GenelHaberler

Sufi inancında “Nur-i Muhammedi” ihtiyacı

Dr.Hamdi Kalyoncu/Dinihaber.com

Sufi inanışın vazgeçilmezlerinden biri de “Nur-i Muhammedi” ya da “Hakikati Muhammedi” diye isimlendirilen bir iman esasıdır. Bu bir “iman esası” sayılır, çünkü böyle bir inanış “mutlak gayb” konusudur. Mutlak gayb ise sadece Allah’ın bildirdiklerinden ibarettir. Allah bildirmez ise kimse bilemez ve bildiremez.

Vahyin yani Allah’ın bildirdiklerinin tek kaynağı olan Kur’an’da buna dair her hangi bir bilginin varlığı söz konusu olmadığına göre “İslam imanı” açısından temelsizdir. Ancak tasavvufi inanış ve söylemlerde mevcut bulunan bu inancın neden ve nasıl ortaya çıktığı bilinmeden sufizmin yeterince anlaşılması mümkün olmaz. Çünkü, “Nur-i Muhammedi” nazariyesi tasavvuf inancının temel yapıtaşlarından biridir. Bunun olmadığı bir durumda “büyük sır” çöker, tasavvuf dayanaksız kalır.

Nedir bu “Nur-i Muhammedi?”

Bu iman esasına göre, “Hiçbir şey yoktu, Nur-i Muhammedi vardı. Allah bütün varlıkları yaratmadan önce Peygamberimizin nurunu yarattı. Sonra da diğer bütün yarattıklarını o nurdan yarattı. 

Bu sebeple o nur ölümsüzdür, aslında Peygambere de öldü diyemeyiz. O nur ölmez, o nur olmazsa hiçbir şey olmaz.”

İnanç bu! Bu inanç son derece önemlidir. Böyle inanmadan sufi olamazsınız.. Sufi olmadan da nasıl Müslüman sayılacaksınız ki?

Tasavvufta “Nur-i Muhammedi” İnancı Neden Gerekli?

Tasavvufun inanç temeli olan “mevcudun birliği” yani görünen görünmeyen her şeyin “bir” olduğu görüşünü bir kutsala dayatmalı ki, inananlar tarafından kabul edilsin ve inanç haline gelsin. Bunun için bulunan yol şudur;

“Allah ilk olarak, hiçbir şeyi yaratmadan önce Peygamberin nurunu yaratmış, sonra da onun nurundan da başkalarını.!”

Müslüman biri “Allah’ın nuru” itiraz mı edecek?!

İnanan kimse Peygamberi elbette seviyor. Allah ve Peygamberden bahsediliyorsa inanmış bir insan huşu içinde dinler. Sorgulamak aklına gelmez. Allah’ın tüm bildirdikleri Kur’an’da.. Ayetler bu kitapta hiçbir şeyin eksik bırakılmadığını söylüyor. Biri, “Allah şöyle yaptı, böyle yarattı, şunu dedi!” derken, “bunlar doğru mu?”, “Nereden çıkarıyorsunuz?” diye çok kimsenin aklına da gelmiyor. İnanmamız gereken her şeyi Rabbimiz Kitap’ta bildirmiş.. Onun dışındaki ilaveler bir varsayım, bir teori… Sorgulamayınca, insan bu söylenenleri Kur’an’da bildirilmiş gibi düşünüyor. 

O zaman da buna itiraz etmek sanki Allah’a itiraz, Peygamber’ini de sevmemek olarak algılanıyor. Dolayısı ile itiraz zor.!

İtiraz edilmeyince de bu inanış tarzı inananları, “yaratılmış olan her şeyin Allah’ın bir parçası olduğu”, yani “her varlığın Yaratan’ın bizatihi kendisi olduğu” inancına hazırlıyor. Yani Vahdeti Vücut’a.!

Bu inanç kafalara yerleşince de bir insanın zikirlerle önce şeyhi, sonra Peygamberi, son aşamada da Allah ile “bir” olması, onda “fena bulma” yani kaybolması kolay kabul ediliyor.

Bu yolda gavs hazretleri en üsttedir, yani “insan-ı kamil” olmuşlardır.  İnsanı kamil Peygamberin hakikatini yani “Nuru Muhammedi’yi temsil eder. O “Nuri Muhammedi” ki, Allah’tan bir parçadır. Öyleyse gavs hazretleri de öyledir.

Nuri Muhammedi’ye hem Peygamberin haşa Allah olduğu, hem de gavs hazretlerinin Allah ile birleştiği inancını ister istemez getirir.

Aynen İsmailağa’da camide bıçaklanarak öldürülen Bayram Ali hocanın söylediği gibi.! O da büyük mutasavvıf  “İmam Rabbaninin dediği gibi” diyerek!

Cemaatin çokça devam ettiği camide coşmuş Bayram Ali hoca, şöyle sözler ağzından dökülüyor:

Osmanlı devletini kuran Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi’nin torunlarıyız biz ya Resulüllah!

Bizim canımız var ise, sen bizim cananımızsın Ya Resulullah.!

Canımızı veririz amma cananımızı kimseye kaptırmayız ya Resulüllah….

Otururken Muhammed Mustafa, Kalkarken Muhammed Mustafa..! Yatarken Muhammed Mustafa, yürürken Muhammed Mustafa..

Muhammed Mustafa..! Ona ben güneş diyemem, güneş batar.

Muhammed Mustafa..! Ona ben su diyemem, su durdu mu kokar..

Muhammed Mustafa..! Ona ekmek diyemem, ekmek durdu mu bayatlar.

Muhammed Mustafa..! Ona ben çok leziz bir yemektir diyemem. Yemek durdu mu ekşir.

Muhammed Mustafa.!

Muhammed Mustafa’nın “müşebbehünbihi” yoktur.Muhammed Mustafa’nın benzetilebileceği hiçbir varlık yoktur.

İmamı Rabbani ’nin dediği gibi: “Muhammed Mustafa eşittir Allah.!”Muhammed Mustafa eşittir Allah.!

Muhammed Mustafa eşittir Allah.! Bir eti kemiği var, fark olarak, o kadar!”

Nuri Muhammedi’yi yaratılış teorisini kabul ettiğinizde yaratılmış her şeyin Yaradan’ın kendi olduğunu kabul etmiş oluyorsunuz zaten. Başta da Hz.Muhammed(sa)..! Sonra da “insan-ı kamil” yani “kamil insan” şeyh hazretleri;gavs-ı azam.!

“Nur-i Muhammedi” İnancı Nereden Geliyor?

Bu inanç nereden ve hangi sebeplerle Müslümanlara gelmiş acaba? Kaynaklardan takip edelim:

Bu inanç eski Yunan felsefesinden, Hıristiyanlığa, oradan da sufilerce İslam’a sokulmuştur. Yunan felsefesindeki “logos” “akl-i evvel”, Hıristiyanlıkta “İsa”, Tasavvuf dininde de “Nur-u Muhammedi” ve ya “Hakikat-ı Muhammedi” olmuş.

Bu teoriye göre Allah kendini Nur-u Muhammedi şeklinde transforme etmiş, ilk kozmik mayaya, oradan diğer başka şeylere dönüşmüş, oradan da evren oluşmuştur.

Yuhanna İncili şöyle başlar; Başlangıçta Logos/ Kelam vardı ve Logos Tanrıyla birlikte ve Logos Tanrıydı… Logos ete kemiğe bürünerek aramızda yaşadı ve onun adı İsa Mesih’ti. Kendisi Tanrı olan ve Tanrının bağrında bulunan Oğul (İsa Mesih) böylelikle Tanrı’yı ifşa etti. ( Yuhanna, 1/1-18).

Yani insanlar “Tanrıyı onunla bildi!” Bizde insanlar Allah’ı gavs hazretleri ile bilir” kabulünde olduğu gibi.!

“Öyle ki Babanın bende, benimde Babada olduğumu bilesiniz. (Yuhanna,10/36-8)

İsa, Filip’in; “Bize babayı göster” demesi üzerine İsa, şöyle dedi:

“Filip bunca zamandır sizinle birlikteyim. Daha beni tanımadın mı? Beni görmüş olan, babayı görmüştür. Sen nasıl bize Babayı göster diyorsun? Benim Baba’da, Baba’nın bende olduğuna inanmıyor musun? Size söylediğim sözleri kendiliğimden söylemiyorum, ama bende duran baba kendi işini yapıyor. Buna İman edin ben Babayım, Baba bendedir.” (Yuhanna, 14/8-11)

“Görünmez Allah’ın sureti, bütün hilkatin ilk doğanı odur.. Gökte ve yerde olan her şey onda yaratıldı, bütün şeyler onun vasıtasıyla ve onun için yaratıldı. Hepsinden evvel olan kendisidir ve bütün şeyler onda kaimdir. (Pavlus’un Koleselilere mektubu, 1/15-8)” (   ) Sadettin Merdin, İslam’ın Pavlusları, Süleymaniye vakfı yay. İst. 2012, s:276

Bu anlatım ile tasavvufi kaynaklar şaşırtıcı derecede benzerlik gösterir. Büyük mutasavvıf Abdulazized-Debbağ, el- İbriz adlı kitabında şöyle der:

“Arş ve ferşiyle yer ve gökleriyle cennet ve perdeleriyle ne varsa hepsi bir araya getirilip bakılsa Muhammed’in nurundan bir parça olduğu görülür. Muhammed’in bütün nuru bir araya getirilip arş’a konsa arş erir. Bütün yaratıklar bir araya getirilip o büyük nura tutulsa hepsi dökülür, dağılır.” (İbrahim Sarmış, Tasavvufun İslam Kültürüne Olumsuz Katkıları, Umran Dergisi, sayı ; 32, s:3-4, 55)

“Levlake..” diye başlayan hadisi hatırlayınız ve şu satırlara bakınız:

“İsa olmasaydı kainat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde  görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümdarlıklar…. Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır.”  (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par.331)

Yani bizde “Levlake…” diye başlayan ve tamamen uydurma ve iftira olduğu kaynaklarda belirtilen “Sen olmasaydın.! Ben alemleri yaratmazdım…”diye giden hadis gibi…

“Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım…” 

Bu sözün İsmail b. Muhammed el-Aclüni’nin “Keşf’ul-Hafa” adlı eserinde geçtiği  (Beyrut 1988/1408, c.II s. 164) ve bu eserin, halk arasında hadis diye bilinen sözleri, eğrisiyle doğrusuyla ortaya çıkarmak için yazıldığı.. Bu sebeple de o kitapta çok sayıda uydurma hadisin bulunduğu, Peygambere mal edilen bu sözün hadis olmadığı, uydurulmuş olduğu yönünde. Ama, “Kimi tarikatlara göre Muhammed aleyhisselam, var oluşun başlangıcıdır. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediye var olmuş.. Bütün yaratıklar ondan ve onun için yaratılmıştır. “Hakikat-i Muhammediye” nur olması bakımından alemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır.

Bu nur ölümsüz ve ebedi olduğundan Peygamber için “öldü“ denmez… Hakikat-i Muhammediye bütün Peygamberlerin ve velilerin ledünni ve Batıni bilgileri aldıkları kaynaktır.

Bu hakikat Hak’tan gelen feyzin halka ulaşmasında aracı olur.” (Mehmet Demirci, “Hakikati Muhammediye”, DİA,c. XV, S.179-180)

Katoliklere göre “Mesih İsa, gerçek Allah ve gerçek insandır. İşte bu nedenle insanlara Allah arasında tek aracıdır.” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 480)

“Kimi tarikatlara göre de Allah ile hakikat-i Muhammediye aynı gerçeğin ön ve arka yüzleridir.” (Mehmet Demirci, “Hakikati Muhammediye”, DİA,c. XV, S.179-180)

Velilerden Velilere Geçen Kutsal Sır

Nuri Muhammedi aynı zamanda velilere verilen “sır”rın da kaynağıdır. Bu çok önemli..Tasavvuftaki büyük sır da buna bağlıdır.

“Nuri Muhammedi”, bütün varlıkların kendisinden yaratıldığı nur olduğu için o her devirde birilerine devren gelmeye devam eder.

Buna göre şöyle inanılır; “Hakikati Muhammediye” Peygamberimizin “kendisi” değil, onda tecelli etmiş bir “nur.” Bu nur Allah’ın bir parçası yani “Allah’ın kendisi.!”

“Hakikati Muhammediye, Muhammed aleyhisselamın tarihi şahsiyeti değildir. O hakikat, her devirde değişen isim ve suretlerde peygamber ve ya veli olarak ortaya çıkar.” (Hasan Kamil Yılmaz, İnsanı Kamil, Altınoluk Mecmuası, Temmuz 1996, sayı: 125, s.31)

Bu “hakikat” nuru, Peygamberde olmuş ama ondan bağımsız olarak vardır. Onun bedeninden yani tarihi şahsiyetinden önce de vardı, ondan sonra da var olmaya devam ediyor..“Kutup” olan şahıslarda, gavs hazretlerinde tecelli ediyor.

“Kutub” olarak bilinen kimseye, “Hakikat-ı Muhammediye”nin kendisine göründüğü kişi olarak inanılır. Hakikatin bilgisi de ona bu yolla veriliyor, onunla da bize geliyor.

“Nur-u Muhammedi”, Hakikat-ı Muhammediye teorisi ile “imani bilgi” akışı da en yüce Kutup’a, gavslara doğru akıtılıyor.

“Kutub”, varlığın yaratılış nedeni olan “hakikat-ı muhammediye”nin kendisinde tecelli ettiği, kutubların imamı olan Kutb’ul-aktabyani gavs hazretleri bu kendisine gelen özel bilgi ile hem bizi irşad ediyor hem de evrenin manevi yönetimini sağlıyor.

Önde Gelen Mübarekler ve Hakikat-i Muhammediye

Önde gelen tüm çok mübarek zatlar vahdeti vücut inancını kabul eder. Ve bu çerçevede Nuri Muhammedi faraziyesini inananlarına telkin ederler.

İbni Arabi’de Nur-i Muhammedi;

“Hakikat-ı muhammediye, ilahi zatta ilk belirti olduğu için tayyün-ü evvel,

En yüksek mertebede söz olduğu için Kelam-ı a’la,

En yüksek varlık mertebesi olduğu için arş,

Bütün bilgiler kendisinde olduğu için Kalem-i a’la ve ya akl-ı evvel,

Allah’ın vasıtasını taşıdığı için halife,

Allah ile yaratılmışlar arasında aracı olduğu için berzah,

Her türlü sureti kabul ettiği için heyula,

Ruhların en ulusu olduğu için Ruh-u a’zam,

En mükemmel insan olduğu için insanı-ı kamil,

Evren ondan yaratıldığı için Alemin aslı/özüdür. ” (Sadettin Merdin, İslam’ın Pavlusları, Süleymaniye vakfı yay. İst. 2012, s.277)

“Mekke den Medine’ye hicret eden Allah’tı ve O’nunla beraber ikinci bir şey yoktu.. Muhammedin hakikatı bütünüyle alemin başlangıcı ve varlık olarak ilk zahir olandır. Onun varlığı o ilahi nurdan, boşluktan ve külli hakikattandır. Boşlukta kendisi varolmuş ve alemin kendisi O’nun tecellisinden meydana gelmiştir.” (İbni Arabi, Futuhatu’lMekkiye, I, 152)

Abdülkerim Cili’de Nur-i Muhammedi;

İbni Arabi’nin yolunun en cesur savunucu Abdülkerim el-Cili şöyle der;

“Allah Muhammed’i kemalinden yaratığı, cemal ve celalin mazharı/görünümü yaptığı zaman bütün isim ve sıfatlarının hakikatlerinden ona vermişti. Muhammed’in nefsini kendi nefsinden yaratmıştır. Bu yüzden alemde maddi ve manevi ne varsa hepsi Muhammed’in bir yansıması ve görünümüdür.”

Gümüşhanevi Hazretlerinde Nur-i Muhammedi;

O, sadece bulduğu her sözü hadis diye derlemekle kalmamış, mahiyeti Nur-u Muhammedi ile aynı Hakikat-ı Muhammediyye’yi de tanımlamıştır.

“Hakikat-ı Muhammediyye’nin Esma’ül-Hüsnası vardır. O Allah’ın ism-i a’zam’ıdır. İsm-i a’zam ise Allah’ın bütün isimlerini kapsayan yahut mutlak ilahi zatın ismidir. Hakk’ın suretleri Muhammed’in kendisidir. Allah, ehadiyyet mertebesinden vahidiyyet mertebesine tenezzül buyurduğunda, O’nun isim ve sıfatları artık Nur-u Muhammed olarak zahir oldu.” (Sadettin Merdin, İslam’ın Pavlusları, Süleymaniye vakfı yay. İst. 2012, s.277)

“Alemde Muhammet’ten başka varlık yoktur. Allah’ın ruhu Muhammed’in ruhudur. Ademe üfürülen bu ruhtur. O Zat-ı Akdes’in, Allah’ın tecellisidir.” (H. Musa Bağcı, Beşer olarak Hz.Peygamber, Ankara Okulu 2010, s. 470-3)

Abdulaziz Debbağ’da;

El-İbriz kitabının sahibi Abdulaziz ed-Dabbağ şöyle demektedir;

“Arş ve ferşiyle, yer ve gökleriyle, cennet ve perdeleriyle, alt ve üstleriyle ne varsa, hepsi bir araya getirilip bakıldığında Muhammed’in nurundan bir parça olduğu görülür. Muhammed’in bütün nuru bir araya getirilip Arşa konulsa, Arş erir. Arşı örten yetmiş kat perdeye yöneltilse, perdeler parçalanırlar. Bütün yaratıklar bir araya getirilip o büyük nura tutulsa, hepsi dökülür ve dağılırlar.” (El- İbriz, 2 / 84) (İbrahim Sarmış, a.g.dergi, sayı; 32, 3, 4 s:55  )

Molla Cami, “Nefahatu’1-Uns MinHadarati’l-Kuds” isimli kitabında  Gavsu’l azam yani en büyük kutub’un , kendisinden yardım dileyene manen yardım elini uzattığı için “Gavs” ismi ile de anılmış olup, Hakikat-i Muhammedi’nin varisidir” der.

Tasavvufu meşrulaştırma ve İslam’a katma gayretleri bakımından son derece önemli bir yer işgal eden; “Gazali’nin “muta’ (itaat edilen varlık) dediği şey de, nur-u muhammedî’ denilen bu nurdur.” (Süleyman Uludağ, Nur md, DİA, C.33)

“Gazali’nin varlık ve bilgi kavramlarını bu nur sembolizmiyle anlatan metafiziği kendisinden sonra vahdet-i vücutçu felsefecilere ilham kaynağı olmuştur.” (İlhan Kutluer, Nur md, DİA, C.33)

Gazali’nin ’muta’ kavramı Hıristiyanlardan pek de farklı görünmüyor;

Mesih Tanrı’nın biricik Oğlu’dur. O’nun Oğlu ”Nur” dur, çünkü Baba’sı da “Nur”dur. Yani Oğul Tanrı Özü’ne sahiptir. Tanrı Özü’ne sahip olan Oğul Tanrı’dır. O hiç bir zaman yaratılmamıştır.” ( http://www.ortodoksluk.org/buyukimanaciklamasi1.htm)

Hz.İsa’nın Babası Nur-i/Ruhu Muhammedi

Madem ki önce Hz.Muhammed’in nuru yaratılmış, sonra Adem’e üflenen ruh dahil her şey ondan yaratılmış, o zaman Hz.İsa’nın babası kim diye fazla düşünmeye gerek kalmaz!

“Bütün tefsirler bunu Cebrail (as) olarak ifade ediyorlar. Fakat âyette “Ruh” tabiri kullanılıyor. Bu Ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise, ihtilafın çerçevesini aşkın ve Efendimizin (sav) ruhunu da içine alacak kadar geniştir. Çünkü Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı, bu itibarla da gözlerinin içine bir başka hayalin girmemesi gerekirdi. Ayrıca Efendimiz (sav) de, bir makamda onun kendisiyle nikahlandığına işaret etmektedir.

Bu açıdan da “Ruh” Efendimizin (sav) ruhu da olabilir..” (M.Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla 1, Nil Yayınları, 3.Baskı, 995, s. 197)

Bunun için uydurma olduğu ifade edilen hadis de hazırdır zaten.!

“Allah İmran kızı Meryem’i Firavun’un hanımı Âsiye’yi ve Musa’nın kızkardeşi Gülsüm’ü Cennette bana zevce olarak vermeyi hükmeyledi.” (İbniMâce Tercümesi 10: 649.) (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebir, 8/258.)

Halbuki ilmi izahlar şu merkezde idi;

Oysa “min” harf-i cerr’i; ibdita ve nihayet başlangıç ve son ifade ettiğinden anlam: “o ruh Allah tan Meryem e gönderilmiştir” olur. Burası “minbadıyyet” bir parçası anlamına gelmez.

Nitekim,“O göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size boyun eğdirmiştir.” (casiye 45/13) ayetinde geçen “minhü” ye “O’ndan” yani “O’nun bir parçası” anlamı vermemiz gerekirdi ki, bu takdirde anlam haşa bütün kainat Allah olmuş olur.

“Adem’e Ruhumdan üfledim “ (Hicr/29) ayetleri “Ruh/Cebrail vasıtasıyla onlara hayat verdim” şeklinde anlaşılmalıdır.”  (Prof.Dr.Y. Şevki Yavuz, Ruh md. DİA,  C.35, s:187)

İşin ilginç ve garabet arz eden bir tarafı da, Ruh-u Muhammedi ile Hz. Meryem’in birlikteliğini düşünmek, birinin ruhu ile diğerinin bedenini, yani bir beden, başka bir ruh izdivaç ediyor!

İnanç bu işte! Nur-i Muhammedi, oradan Vahdeti vücut ve sonra ruh ile bedenin izdivacı..!

Hem de o içinde var olacağı beden yaratılmadan yüzyıllar öncesinde..!

Nur-i Muhammedi inanışı ile, “Her şeyin yaratıcısı, var edicisi Allah’tır.” İnancı, yani özetle “Her şey O’ndandır” iman esası, “Her şey O’dur” şekline dönüştürülmesi kolaylaştırılmış oldu.

Bununla, “Her şey O’dur; Yaratıcının kendisidir” söylemi, tasavvufun “Vahdeti Vücut” dediği, her şeyin yaratıcının bir parçası, O’nunla bir bütün olduğu akidesi desteklendi.

Etiketler
Daha Fazla

İktibas Çizgisi

İktibas Çizgisi Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı