Siyonist İSRAİL-Yeni TÜRKİYE SAVAŞI MI (?!)
Terör örgütlerinin hamisi ABD’nin tam desteğine sahip Siyonist Terör Örgütü/ “Devleti” İsrail gerçekliğini doğru okumak zorundayız. Zira, 7 Ekim Aksa Tufanı Harekatı ile ABD/Batı destekli terör örgütü/ “Devleti”nin katliamları/soykırım süreci başlamadı. 7 Ekim’de ABD-İsrail’in bölgeye yeniden hâkim olma projesi deşifre edilmiş oldu. Aynı zamanda, değişen dünya ve bölge dengeleri ve yeni denge arayışı sürecinin açtığı alanda, -Uluslararası hukuk ve ahlak kabulleri dikkate alınmaksızın- katliamlar ve soykırım süreci giderek yoğunlaştı. Ve devamında soykırım suçlarının üstünü örtmek, yeniden uluslararası sistemdeki ayrıcalıklı konumuna dönebilmek için savaşı bölgeye yayma eğilimine girdiler. İşte böyle bir tehlikeli aşamada ABD-İsrail’in önünde iki şık vardı. Bunlardan birincisi “büyük bir savaş”, ikincisi ise “büyük bir uzlaşma” idi…
Böyle bir aşamada (Ilımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı Türkiye’nin Cumhurbaşkanı/Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da bölgedeki yeni denge arayış sürecinin farkına varan bir lider olarak yüksek sesle konuşma gereğini duymaktaydı. Sürecin, tarihi ve stratejik derinlikleri olan temel dinamiklerini doğru okuyanlarla paralel bir duruş sergiliyordu R. T. Erdoğan. Daha doğru bir ifadeyle, bir önceki aşamada “Bir ABD Projesi”nin unsurlarından olan yeni Türkiye, -ABD/Küresel güçlerin strateji değiştirmesiyle- bir yol ayrımında olduğunun farkına varmasından bu yana, ABD ile ilişkilerinde yeni bir aşamaya liderlik etmeye gayret etmekteydi. Buna mecburdu da yeni Türkiye! Öyle ki, ABD’nin strateji değişimi sonrası ‘sistem içi’ bir çıkış arayışına giren yeni Türkiye, kendi güvenliği ve geleceği ile ABD ve müttefiklerinin stratejilerinin belirli bir dönemden sonra karşı karşıya geleceğinin farkındaydı. Denge/dengeci politikalarla bir taraftan zaman kazanmaya çalışan yeni Türkiye, başta savunma sanayi olmak üzere birçok konuda güçlü adımlar attı… Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) başta olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun hinterlandında, fırsat buldukça, stratejik hamleler yapma cesaretini de gösterdi. ABD/Batı’yı dengelemek üzere başta Rusya ve Çin olmak üzere birçok ülkeyle dikkatli yakınlıklar, ortak çıkarlar temelinde jeopolitik ilişkilerini derinleştirdi. Kritik öneme sahip olan komşusu İran ile ilişkilerini de -tartışılması gereken- çeşitli nedenlerle bir türlü istediği seviyeye taşıyamadı. ABD’nin İran’ı Türkiye’ye karşı, Türkiye’yi de İran’a karşı kullanma politikalarını aşacak adımlar her iki ülkeden de gelmedi, ne yazık ki…
1980’lerde netleşmeye başlayan küresel ve bölgesel değişim sürecinin bölgemize yansımalarının değişik aşamalardan geçtiği artık konuyla ilgilenen ve takip edenlerce bilinmektedir. Her ne kadar yaşananlar “algı yönetimi ve manipülasyon” teknikleriyle kamuoyuna farklı yansıtılsa da “hakikat” arayışı içinde olan herkesin malumudur.
Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere yaşanan sürecin, tarihi ve stratejik derinlikleriyle bağlantılı temel dinamikleri 7 Ekim’deki ilkesel ve ahlaki niteliklere sahip Aksa Tufanı Harekâtı ile deşifre edildi. Ve sonrasında yaşananlar, hakikatin peşinde olanlar için adeta bir “ayna” işlevi gördü. Daha da ötesi, Batı referanslı Türkiye Cumhuriyeti’ndeki “Sistem-içi” mücadelenin geldiği aşamaya paralel olarak ABD-İsrail projesi’nin farklı okumaları gündemin baş maddesi haline geldi. Bir süredir R. T. Erdoğan’ın yeni Türkiye’nin geleceği ve güvenliği ile ilgili kimilerine göre olması gerektiği kadar net kimilerine göre de olmaması gerektiği kadar sert değerlendirmeleri, hem içeride hem de dışarıda tartışılmaktadır.
Pekiyi, içerideki muhaliflerini ve onların dışarıdaki destekçilerini küplere bindiren neler söyledi yeni Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan?
“İsrail’i net bir şekilde uyarıyorum!”
“Netenyahu hükümeti, Anadolu’yu da içine alan bir ham hayal kurmakta, şu anda, bütün hesap (plan) bunun üzerindedir. Türkiye içindeki bazı İsrail dostlarının (DEM, CHP, Yeşil Sol Parti vd.), bazı siyonist severlerin / (onlarla ortak hedefleri ve çıkarları olanların) gönüllü veya paralı (fonlanarak) Siyonist propaganda yapan aparatların anlamadığı işte budur. İsrail’i de çok net bir şekilde uyarıyorum. Lübnan’a kara harekâtının sonuçları geçmişteki işgallerine benzemeyecektir.”
“ABD-İsrail Projesi” ve “Vaad Edilmiş” Topraklar
7 Ekim’de deşifre edilmiş ABD-İsrail Projesi’nin yanı sıra “Vaad edilmiş topraklar” eksenindeki tartışmaların başlangıcı epey eskilere dayanmaktadır… Ortada İsrail’in yanı sıra ABD kurumlarının da paylaştığı haritalar mevcut… Özellikle Siyonist Yahudilerin net beyanları ve son dönemdeki pervasız açıklamaları ortada… Keza “Teolojik” tartışmalarla ilgili literatür de bir hayli geniş…
Tüm bu gerçekliklere rağmen Türkiye’deki “sistem-içi” mücadelenin (6+1)’li masası/“muhalefet bloku” ise, tarihi ve stratejik derinliği olan bu gerçekliği flulaştırmak, önemsizleştirmek, en belirgin haliyle de R. T. Erdoğan’ın “iç politika”ya yönelik manipülasyonu olarak sunmak istemektedirler. Biz de söz konusu kritik tartışmayı, Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar’ın meclis konuşmasından alıntılarla dikkatlerinize sunmak istedik. Çünkü Cengiz Çandar, ilginç bir tipoloji. Türkiye’deki “sistem-içi” mücadelenin iki önemli döneminde de ABD projesi olan blokta ısrarla yerini alan, bir zamanlar Marksist iken İran Devrimi’nden etkilenerek çizgisini değiştirdiği için “aforoz” edilen ve Turgut Özal’ın himayesine giren bir liberal ve AKP’nin bir “ABD Projesi” olduğu dönemlerde de liberal çizgisini muhafaza eden biri. Keza Nitelikli Terör Örgütü FETÖ (NFETÖ) gerçekliğinin ortaya çıkmasıyla ABD’nin sadece NATO’cu askerler kanalıyla Türkiye’yi kontrol etmediği, sistemin kılcal damalarına kadar girdiği anlaşıldıktan sonra da “Muhalefet bloku”nda yer almıştır, (Çandarlı ailesinden) Cengiz Çandar…
Yukarıda da dikkatlerinize sunmaya çalıştığımız gibi, ilkeli ve ilkesiz değişim süreçleri yaşayan Çandar, meclis konuşmasında tam manasıyla saçmaladı desek yeridir. Zira algı yönetimi teknikleriyle, -kendisinin de çok iyi bildiği konuları bile- ters yüz etmekten çekinmedi. Bilhassa “ABD’nin strateji değişimi” sonrası sistem-içi pozisyonunu ABD endeksli değiştiren Çandar, “Muhalefet bloku”nun ABD’nin Türkiye ve bölge politikalarının önemli aparatlarından biri olmasını da hiç yadırgamadan benimsemişti. Konuşma üslubunu ve içeriğini de çarpıtarak kullandığı kavramlar ve suret-i haktan ifadeleri çerçevelemekteydi.
Cengiz Çandar, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın mecliste yaptığı ve dışarıda da büyük ses getiren/gündemin ilk maddesine yerleşen konuşmasını, “devlet ciddiyeti ile yakışmayan açıklamada bulundu”, diye değerlendirerek CHP genel başkanı Özgür Özel ile mutabık olduklarını ortaya koydu. Bir anlamıyla Çandar’ın konuşması muhalefet blokunun ortak düşüncesiydi…
Halbuki Cumhurbaşkanının, “Vadedilmiş topraklar hezeyanı ile hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarıdır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir. 7 Ekim’den sonra yaşanan her gelişme bu tehdidin boyutunu daha da arttırmaktadır.” ifadelerini destekleyen bir süreç yaşanmakta ve savaş riskinin bölgeye yayılma ihtimali her geçen gün artmaktadır…
ABD-İsrail’in bölgeye yönelik hâkimiyet/yeni bir güç dengesi ve güvenlik hesaplarını çok iyi bilen Cengiz Çandar, ilkeli ve ilkesiz değişim süreci sonrasında bugünkü duruşu ile sistem-içi pozisyonunun gereklerini yapmakta da bir hayli cesur davranmaktadır. Çarpık okumalarının arkaplanı da iyi bilinen Çandar, algı yönetimi ve manipülasyon teknikleriyle iddialarına devam etmektedir…
Arz-ı Mevud haritasının belirgin olmadığını söyleyen Çandar, “Siyonizm”in İsrail devletinin kuruluş ideolojisi olduğunu ve bu kavramın tek bir anlam taşıdığını, bunun da Filistin topraklarında “Yahudi Ulus devleti” kurmak olduğunu bile iddia edebilmektedir. Daha da çirkini, gerçekleri çarpıtan cümlesi ise söz konusu İsrail ulus devletinin Filistin coğrafyasının bir kısmında kurulduğu, bugünkü Gazze ve Batı Şeria’nın da diğer kısmı olduğudur. Bu ifadeler, bir taraf da olsa normal bir insanın ifadeleri olamaz. Olsa olsa, ABD-İsrail adına etki ajanlığı yapan biri böyle ifadeler kullanabilir. Hâlbuki 1948’den 1967’ye, oradan da devam eden soykırım ve işgallerle karşımıza çıkan harita ortadadır. Cengiz Çandar da Filistin coğrafyasını yaşayarak tanıyanlardan olmasına karşın bu Meclis konuşmasını yapmış olması normal bir seyir olamaz…
Saçmalamaya devam eden Çandar, kendisinin de bizzat şahit olduğu gerçekliklere rağmen hakikatleri tersyüz etmeye devam ederken, bir yandan da, “Ortadoğu’nun bugünkü sınırlarının nasıl oluştuğuna dair ders verdim” diyebilmekte, dolayısıyla kimlerin “Etki Ajanı” olduğunu ortaya koyan bir dil kullanmaktadır. Algı yönetimi ve manipülasyon tekniklerini kullanarak gerçekleri saptırmayı kendisi için görev edinen Çandar, küresel ve bölgesel değişim sürecinin kritik aşamalarında, “kendi ayakları üzerinde durabilecek” bir güce sahip olmayan ülkelerin, hele hele Türkiye gibi ABD/Batı vesayetindeki bir ülkenin, “Beka Sorunu” yaşamayacağını iddia etmesi mantıklı bir değerlendirme olmamanın ötesinde maksatlı bir algı oluşturma çabasıdır.
Hatırlayalım, küresel ve bölgesel değişim sürecinde “ABD Projesi”nin unsurlarından olan yeni Türkiye, ABD’nin strateji değiştirmesi ile birlikte bir yol ayrımına gelmişti. Ve güvenlik ve gelecek kaygısıyla yeni Türkiye, Batı referanslı ideolojik duruşunu koruyarak “sistem-içi” çıkış arayışına girmiştir. Değişim ve dönüşüm sürecinin açtığı alanda önüne çıkan imkânlar ve fırsatları doğru okumaya çalışan yeni Türkiye, denge/dengeci politikalarla bölgesel bir güç haline gelmiş bulunmaktadır. Jeo-politik konumu ve jeo-stratejik hamleleriyle (Ilımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı Türkiye, ABD-İsrail/Batı’yı tedirgin eden bir duruşa sahiptir… Osmanlı bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti, “tarihi ve stratejik derinliği” ile (geniş anlamıyla) bölgede, “Doğu” ve “Batı” eksenleri için stratejik öneme sahip bir güç olma yolundadır.
ABD’nin PKK/PYD’ye verdiği desteğin giderek derinleştiği bir dönem sonrası Türkiye’nin giderek güçlenen jeo-politik duruşunu doğru okumak gerekir. Bilhassa 7 Ekim sonrası ABD ve Siyonist İsrail’in bölgedeki itibar ve güç kayıpları da yeni Türkiye gerçekliğinin, taraflarca, çok net bir şekilde anlaşılmasını sağlamış bulunmaktadır.
Daha öncesi de olmasına rağmen özellikle Siyonist Terör Örgütü/“devleti” İsrail’in Filistin’deki soykırımı hızlandırması ve bu insanlık dışı gelişmelere ABD/Batı’nın tam desteği karşısında malum çevreler bir çaresizlik yaşamaktadırlar. Aynı zamanda Siyonist İsrail, tüm katliamlarına, soykırım sürecini hızlandırmasına rağmen beklediği sonuçlara ulaşamamıştır. ABD-İngiltere/“Medeni Batı”(?!)’nın gerçek yüzü ortaya çıkmış ve İsrail için de “sonun başlangıcı” gözükmüştür. Şüphesiz bu öngörümüz, Müslim/Mümin bir duruşla küresel ve bölgesel değişim sürecinin dinamiklerini ve reel politik gelişmeleri doğru okuyabilme çabalarımızın bir sonucudur… Kendilerini İslam ile tavsif edenlerin ciddi ve dikkate değer bir “güç” olmadıkları bir dünyada, mazlumlara elimizden gelen desteği verdikten sonra Rabbimizden yardım talep etmek olmazsa olmazlarımızdandır.
7 Ekim vesilesiyle bir kez daha farkına varmalıyız ki “Müslümanlar”, bir güç olmadıkça küfür ve şirk unsurlarının zülmü devam edecektir. Allah’tan başka hiçbir güce kulluk etmeyen Müslim/Müminler, “Allah’ın ipi”ne -Kur’an’a sımsıkı sarılarak ve Kur’an’daki kıssalarla bizlere örnek gösterilen Nebi’lerin yolunu, yöntemini takip ederek yaşanılan zilletten kurtulma yolundaki çabalarımızı hızlandırmalıyız.