düşündükleri bir şey yapması durumunda karşıdakileri cesaretlendirmekte, kendilerine olan güvenlerini arttırmakta ve yanlışı kim yaparsa yapsın usulünce söylenmesi gerektiğini önemle vurgulamaktadır.
Allah Rasûlü’nün bir idareci olarak en önemli özelliği; oto kontrol mekanizmasını dinamik hale getirmesidir.
Bu mekanizma işlevsel olduğu müddetçe makam ve mevki sahibi insanların yapacakları fiil ve eylemlerde daha dikkatli olmaları gerekmektedir.
Böyle bir davranışın temel hedefi, insanların açıklarını bulmak veya eksikliklerini ortaya çıkartmak değil, hakikati bulma arayışıdır.
Nübüvvet makamında bulunan Hz. Peygamber’in dinî konularda uyarılması karşısında onun: “Ben bir peygamberim, bu konuları sizlerden daha iyi bilirim, sizler kim oluyorsunuz da beni uyarma cüretinde bulunuyorsunuz…” demek yerine böyle bir uyarıyı olgunlukla karşılayıp, muhalefetin önündeki engelleri kaldırması oldukça önemlidir.
Yine o, Medine ye hicret ettiğinde orada yaşayan tüm din ve inançtan topluluklarla ilişki kurarken toplumu ilgilendiren her konuda onlarla istişare etmişti.
“Hz. Peygamber, Medine’ye yerleştiği ilk andan itibaren şehrin iç barışını ve güvenliğini sağlamak için elinden gelen hiçbir şeyi esirgemedi. Medine’yi oluşturan; Müslüman, gayrimüslim, Arap, Yahudi bütün kesimlerle şehrin durumunu istişare etmek üzere toplantılar yaptı. Bu istişareler sonucu taraflar şehri, üzerinde uzlaşacakları ortak bir sözleşme (anayasa) çerçevesinde yönetmeye karar verdiler. Bugüne kadar bizlere eksiksiz şekilde ulaşmış olan bu toplumsal mutabakat, İslam’ın ilk idari ve anayasa modeli olduğu gibi aynı zamanda yeryüzünde bilinen ilk yazılı anayasa olma özelliğine de sahiptir.” (1)
***
“Şura konusu ise, sanıldığı gibi idarecinin bilmediği veya başka görüşlerden istifade etmek istediği zamanlarda başvurabileceği bir durum değildir. Yine şura, idarecinin keyfine bırakılmış isterse başvuracağı, istemezse hiç de başvurma gereği duymayacağı bir konu da değildir. Şura, yasal ve kurumsal bir zorunluluktur ve idari sürecin zorunlu bir organıdır. Yöneticinin şura kararlarına uyma zorunda olduğuna dair en güzel örnek, Hz. Peygamber’in Uhud savaşındaki tavrıdır. Resulullah, hiç istemediği halde, istişare sonucunda ulaşılan karar doğrultusunda hareket ederek, meydan savaşı yapma görüşünü onaylamıştır…” (2)
Mevdudi; “Onların işleri aralarında istişare iledir…” (Şura, 38) ayetini açıklarken; “İstişarenin terk edilmesini, Allah’ın nizamına karşı gelmek olarak değerlendirir.
“Ortak yapılması gereken işlerde hiç kimsenin kendi keyfine göre karar verme hakkı yoktur. Karara bağlanacak bir meseleyle ilgili olan ve karardan etkilenecek herkes mesele hakkında aydınlatılmalıdır” der.
Ve devam eder: “Bu (şura), müminlerin en iyi özelliklerinden kabul edilir. Öyle ki bu husus Al-i İmran 159’da “emir” şeklinde beyan edilmiştir. Dolayısıyla, İslam toplumunda istişare yapmaksızın işleri yürütmeye çalışmak sadece cahillik değil, Allah’ın nizamına karşı gelmektir… Toplumsal sorumluluk alacak olan kimseler, halkın onayıyla seçilmelidir. Halk hiçbir korku duymadan, hiçbir baskıya maruz kalmadan ve serbestçe seçebilirken, seçilme durumunda olanlar da gayri meşru metotlara (Örneğin, rüşvet, hile, tehdit vs.) başvurmamalıdır. Toplumun başındaki liderin şura heyeti, o toplumun güven duyduğu kimselerden oluşmalıdır. İstişare esnasında şura heyetine mensup temsilciler, tercihlerini iman, ilim ve samimiyet çerçevesi dahilinde kullanmalıdır. Tercihlerini özgürce yapabilmeleri için baskı, rüşvet, grup çıkarlarından etkilenmeden, kendi inandıkları ve bildikleri doğrultuda hareket etmelidirler. Şayet onlar tercihlerini bu şekilde kullanmayacak olurlarsa, mezkur ayeti ihlal etmiş olurlar… Nitekim Allah, “Onların işleri aralarında istişare iledir” demekle kalmamış ve “Yapacağın işler hakkında onlarla istişare et” diye emretmiştir…” (3)
***
O halde Müslümanlar meselelerinde kararlar alırken onu örnek almalı, onun pratiklerini hayatlarında uygulamalıdır.
Hakkı ve hakikati daha iyi anlayabilmek, yapılan davranışların doğruluğunu ve yanlışlığını görebilmek, ortaya çıkan sorunları çözebilmek, batıl inanç ve inanışlardan uzak durabilmek, tutarlı ve mantıklı bir inanç yapısına sahip olabilmek ve yaşanılan hayatı anlamlandırabilmek için istişare mekanizmasının mutlak olarak kullanılması gerekmektedir.
Bu durum islam toplumlarında bireylerin Allah’ın kendilerine verdiği aklı, dinamik kullanmayı ve durağan olmamayı sağlayacaktır.
İstişarenin yaygınlaşması fikir, ifade ve düşünce özgürlüğünün yanında sorgulama, araştırma, inceleme ve eleştiri yapabilmenin önündeki engellerin kalkmasını getirecektir.
Ancak hz peygamber sonrası İslâm dünyasında bu kavramlar çok işlerlik kazanmamış, mevcut yönetimlerin daha rahat yönetebilme ve istedikleri gibi islam dünyasını sömürebilme iştiyakları yüzünden akamete uğramış, görmezden gelinmiştir.
Otoriter ve baskıcı iktidarlar itaat kültürünü yaygınlaştırmış, sorgulama ve eleştiri tehdit görülmüş, muhalefet kavramı yok edilmiş, istişare ve şura rafa kaldırılmış, tek adam rejimleri makbul sayılmıştır.
Halbuki bu kavramların işlerliği ve muhalif düşünceye saygının yaygınlığı o toplumun ne kadar dinamik ve zinde olduğunun bir göstergesidir.
İslam toplumlarında aklı kullanma, sorgulama, eleştirme, fikir, ifade ve düşünce hürriyeti, diğer toplumlardan daha çok olmalıdır.
Çünkü gerek Kuran’da gerekse de Hz. Peygamber’in uygulamalarında aklın kullanılması ve olaylara eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşılması islam toplumlarında olmazsa olmaz uygulamalardandır.
Allah’ın kitabı ve Hz. Peygamber’in hayatı iyi analiz edilirse, konunun ehemmiyeti anlaşılacaktır.
Yüce Allah, Kuran’da şöyle buyurmaktadır: ‘”Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir…” (Enfal, 22)
“Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.” (Yunus, 100)
Kitabın genelinde çok sayıda ayette Allah iman edenlere akıllarını kullanmalarını emreder.
Akledebilmek, düşünebilmek fikir sahibi olabilmek kanaat açıklayabilmek için yaşama alanlarında özgür bir ortamın oluşması şarttır.
Otoriter ve baskıcı idareler, muhalif düşünceye izin vermez.
Toplumların gelişip kalkınabilmesi ancak özgür toplumlarda mümkündür.
O yüzden Hz. Peygamberin örnekliği; onun düşünce fikir ve ifade hürriyetine verdiği değer önemsenmelidir.
Çünkü düşüncelerine saygı gösterilen insanların yaşadığı toplumlar aidiyet duygusunun olduğu, moral ve motivasyonun üst seviyede gerçekleştiği toplumlardır.
***
Hazreti peygamberin hayatta iken uyguladığı özgürlükçü tavrın yansımalarını bugünün İslam dünyasında göremiyoruz maalesef…
O hiç kimseyi hiçbir şekilde baskı altına almayıp zorlamadığı halde islam toplumları bugün farklı düşünen muhalif olan biat etmeyen insanların zindanlara tıkıldığı, işkencelerden geçirilip yok edildiği coğrafyalar hüviyetinde…
O kutlu nebinin ahirete irtihali sonrası onun getirmiş olduğu özgürlük ortamı yok edilerek tekrar islam öncesi baskıcı krallar/ melikler dönemlerine geri dönüldü.
Hem de aynı hristiyanlardaki kilise/ruhbanlık ilişkisi benzeri islam kralları ile onları her konuda tasdik eden fetvalar yayınlayan ulema arasındaki ortak menfaatler bağı gibi…
Din sadece bir takım ahlak ve ibadet kurallarına indirgenerek islamın özgürlükçü ruhu yok edilip istişare şura ve çoğulculuk gibi kavramlar katledildi.
İslam coğrafyasının her alanında artık isyankar, zalim, şeytani idareler hakim.
Bunun getirisini de hep beraber en bariz örnek olarak Filistinde yaşıyoruz.
Bir avuç siyonistin müslümanların üzerine aç akbabalar gibi çöreklenişi karşısında yaklaşık iki milyara ulaşan nüfusu ile islam dünyasının çaresizliğini her gün canlı yayınlarla görüyor izliyoruz.
Tüm islam kralları yeşil saraylarda mutlu mesut yaşarken müslümanların soykırımı ve kutsal beldelerin akıbeti hiç kimsenin umurunda değil.
Yaşadığımız yüzyıl ve bizler, yani günümüz nesli imtihanımızı düzgün veremedik.
Çevremizde yaşanan baskı ve zulümlere gereken tepkileri gösteremedik, müdahale edemedik, kötülükleri önleyemedik.
Ve geldiğimiz noktada hülasa, hak hukuk özgürlük adalet gibi kavramlar tozlu raflarda yeni dindar nesilleri bekliyor…
Şüphesiz adaleti, istişare şura ve çoğulculuğa gereken önemi veren nesiller sağlayacaktır…,
“Gerçek şu ki biz insanı bir sıvı karışımından yarattık. Özgür iradeleri ile yapacakları şeyler ortaya çıksın diye; kendisini iştir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör…” (İnsan, 2-3)
Selam ve dua ile…
Notlar:
(1) Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c.1, s.189.
(2) Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslâm Daveti, Pınar Yayınları, c.2, s.145-146.
(3) Mevdudi, Tefhimul Kuran, İnsan Yayınları, c.5, s.244-247.