GenelYazarlardanYazılar

Yüzleşmek, Muhakeme ve Muhasebe İçindir

Kainatta var olan her şey önce fark edilmeyi, ardından da keşfedilmeyi bekliyor. Fark etmek; görülmesi ve bilinmesi gereken şeylerden haberdar olmak ve kavranması gereken şeylere dikkat çekerek gerçeğin farkına varmaktır. Bitkiler, hayvanlar, doğa olayları, güneş, ay, dünya… insan tarafından hep fark edilmeyi ve keşfedilmeyi beklemektedirler. Ne ilginçtir ki, fark edilmeyi bekleyen insan da yine kendisi tarafından fark edilmesi gerekenler arasında yer almaktadır.

Deveye, göğe, dağlara, yeryüzüne, kendine… bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! (Gasiye 17-20) (Tarik 5-6)

Bizler fiziksel, karakter ve fikirsel olarak birbirimizden farklı özelliklere sahip milyarlarca insanız. Bu özelliklerin bir kısmı bize doğuştan bahşediliyor; ne zaman, nerede, kimden ve hangi cinsiyetle dünyaya geldiğimiz; azalarımızın tamlığı veya eksikliği, ırkımız, rengimiz vs. Bunlardan sorumlu tutulmadığımızdan dolayı, bize artı veya eksi değer katmayan özelliklerimizdir.

İnsan kendi seçimiyle, elde ettiği kazanımlarıyla değerlendirilir. İnsanın kendi seçimine da ailesi, aldığı eğitim, toplumu, kendi okumaları vs. olmak üzere bir çok şey etki ederek kişiliğinin oluşmasında belirleyici rol oynamaktadır. Ya da toplumunun yaşadığı değerleri sahiplenen onlardan bir fert olarak, onlar gibi hayatını idame ettiren, ya da kendi kişiliğini bulmak için kendisiyle yüzleşmeye, aramaya, sormaya ve sorgulamaya başlayandır. Aklının ve kalbinin ikna olması için hak ve hakikat arayışında uzun veya kısa bir uğraş, gayret ve samimiyetle hakka teslimiyet mümkündür. İşte bu kişilik oluşturma sürecinde insan artık bir keşif yolculuğuna çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Bu keşif sürecinde değişimin ilk adımı nesneleri ve olayları fark etmekle başlar. Farklı olan şeyle yüzleşmek bazen bize sahip olduğumuz, ön kabullerimiz ve benimsediğimiz bir çok şeyi kaybettirebilir, gerçeği kabul etmek her zaman da kolay olmayabilir. Bunu göze alamayanlar değişemez. Ama değişmek, gerçekle yüzleşmekten ve onu kabul etmekten geçer. Ancak kabullendiğin şeyin sorumluluğunu üstlenebilirsen değiştirebilirsin.

İnsan olarak çoğumuz acı gerçeklerle yüzleşmeyi teoride sıkça dile getirmemize rağmen pratikte pek karşılaşmak istemeyiz. Hatalarımızın yüzümüze söylenmesi veya herhangi bir şekilde ifadelendirilmesi bizleri rahatsız eder. Oysa yanlışlar bilinmeden doğrular tespit edilemez. ‘Teşhis doğruysa tedavi mümkün demektir.’

Bilmek fark etmektir, fark edinen kabullenilirse eksik olan ikmal edilecektir. Erdemli insan, keşif sürecinde hem eksiğini hem de tamını bilendir. Bu bağlamda biri bize eksiğimizi/yanlışımızı söylediğinde gerçekten hakkını teslim mi ediyoruz yoksa hep bi başkalarını suçlayıp ‘topu taca mı atıyoruz’. İkincisini yapıyorsak zaten bastan kaybetmişizdir. Hakkını teslim ediyorsak doğru yolda olduğumuzun işaretidir. Zira insanın asli görevi hayat yolculuğunda fark edilmeyi bekleyenleri keşfe çıkmadan önce erdemli olabilmesidir. Erdemli insan kendini temize çıkarmayan, başkalarını da suçlamaktan ziyade hakkı ortaya koyan, bahaneler aramayandır.

Ama biz nefsini temize çıkarmak başkalarını suçlamak için bahaneleri sıralamaya başlıyoruz, kendimizin dışında kim varsa herkes yanlış demeye, yere göğe sığdıramadığımız aah şu egomuz, şu bilgeliğimiz yok mu, kimseleri beğenmiyoruz/beğenemiyoruz. En doğru biziz, geride kalan kim var ise hepsi yanlış, en adaletli olan, en hak üzerinde olan, en iyisini yapan, en, en, en… O, en olan ne kadar şey var ise, işte hepsi biziz. Hepsi bizde mevcut. Oysa ki, maskelerimizin ardında ne zaaflarımızı gizleriz; bencilliğimiz, riyakarlığımız, kuşkularımız, yalanlarımız, bahanelerimiz, ihtiraslarımız, kunpaslarımız, yetersizliğimiz/yetkinsizliğimiz, sadakatsizliğimiz, kusurlarımız ve olumsuzluklarımızla insanız işte hepimiz…

Aynaya bakıp da hatalarını fark etmeyen, eksikleriyle yüzleşmeye cesaret edemeyen insan! Yaşadıklarımızın ve yaşayacaklarımızın ana kaynağın sebebi bizleriz, zaaflarımıza yenik düşmeden kendimizle yüzleşmeliyiz. İçimizdeki kaosa ancak gerçek bir hesaplaşmayla son verebiliriz.

Zaman zaman hor görmüş veya görülmüş olabiliriz, haklı veya haksız da olabiliriz, herkes dalavereci, riyakar, iş bilmez, sözünde durmaz, geride kim varsa herkes suçlu olabilir. Bir haklılık manifestosu yazıyoruz hep profil duvarlarımıza…

Halbuki bir yük var taşımamız gereken… Belleri büken , omuzları çatırdatan… Ağır bir yük… Hiç kimse olmasa da  bu yükü taşıyacak ‘kim var’ denildiğinde ‘ben varım’ diyebilmeliydik, yerlerde sürümeden gücümüz nispetinde taşımalıydık o yükü. Yükün farkında olup sorumluluk alanlar başkalarına bakmazlar onların taşıması gerek bir yükleri var, onun telaşı başka yana bakmaya fırsat vermeyecek kadar elzemdir…

Dedim ya kişinin kendisiyle yüzleşmesi, muhasebe ve muhakeme yapması zor iştir. Bunu ancak fikriyatının, maneviyatının harcı sağlam olan insanlar yapar. Yoksa herkes haklı, herkes bir kendinden yana, herkes hep kusursuz… çoğumuz hatalarımızla yüzleşmiyor, tecrübe denilen öğretiyi çıkaramıyor, ilişkilere geniş açıdan bakıp değerlendirme yapamıyor, empati kuramıyor ve kendi hevamızı/egomuzu beslemeyi seçiyoruz. İlişkilerimiz de öyle gergin, öylesine öfkeliyiz ki; kimimize dokunsalar patlayacak, barut fıçısı gibiyiz. Dokunsalar ağlayacağız sanki. Oysa ne buyurmuştu Allah elçisi “Mümin, müminin aynasıdır.” (Ebu Davut. Eedep, 49) Sen bana bak kendini gör, ben sana bakayım kendimi göreyim. Öyleyse herkes kendi içindeki yılanı boğsun da, kendimizde arayalım sorunun kaynağını…

Hatayı itiraf etmek affa mazhar olmayı gerektiren insani tavır iken. Hatada ısrar iblisin tavrıdır. Bize yakışan ceddimiz Adem gibi davranmaktır. “ Ya Rabbi biz nefsimize zulmettik…”(A’raf 23). Diyerek, Allah elçisi Yunus gibi yakarmak “Ben zalimlerden oldum…” (Enbiya 87 ) diyebilmektir. Ve bizler insan olarak rabbimizin öğüdüne kulak verelim; “Kim bir kötülük edip Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı çok affedici bulur” (Nisa 110). Ve bilelim ki bir gün dönüp Allah’ın huzuruna varacağız.

“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminûn, 115) Allaha dönüş hesap vermek içindir. Nitekim Allah elçisine atfedilen bir sözde “Âdemoğlu dört şeyden hesaba çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz: Gençliğini nerelerde geçirdiği, ömrünü nerelerde bitirdiği, malını nereden kazandığı ve nerelere harcadığı.” (Keşfü’l-hafa, hadis no: 3163)

“Sonra o gün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür, 8)

Kendini keşfeden, Rabbini keşfeder Rabbini keşfeden insan da hesap vermesi gerektiğini (ahireti) bilir. Ahireti hesaba katan; nerede durduğunu, neden ve niye durduğunun muhakeme ve muhasebesini yapandır. Bu muhasebenin sonunda  hesabını verebilecek olanlara selam olsun…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

2 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir