GenelYazarlardanYazılar

Mi’raç Kandili

Ülkemizde kandiller “hurafe” pazarlama zamanlarıdır. Müşterisi bir hayli fazla olan bu zaman dilimleri kendine has ritüeller, kısa mesaj ve mail furyası ile de bir hayli renkli geçiyor. Bu nedenle bir hatırlatma yapmak istedim.

İsra hadisesi (17/isra: 1) siyerin en gizemli ve tartışmalı konularından birisidir. Olaya sonradan eklemlenen Mi’raç “mit”i ile konu daha gizemli ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır. İsra olayının ve Mi’raç anlatısının birbirinin devamıymış gibi sunulması da başka bir garabet. Hâlbuki mahiyetini tam olarak bilmesek de İsra gerçek bir olay, Miraç sanal bir anlatı/uyarlamadır.

Fazlurrahman’a göre; Mi’raç, Sünniler tarafından İsa’nın göğe çıkışına benzer bir şekilde geliştirilip, hadislerle desteklenen, malzemelerini çeşitli kaynaklardan alan tarihi bir kurgudan başka bir şey değildir.

Ayette geçen “İsrâ” kelimesinin anlamı gece yolculuğu demektir ve malum olduğu gibi söz konusu ayet de Hz. Peygamberin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yaptığı gece yolculuğunu anlatılmaktadır. Mescid-i Haram’ın Kâbe olduğu bilinmekle beraber, Mescid-i Aksa’nın neresi olduğu tartışmalıdır. Olayı coğrafî zeminde değerlendirenler iki farklı mekândan söz etmektedirler. Birincisi; Beytü’l-Makdis yani Kudüs’tür, diğeri ise Mekke’ye bir gece de gidip gelinebilecek (yaklaşık 30 km) uzaklıkta olan Cirane vadisinin kuzeyinde olduğu söylenen müşriklerden kalma bir mescittir. Bu görüş ayrılığının temel nedeni Mescid-i Aksa’nın söz konusu ayetin nazil olduğu vakitte mevcut olmamasıdır. Zira Mescid-i Aksa Emevi Halifesi Adulmelik (661) zamanında inşa edilmeye başlanmıştır. Bu durumda Kur’an’da geçen Mescid-i Aksa isminden kastın, bir mescid ismi değil de Beyt’ül Makdis’i de içine alan coğrafi bir bölgenin ismi olarak düşünülmesi gerektiği şeklinde izahı yapılmıştır. Bizce de makul olan bu görüştür.

Tartışmalı ve görüş ayrılığı olan bir başka konu da, İsrâ olayının rüya boyutunda mı gerçekleştiği, yoksa fiilî olarak mı yaşandığı konusudur. İsrâ olayına inanmak vaciptir. Ayetle sabit olduğu için inkârı söz konusu değildir. Necm suresinin 57. ayetindeki; “Orada Muhammed’in gözü kaymadı; sınırı da aşmadı.” ifadesini İsra olayı ile ilişkilendirerek söylersek, “gözün kaymaması ve sınırı aşmama” bedenî bir haldir. Bu sebeple olay uyanıkken ve ruh-beden bütünlüğü içinde gerçekleşmiştir diyen âlimlerin görüşü, olay ruhen veya rüya boyutunda gerçekleşmiştir diyenlere göre daha tutarlı görünüyor.

İsrâ olayının hangi boyutta gerçekleştiği tartışılması bir yana bu olayın değeri, amacı ve zamanlaması çok anlamlıdır. Zira Hz. Muhammed’in peygamber oluşuyla başlayan, putperestlerin Müslümanlar üzerindeki baskıları; Peygamberin ailesi ve az sayıdaki Müslümanlara karşı risâletin altıncı yılında başlayıp üç yıl süren ve büyük acıların çekildiği ekonomik ve sosyal boykota dönüştü.

Bu katlanılması güç sıkıntılar yetmezmiş gibi Resûlullah, kısa aralıklarla sevgili eşi Hz. Hatice ile amcası ve hamisi Ebû Talib’i kaybetti. Malumunuz Resûlullah’ın bu kayıplardan duyduğu büyük üzüntü sebebiyle bu yıla “hüzün yılı” denildi.

İşte bu acılı olayların ve sıkıntılı günlerin ardından Yüce Allah, bir bakıma sevgili Resulünü, sabır ve tahammülü dolayısıyla hem teselli etmek hem de ödüllendirmek ve moral motivasyon-enerji takviyesi yapmak için böyle bir yola başvurmuştur. Olay Hz Peygamberin şahsî tecrübesidir. Mahiyeti hakkında da çok fazla bilgimizin olmadığı bir nevi ödüllendirmedir.

Mi’raç konusu çok netameli bir konudur. Din kitaplarında bir “mitos” gibi anlatılıp ince ayrıntılara girilen Mi’raç’a inanmak ne vacip, ne de sünnettir! Belki de günahtır. Neden mi? Çünkü bu anlatı apaçık Kur’an’a ve tarihi olaylara aykırıdır. Böyle yapmakla yüceltelim derken Hz Peygambere yalan isnat edilmekte ve iftira atılmaktadır! Bunu yapanlar Peygamberimizin; “Kim benim söylemediğim bir sözü/yapmadığım bir işi bana isnat ederse, Cehennemde ki yerini hazırlasın” hadisinin muhatabıdır.

Şinasi Gündüz Hocanın ifadesine göre; “Çeşitli dinlerde din kurucuları, din adamları, kahramanlar ve benzeri kişilerin metafizik âleme ya da âlemlere yükselişini konu alan birçok tasavvur bulunmaktadır.” Bu bağlamda Fazlurrahman’ın “kurgu” dediği Mi’raç anlatısı, Milattan 650 yıl önce Zerdüşt’ün Mi’raca çıkarak Ahuramazda ile konuşması “mit”ine ve bu mitolojinin bize uyarlamasına çok benzemektedir. Olay kısaca şöyledir: “Otuz yaşında Zerdüşt’e peygamberlik verilmiştir. Taraftarlarıyla Aivitak suyu kenarında halvete çekilmiştir. Halvete çekilişinin kırk beşinci gününde, Ürdi Behiştayında, bir gece sabaha karşı “mi’raca” çıkmış ve ruhani yükselmenin sonuna varmıştır.

Vohumenah (Behmen) denilen melek gelmiş, ona her şeyden elini çekmesini tembih etmiş ve onu cennete götürmüştür. Orada Ona, feriştehler (melekler) hürmet etmiştir. Zerdüşt, sonra Tanrı Ahura Mazda’nın huzuruna çıkmış ve “Hayır Dini”nin hükümlerini öğrenmiştir. Tanrı ona yıldızların ve gezegenlerin hareketinden haber vermiş, cennet ve cehennemi göstermiş, her şeyin ilmini öğretmiştir.

Melekler sonra Zerdüşt’ün göğsünü yarmış ve içindekileri çıkarıp temizleyip, yerine koymuştur. Bundan sonra Ahura Mazda O’nu, insanları Hayır Dini’ne davet etmekle görevlendirmiştir. Zerdüşt, miraç yolculuğundan sonra maddi âleme, kendisine verilen kutsal kitap Avesta ile dönmüş ve getirdiklerini tebliğe başlamıştır.” Ne kadar tanıdık bir hikâye değil mi?

Kur’an’da defalarca Hz Peygamberin mucizesinin olmadığı (her fırsatta mucize mucize diye sıkıştıran müşriklere rağmen) belirtilmesine rağmen, Müslümanların aşağılık komplesi yüzünden, ısrarla bize mucize diye takdim edilen Miraç rivayetlerinin tutarsızlığına birkaç örnek:

1. Kuran’da 20 kadar ayette Hz. Muhammed’e hissi mucize verilmediği açık ve net bir şekilde belirtilmiştir! Bu konuyu en açık ve net bir şekilde ifade eden ayet, Ankebut suresinin 1. Ayetidir.

2. Peygamberimize mucize verilmemesinin temel nedeni; “öncekilerin mücizeyi yalanlamış olmasından dolayı ödedikleri bedeldir.” (İsrâ: 59)

3. Mi’raç anlatısının omurgasını oluşturan Peygamberimizin göğe çıkmasını isteyen Mekkeli Müşriklerdir! Peygamberimizin onların bu isteğine cevabı ise şudur: “De ki: Rabbimi tenzih ederim! Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki?” (17/İsra: 93) göğe çıkayım.

4. Mi’raç anlatısının vuku bulmadığının önemli delillerinden birisi de; Mi’raç’tan Peygamberimizin hediye olarak getirdiği söylenen Bakara suresinin son iki ayeti medenîdir. Yani Mi’raç’ın gerçekleştiği iddia edilen zaman ile bu ayetlerin indiği zamana daha seneler vardır! Ama Mi’raç hediyesi gibi sunulur. Ayrıca namaz vakitlerinden bahseden Tâhâ suresinin 130. ayeti Mi’raç anlatısından en az beş- altı sene önce nazil olmuştur. Bu da namaz ibadetinin Mi’raç ile bir alakasının olmadığını gösterir.

5. Mi’raç anlatısındaki pek çok garipliklerden bir tanesi de; Hz Musa’nın akıl öğretmesiyle, 50 vakit namazın, “kurban pazarlığı yapar gibi tut aşağı, vur yukarı beş vakite güç bela indirebilmiş olmasıdır.” Bu fotoğrafta ortaya çıkan Allah ile pazarlık yapan yani onun emrine itaat etmeyen, itiraz eden bir Peygamber kesinlikle kabul edilebilir bir şey değildir.

6- Miraç esnasında Hz Muhammed hariç tüm peygamberler ölü olduğu halde, hadislerde göğün değişik katmanlarında yaşıyor olarak gösterilmeleri ve onlara imamlık yapmasıdır.

8- Necm suresinin başlangıcında ilk vahiy tecrübesinin anlatıldığı ayetler bağlamından kopartılarak Hz Peygamberin gökyüzünde Allah ile görüştüğü iddia edilir. Hâlbuki ayetlerde gökyüzünde Allah ile buluştuğu değil, yeryüzünde Cebrail ile görüştüğü anlatılır Hz. Nebi’nin Allah’ı asla görmediği halde ve kendisinin de “O’nu nasıl göreyim, O bir nurdur” demiş olmasına rağmen Hz Musa ile yarıştırmak ve onun önüne geçirmek için ısrarla Allah ile görüştürülmesi ayrı bir tutarsızlıktır.

Örnekleri ve din dışı anlatımları çoğaltmak mümkün ama sonuç olarak konuyu şöyle bağlayabiliriz. İbn-i Sad gibi en erken döneme ait kaynaklarda ve Hiçrî 20 yılına kadar Mi’raç’tan bahseden tek bir hadis yoktur! Yani bu tarihe kadar henüz Hz Peygambere mu’cize uydurulup isnat edilmemiştir. Bu tarihe kadar evliyaların kerameti de yoktur! Ne zaman ki genişleyen İslam coğrafyası ve fetihler nedeniyle, farklı kültürlerle temasa geçen Müslümanlar Budist rahiplerle, Hıristiyan Azizlerle karşılaştılar o vakit keramet ve mucize furyası aldı başını gitti.

Bu mi’raç masallarının hiç birinden Medine’de mezarında yatan İslam Peygamberinin haberi yoktur! Bu uydurmanın nedeni İsa örneğinde tecrübe edildiği gibi, Hz Peygamber göğe çıkarılmak suretiyle, boşaltılan makamına ruhbanların, şeyhlerin oturtulmak istemesidir.

Unutmayalım ki; Kur’ân isrâ’dan bahseder, Mi’râcdan bahsetmez. İsra suresinin 22 ila 37. ayetlerinde de bizlere şu kutlu mesajlar verilir:

1. Allah’tan başkasına ilah olarak tapmayın ve yalnızca ona kulluk edin.

2. Ana ve babanıza iyi davranın. Onları incitmeyin.

3. Akrabaya, yolcuyla ve yolda kalmışa hakkını verin.

4. Tasadduk yaparken ne savurganlık yapın ne de cimri olun.

5. Rızıklarını temin edememe korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Çocuk katili olmayın.

6. Zina yapmak şöyle dursun semtine bile yaklaşmayın.

7. Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmeyin.

8. Yetimin malını yemeyin.

9. Ahde vefa gösterip verdiğiniz sözlerin arkasında olun.

10. Ölçü ve tartıda hile yapmayın.

11. Bilmediğiniz konuların ardına düşmeyin ki sorumlu olmayasınız.

12. Başınız göğe erecekmiş gibi böbürlenerek yürümeyin.

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir