
Müslüman Coğrafya Halini Değişmedikçe ABD ve İsrail Helak Olmaz!
Allah tarafından gönderilen yüce Kuran’ı kerimin ortaya koymuş olduğu prensipler ile sadece işin dua ve lanet okumalar ile Allah ve iman edenlerin düşmanlarının kahrolmayacağını kendisine iman edenlere açık ve anlaşılır bir biçimde ortaya koymuştur. “ Bir toplum kendi nefislerinde olanları değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirici değildir”. ( Rad-11) Yaşadığımız yirmi birinci yüz yılda göstermektedir ki lanet okumalar ile ne A.b.d ne de İsrail nede yandaşları, destekçileri yok olmamaktadırlar. Hatta batı ve batıl tarihin hiçbir zaman dilimin de olmadığı kadar mesut ve mutlu günlerini yaşamaktadırlar. Kahrolanların Allah ve iman edenlerin düşmanları değil aksine inandığını söyleyen sözde Müslüman coğrafya halklarıdır.
Buradan Müslümanların inkârcı ve zalimlere karşı beddua ve lanet okumamaları gerektiği sonucunu çıkarmak elbette ki doğru değildir. Bizim iddiamız işin sadece dua boyutunda veya aşamasında kalıp fiiliyata geçmemesidir. İman edenler sözlü dualarını fiili duaya dönüştürmedikçe istedikleri sonucu elde edemeyeceklerdir.
Bu konuda Allah’ın elçileri bizler için vazgeçilmez örneklerdir. Nuh a.s. elçilik görevinin kendisine yüklediği fiili bütün çabaları yerine getirdikten sonra ki biz bunları Kuran’dan öğreniyoruz. Kavmine bire bir, toplu, gece gündüz tebliğ etmesine rağmen kavminin cevabı ise hep olumsuz olmuştur. O da son çıkış yolu olarak rabbine şöyle yakarmıştır: “Sonunda Nuh rabbine şöyle yalvardı. “Rabbim bu topraklarda gezip dolaşan bir kâfir dahi bırakma! Eğer bırakırsan, onlar senin kullarını yoldan çıkarırlar ve bu topraklarda azgın ve kâfir bir nesil yetiştirirler.” (Nuh-26-27)
Dikkat edilir ise önce verilmesi gereken fiili mücadele veriliyor peşinden ise eller semaya kaldırılıp âlemlerin rabbinden yardım isteniyor. Kuran’daki bu ve benzeri ayetler öncelikle Allah ve iman edenler ile yüz yüze dişe diş bir mücadelenin sonucunda inkârcı ve zalim toplulukların kahrolmasını Allah’tan beklemenin bir anlamının olacağını aksi halde yapılan sözlü bir yakarışın hiçbir karşılık bulmayacağını ortaya koymaktadır.
Hepimizin bildiği gibi yüce Kur’an sözden çok eyleme ve davranışa dönüştürülen diğer bir ifadeyle iman, amel ilişkisinden şiddetle bahseder. İman ilkelerini hayatının ilkelerine dönüştürmeyen insan topluluklarından bahseder iken böylelerinin imanlarında samimi olmadıklarını hatta yalan söylediklerini açıkça ortaya koyar:
“İnsanlardan bir kısmı da Allah’a ve ahiret gününe inandık derler, hâlbuki onlar inanmış değillerdir. Bununla Allah’ı ve inananları aldatmaya uğraşırlar ama kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında olamazlar. Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını artırmıştır. Onlara yalan söylemelerinden dolayı acı veren bir azap vardır.” (Bakara-8-9—10)
Sadece sözle lanet okuyup fiili olarak bir şey yapmamanın herhangi bir faydasının olmadığını yaşadığımız şu zaman diliminde bizzat yaşayarak acı bir şekilde tecrübe etmekteyiz.
Şöyle ki!
Müslüman halk her gün dua seanslarına devam etmelerine rağmen batı ve batıl savunucuları özellikle Siyonist İsrail ve arkasındaki güç olan A.B.D. en mutlu, huzurlu ve en güvenli günlerini yaşamaya devam etmekteler. Müslüman coğrafya halkları ise kan ağlamakta her gün yüzlerce masum halk son teknoloji ürünü silahlarla katledilmekte yaşadıkları memleketlerin bir metre karesinde bile huzur bulunmamaktadır.
Müslüman halklar bulundukları ve kendilerine uzunca bir zaman yurt edindikleri yer ve yurtlarını açık denizlerde boğulma pahasına da olsa süratle terk etmektedirler. Oysa bu insanlar bir zamanlar “Huzur İslam da diye inanmışlardı.” Bu gün bu topraklarda huzur yok ise ortada İslam’da yok demektir. Ortada İslam yok ise Müslümanın varlığından da söz etmek imkânsızdır.
Peki!
Ne oldu da halkı Müslüman coğrafya bu hale geldi? Böyle büyük bir problemin bir tek nedene bağlanması elbette doğru değildir. Bunun birçok nedeni vardır. Ancak en önemli ve başta gelen nedenlerin başında: Allah’ın yaşanılan hayata uygulanması için gönderdiği yüce Kuran’ı indiriliş gayesinden uzaklaştırarak Allah’ın hiç onaylamadığı, istemediği bir konuma indirgemiş olmalarıdır.
Evet, iddia ediyorum problemin en başta gelen nedeni budur. Bu kitaba iman edenler ne zaman kitabın indiriliş gayesini anlarlar ve ona göre hareket ederler ise Allah onlara kaybettikleri güç, iktidar ve devletlerini geri verecektir. Zira bu Allah’ın vadidir Allah ise vadinden asla dönmez. Unutmayalım ki bizler döner isek Allah’ta döner.
Müslüman halk giyim tarzları kendileri gibi olan ancak fikren batıl ve batılılara satılmış hainlerce kasıtlı olarak Kuran’ın mesajından bu halkları uzak tutarak kutsallarından bir bir uzaklaştırılmışlardır. Halk demokrat, laik, kapitalist, faşist, komünist sistemler ile yönetilmeyi istemeyerek te olsa kabul etmiş ama ne yazık ki bütün bunlara rağmen halen Müslüman kalabileceğini zannetmiştir.
Namazın da orucun da ! Allah’a bağlı olduğunu iddia edenler söz konusu siyaset, ticaret, hukuk olunca şeytan ve şeytani düzenlere bağlı kalmanın imanlarına zarar vermediğine inandırıldılar. Yaşadıkları ve hayatlarına uyguladıkları kurallar başka inandıkları başka başka olan bu insanlar daha da ileri giderek din ve devlet işlerinin tamamen bir birinden ayrılması gerektiği iftirasına da inandırıldılar. Bununla Allah’ı dünya işlerine karışmayan sadece gökleri idare eden bir ilah olarak kabul etmeleri sağlandı.
Kuran’ı hayatlarının dışına atan Müslüman coğrafya halkı Kuran’ın demediği ve onay da vermediği bir hayatı yaşamaya başladılar. Kuran onlardan Allah ve iman edenlerin düşmanları olan kâfir ve zalimleri kendilerine dostlar edinmemelerini emreder iken onlar gerek siyasette gerek ise ticarette ve hukukta ortak noktada buluşup bu batıl kanunları Allah’ın kanunlarının önüne geçirerek sosyal hayatlarını düzenlediler sonrada ellerini açıp Allah’tan onların helak olmasını istediler. Bunu yapar iken de samimiyet ve dürüstlükten dem vurdular. Allah’ın dışında kendilerine edindikleri ilahları, uluları. Kutup ve gavs ları! Bütün Bir dünyayı evirip çevirip idare eder iken ne yazık ki bunlar A.B.D. ve İsrail’i helak edemiyorlar bu durum düşündürücü değil mi? Müslüman halkın durumu maalesef bu ve durum çok vahim.
İndirilen son kitaba iman ettiğini söyleyenler bu kitabın kendilerinden istedikleri emir ve yasaklara harfiyen uydukları takdir de bu kitabın mensupları olarak kabul edilir gerçekten kitaba iman edenlerde onlardır: “ Kendilerine kitap verdiklerimiz, bu kitabı hakkıyla okuyup, anlayıp, yaşarlar ise işte onlar bu kitaba iman etmiş olurlar. Kim de bu kitaba inanmazsa işte onlar kaybedenlerdir.” (Bakara-121)
Kitaba iman etmiş olmanın olmazsa olmaz şartı kitabın bizlerden ne istediğini anlamak ve anladıklarımızı da yaşanılan hayata uygulamaktan geçmektedir. Aksi bir durum ve anlayış hem insanların hem de toplumların helaki anlamına gelmektedir.
Müslüman coğrafya halkları kendilerinin bizzat yapmaları gereken iş ve işlerini Allah’a yaptırmaya çalışmış olmalarından dolayı bu acınası duruma düşmüşlerdir. Zengin ve varlıklı Müslümanların mallarında fakir ve ihtiyaç sahiplerinin hakları olduğunu gerek zekât gerek ise sadakalar yoluyla bu haklarının verilmesini istemiş iken bizler: “Allah versin “ diyerek işi yani verme işini üzerimizden atarak aymazlığımıza devam etmekteyiz bu ve benzeri örneklerin sayısını artırmak mümkün iken biz esas konumuz ile ilgili hususları değerlendirelim.
Allah kitabında iman edenlerin kesinlikle ihmal etmemeleri gereken çok önemli görevlerinden bahsetmemektedir. Bu görevler onların Allah ve iman edenlerin düşmanları karşısında varlık göstermelerinin, hayata kalmalarının ve Allah’ı razı etmelerinin ayrıca da hem dünyada hem de ahirette kurtulanlardan olmalarının bu görevleri yerine getirmelerine bağlı olduğunu çok net olarak ortaya koymuştur. İman edenlerin düşmanlarına üstün gelip varlık göstermelerinin yolu buradan geçmektedir.
Mesela bunlardan birisi ve en önemlisi savunma sanayinde iman edenlerin gelişen ve yeni olan savaş teknik ve teknolojisine sahip olmalarını ve bu konuda düşmanlarına karşı ezici bir üstünlüğe sahip olmalarını bununla kendilerinin bilmeyip Allah’ın bildiği düşmanlarının kalplerine korku salıp onların kendilerine karşı yapacağı saldırılara imkân vermemeleri ve onlara karşı caydırıcı bir güce sahip olmaları. Çok önemli olan Allah’ın bu emri son iki yüz yıldan beri inanlar tarafından ihmal edilmiş ve gerekli gayretler gösterilmemiştir.
Oysa Allah’ın emri kesin ve yerine getirilmesi gereken bir farzdı: “Ey inananlar! Allah’ın düşmanları ve dolayısıyla sizlerin de düşmanlarınız olan ve henüz sizlerin bilmediği ama Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup caydırmak için elinizden geldiği kadar güç kuvvet ve savaş atları hazırlayın! Bunun için Allah yolunda sarf ettiğiniz her bir şey hiçbir eksiltme olmadan size geri ödenecektir.” (En fal- 60)
Allah’ın ayetlerinden anlaşılmaması gerekeni anlayışları haline getiren kitabın mensupları ayette araç olarak verilen bir hususu amaç haline getirerek esas verilmek istenen mesajları ne yazık ki ıskalamışlardır. Yine işi efendim bu devirde at mı besleyelim demek suretiyle sulandırmaya çalışmışlardır. Zira aynı zihniyet sahipleri günümüzde deveye binmenin sünnet olduğundan bahsedebilmektedirler.
Oysa ayetten anlaşılması gereken zamanın ve çağın gerektirdiği her türlü gelişmelere uygun savaş teknolojisine sahip olmak bununla öldürmenin değil aksine caydırıcılığın amaçlandığı kast edilmiş iken yine anlaşılmaması gerekeni anlayarak yanlışlarımıza bir yenisini ekledik. Allah elçilerinin şahsında ona iman edenlerin savaşa her zaman hazırlıklı olmalarını onlardan ister iken bizler “Yurtta sulh cihan da sulh” gibi günlük hayatta yeri olmayan ütopya hayaller peşinde avunmaya çalıştık. Zamanında Osmanlının bir eyaleti iken bağımsızlıklarını ilan eden küçücük topluluklar karşısında ağır yenilgiler alarak sadece bugünkü topraklar üzerinde yaşamaya razı edildik. Konumuzla ilgili bir ayet meali daha vererek yazımızı sonlandıralım.
“ Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü Allah yolunda can vermenin değerini anlamayanlardır.” (En fal-64)
Rabbimizin bu konudaki açık olan hükümlerini ihlal den ciddiye almayan bir topluluğun yaptığı dua ve niyazlarla Allah ve iman edenlerin düşmanlarına okunan lanetlerin onları tarih sahnesinden sileceğine gerçekten inanıyor musunuz?
Evet, dua müminlerin silahıdır ancak duadan önce duanın gereği olan fiili bir çaba gösterilmiyor ise sözde kalan duanın Allah katında sizce geçerliliği nedir? Şayet sadece dua etmek ve lanet okumakla Allah ve iman edenlerin düşmanları helak olsalardı Allah’ın bütün elçileri zırhlarını giyip düşmanları ile savaşmazlardı. Oysa onlar canları ve malları pahasına da olsa düşmanları ile dişe diş mücadele etmişlerdir.
Bu gün elçilere iman ettiklerini söyleyen takipçileri ne canlarını nede mallarını nede statü ve konumlarını feda etmeden sadece lanet okuyarak düşmanlarının yok olmasını beklemekteler. Bu gidişle de çok beklerler. Bu metotla ne A.B.D.’ nin nede Siyonist İsrail’in! Helak olmadığını aksine Müslüman coğrafya halklarının Allah’ın dinini gerçek din edinmemelerinden ve akıllarını kullanmamalarının neticesi olarak güçlenerek varlıklarını devam ettirdiklerini yaşayarak bizzat görmekteyiz. Bu durum her ne kadar içimizi yakıp açıtsa da gerçek bu. Değiştirmek ise tevhidi ve nebevi metodu kendilerine şiar edinen müminlere bir görevdir. Gelin hep birlikte bu mücadeledeki yerimizi alalım zira yarın çok geç olabilir. Başka bir yazıda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.