GenelOkuyucu Yazıları

Başka Hangi Hadise İnanalım?

Bekir Sağlamer/İktibas Çizgisi Şubat sayısı

Kur’an’ın nazil olmasından yıllar evvel, vahiy kitaplarına yönelik birçok nefsi/şeytani girişimlerin olduğunu hepimiz biliyoruz ve bu gayri iradi eylemlerin ne amaçla sergilendiğinden de haberdarız. Ancak bilmeyenler için kısaca değinmek isteriz.

Çeşitli amaç ve menfaatler neticesinde dönemin önde gelen din âlimleri, saltanatlarını korumaları adına ya da İktidarlık hırsı ve sevdası, milliyetçilik, taassubiyet, mal-mülk düşkünlüğü, inat ve gurur vs. gibi sebeplerden ötürü muhatap oldukları vahyi,  çeşitli gerçek üstü kılıflara soktular ve bu da yetmezmiş gibi kendilerinden sözler piyasaya sürerek onları hakikat imiş gibi göstermekten de utanç içerisine girme marifetini sergilemediler.(Örneğin; Hıristiyanların İznik konsilinde kabul ettikleri dört farklı İncil).  Evet, utanç duymadılar, çünkü utanacak yüzleri hiç olmadı. Zihniyet hiç mi hiç değişmedi; amaçlar asla farklılık arz etmedi. Zihniyet, Allah’a din öğreten; amaç ise kendi menfaatlerin korunması oldu. Bu uygulama, hemen hemen bütün kavimlerde yer edinmişti ve hala da devam ettirilmektedir.

Hz. İbrahim’i ateşe atmaya çalışan, Hz. Musa’yı yurdundan terk ettiren, Hz. İsa’ya düşmanlık besleyip komplo teorileri üreten zihniyet ile bugün Hz. Muhammed’i ahlaksız ve akıl dışı oyunlara alet eden güruh, aynı yolun yolcularıdır. Hakka karşı batıl libas değiştirse de öz, hep aynı kalmıştır; değişen sadece isimler olmuştur.

Geçmişin kültür ve geleneksel uygulamalarının ne şekilde dinselleştirilmeye çalışıldığını çok fazla gündemde tutup da yarayı deşme niyetinde değiliz. Ancak bugün İslam Peygamber’ine yönelik oyunları gün yüzüne çıkarmaktan da asla geri durmayacağız. Kimin ne kadar zoruna giderse gitsin, onların Allah’a ve Resulüne attıkları iftiralar bizleri çok daha fazla rahatsız etmektedir.  Bırakın da ümmet olarak, kul olarak bizler de vazifemizi yerine getirelim. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmaya çalışmadık ve böyle bir niyetimiz de hiç olmadı.

Kur’an, hiçbir zaman değişikliğe uğramadan günümüze dek özünü koruyan ilahi bir rehberdir. Bu ilahi kaynağın aslına müdahale edemeyeceklerini düşünen akıllı akılsızlar, işi farklı bir yolda halletmeye çalıştılar. O yol da Peygamber’e saldırmak ve Peygamber’i haksızlığa, adaletsizliğe ve ahlaksızlığa referans kılmaktır. Ne şekilde Peygamber’e saldırdılar, bunları da açıklayacağız birazdan. Bunları zikrettiğimizde birilerinin Müslümanlık damarı kabarıyor ve güya Allah’a-Resulüne saldıranlar bizmişiz gibi karşı atağa geçiyorlar. Durun, sakin olun! Sizin şuana kadar hiç yapmaya gayret etmediğiniz/edemediğiniz şeyi yapın şimdi. Dinleyin! Zaten yaptığınız tek bir şey vardı o da Allah’a, Resullerine, Nebilerine kısaca İslam’a saldırmak idi. Hala da aynı davanın kırıntılarısınız. Ümidimiz var, birgün sizler de hakka-hakikatlere boyun eğeceksiniz ve temennimiz odur ki geç kalmayasınız.

Peygamber’e iki yönden saldırdılar: Hadis adı altında yazılı rivayetlerle ve yazıya dökülmemiş, yani güya peygamber’in sünnetiyle(uygulamalarıyla). Onlara göre hadis ve sünnet anlayışı şu şekildedir: Hadis, Hz. Muhammed’in İslam bekası adına sarf ettiği sözlerdir. Yine onlardan bazılarına göre hadis, Hz. Muhammed’in söz, fiil ve takrirlerinin bütünüdür. Takrir, bir olay karşısında Hz. Muhammed’in susarak o durumu onaylamasıdır. Sünnet ise Hz. Muhammed’in uygulamaları olarak nitelendirilmektedir. Bu anlayışı biraz daha açıklama ihtiyacı içerisindeyiz. Çünkü açıklamamız gerekir ki okuyucular da bu anlayışı akıl terazilerinden geçirsin ve doğruları görsün. E, ne de olsa Hz. Muhammed altmış küsur yıl susmamış ya, o yüzden onun hem sözleri hem de uygulamaları var. Şimdi soruyorlar, Hz. Muhammed’in bu sözleri nerde geçiyor veya yazıya geçirilmemiş uygulamalarının kaynağı nerede? Size söyleyeyim, açın Kutub-i sitte’yi/Kutub-i Tis’a’yı Peygamber orada duruyor. Evet, evet, yanlış okumadınız; Hz. Muhammed Buhari’de Müslim’de, Ebu Davud’da, Tirmizi’de, Nesai’de, Ahmed b. Hanbel’de… duruyor. Tabi onlara göre öyle; ancak bize göre ise Kur’an, Hz. Muhammed ve önceki Resul/Nebileri çok iyi koruyor. Bitti mi peki? Elbette hayır! Bir de şöyle bir yöntem geliştirdiler; neymiş, Kur’an’a aykırı olmayan sözler Hz. Muhammed’e aittir ve kimse de onları inkâr edemez. Çok güzel! O halde soralım bu âlimlerimize: Kur’an’a aykırılığı olmasa dahi birileri bir söz sarf etmişse o sözün Peygamber’e aitliği hangi kriterlerle ölçülecek? Diyelim ki Buhari,  Kur’an’a uygun bir söz kullandı ve onu da Peygamber’e nisbet etti, ne olacak şimdi? ‘Buhari öyle yapmaz asla. Siz Buhari’yi kendinizle mi karıştırıyorsunuz, o bilgin bir âlimimizdir’ diyebilirsiniz. O zaman şu soruyu da soralım: Buhari’de ahlak dışı rivayetler hiç mi yok? Çelişkili rivayetler hiç mi yok? Umarım yok dememişsinizdir, çünkü azıcık insaflıysanız bizden daha iyi bilirsiniz var olduğunu. O halde kardeşim nerden bileceğiz Kur’an’a aykırı olmayan her sözün Peygamber’e ait olup olmadığını? Bu arada Buhari demişken, sözümüz aynı şekilde diğer zatlar için de geçerlidir.

Sizinle bir anımı paylaşmak istiyorum. Birgün sosyal medyada birisiyle bu konu hakkında istişarede bulunurken gerçekten hiç tahmin edemeyeceğiniz bir olay yaşandı. Aynı bu şekilde konumuz hadislerdi. Kendisiyle konuştuğumuz zata, sohbetin ileriki sürecinde bir rivayet sundum. O rivayeti ben yazmıştım. Bilmem kimden rivayetle diye başladım söz dizmeye. Altına da akla hayale sığmayan bir iki kaynak belirttim ve muhataba sundum. Dedim ki bu söz Kur’an’a aykırı mı, hayır dedi. Peki,  bu söz hadis mi(Peygamber sözü mü), evet dedi ve şöyle devam etti: Kur’an’a aykırı olmayan her söz, bizim için kıymetlidir ve Peygamber sözü olarak bizde yer edinir. Ne oldu sonra bilir misiniz? Bu sefer de o sözün bana ait olduğunu, defalarca zikrettiğim halde, muhatabım olan şahsı muhtereme bu durumu ispat edemedim ve böylece benim de bir sözüm hadis diye tarihe geçmiş oldu o gün. Böylesi trajikomik bir anlayış İslam olabilir mi? Bu örnekle umarım gayem anlaşılmıştır.

Şimdi kalkıp da yukarıda ismi zikredilen şahısların kitaplarına aldıkları iftiralarla dolu rivayetleri zikredecek değiliz. Çünkü merak edenler gider bizatihi o kaynaklara kendisi bakar ve gerçekleri bir de kendi gözleriyle görmüş olur. Aksi halde o rivayetleri buraya almaya çalışırsak vaktimize haksızlık etmiş oluruz. Dolayısıyla biz, vaktimizi Kur’an’daki Peygamber algısının, hadis ve sünnet kavramlarının ne anlam ihtiva ettiğini idrak etmekle değerlendirmeyi daha uygun bulmaktayız.                                                                                        Arapçada hadis, söz anlamındadır. Yani herhangi birisine ait sözlere hadis de denilebilir. İddia edildiği gibi hadis denilince sadece ‘Hz. Muhammed’e ait olan sözler’ şeklinde bir tanımlama külliyen yanlıştır ve uydurmadır.  Sünnet ise Allah’ın koyduğu kanunlar ve yasalar bütünüdür. Bu iki kavramın yer aldığı ayetlerde hiçbir şekilde herhangi bir Peygamber’e de bir atıf söz konusu değildir. Bu kavramlardan hadis sözcüğü, Kur’an ayetleri(Kur’an’ın kendisi) için zikredilirken; sünnet sözcüğü ise Allah’ın yasaları için kullanılmıştır ki buna da       Kur’an ifadesiyle Sünnetullah denilmiştir. Aşağıda zikri geçen ayetlerde bu iki kavramın geçtiği ayetleri daha net bir şekilde de görebiliriz.

“Hadis” sözcüğünün geçtiği ayetler

“Allah’a ve ayetlerine güvenmedikten sonra onlar artık hangi hadise(söze) güvenecekler?” (Casiye, 45/6)

“Göklerin ve yerin hâkimiyeti konusuna ve Allah’ın yarattığı her bir şeye bakmazlar mı? Belki de sonları yaklaşmıştır. Öyleyse Allah’ın hadisi(sözü) dışında neye inanacaklar?” (A’raf, 7/185)

“O gün yalancılar çok çekecekler. Bunlar artık hangi hadise(söze) inanırlar?(Murselat, 77/49-50)

“Allah (hadislerin)sözlerin en güzelini,  birbirine benzer, ikişerli ayetler içeren bir kitap olarak indirmiştir…” (Zümer, 39/23)                                                                       

Sünnet” sözcüğünün geçtiği ayetler:

“Doğrulara kendilerini kapatanlar sizinle savaşsalar dönüp kaçarlar. Sonra kendileri için ne bir dost ne de yardımcı bulabilirler. Allah’ın daha öncekilere de uyguladığı sünneti(kanunu) da budur. Allah’ın sünnetinde(kanununda) bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih, 48/22-23)

“Allah’ın bundan öncekilere uyguladığı sünneti(yasası) budur. Allah’ın sünnetinin (yasasının)  yerine geçecek bir şey bulamazsın.” (Ahzab, 33/62)

“Şiddetli azabımızı gördükleri zaman inanmalarının onlara faydası olmadı. Bu, Allah’ın kulları hakkında öteden beri yürürlükte olan sünnetidir(yasasıdır). Kendilerini doğrulara kapatanlar işte o zaman kaybederler.” (Mü’min, 40/85)

“Allah’ın, Nebisi için farz kıldıklarında sıkıntı doğuracak bir şey yoktur. Bu, Allah’ın bundan öncekilere de uyguladığı sünnetidir(yasasıdır). Allah’ın emri ölçülü, biçilidir.” (Ahzab, 33/38)

“Kendilerine uyarıcı gelirse, toplulukların her birinden daha doğru yolda olacaklarına dair bütün güçleriyle yemin ettiler. Kendilerine uyarıcı gelince de sadece nefretleri arttı. Bunu, orada büyüklük taslamak ve kötü düzen kurmak için yaptılar. Oysa kötü düzen, onu kuranların başını yakar. Öncekilere uygulana gelen sünnete(yasaya) bakmazlar mı? Allah’ın sünnetinin(yasasının) yerine geçecek bir şey bulamazsın. Sen, Allah’ın sünnetinde(yasasında) bir şey değişiklik de göremezsin.” (Fatır, 35/42-43)

Yukarıdaki ayetler incelendiğinde hadis kavramı, dört ayette ve her bir ayette birer defa geçerken; sünnet kavramı ise beş ayette geçerek toplam dokuz kez zikredilmiştir. Ayrıca zikrolunan ayetlerde geçen kavramların, hiçbir surette bir peygamberi niteler şekilde de geçtiğini görmedik. O zaman peşinen gelecek sorulara da hazır olmamız gerekir. Çünkü bu kadar şey ifade ettikten sonra Peygamber gerçeğini inkâr ediyoruz gibi bir iftira da kapımızda hazır duracak.

Sizler, peygamber hadisi yoktur, tek bir hak hadis ve o hadisin de sadece Kur’an olduğunu; Peygamber sünnetini reddederek tek bir sünnetin Allah’ın sünneti olduğunu ifade ediyorsunuz. O zaman Peygamber postacı mıydı sadece? Peygamber hiç mi konuşmadı? Peygambersiz bir din anlayışı nasıl olabilir veya siz Peygambersiz bir din anlayışını savunarak hangi dinden bahsediyorsunuz? Madem Peygamber sünneti ve hadisi yok o zaman Peygamber’e itaat nedir? Allah, Peygamber’e itaat edin demiyor mu, siz nasıl oluyor da Peygamber’in hadisleri, sünneti yok diyorsunuz?” nitelikteki iftiralar dolu soruları daha da çoğaltabiliriz. Bunlar, gerçek anlamda onların dilinden dökülen ilmi(!) sorulardır. O halde bize düşen de bu sorulara tek tek cevap vermektir:

  • Bizler, hiçbir şekilde tek hak sözün Allah kelamı olduğunu kendimizden uydurmadık ki bu ifade, Allah’a aittir.( Yukarıda sunulan ayetler şahittir)
  • Peygamber’in sünneti yoktur da demedik. Çünkü Peygamber’in sünnetine tabi olmanın Kur’an’a göre yaşamak olduğunu idrak edebiliyoruz. Dolayısıyla Peygamber’in sünneti/ yaşantısı Kur’an olduğu için bizler de Kur’an ile amel etmenin en doğru yol olduğunu her seferinde dile getirerek Peygamber sünnetini de inkâr etmiş olmuyoruz.
  • Peygamber postacı değildir. Postacı demek, emaneti açmadan, emanetin içeriğini karıştırmadan olduğu gibi adrese teslim etmektir. Peygamber’e bir emanet geldi ve Peygamber o emaneti açıp okuyarak, anlayarak, hayatına geçirerek bize tebliğde bulundu, ulaştırdı. Postacı, emaneti adrese teslim ederken emanetin içeriğinden uzun uzun bahseder mi veya emaneti açar mı? Hayır! İşte Peygamber postacı mıydı diyenlerin mantık seviyesi hesaba katıldığında böyle bir iddianın saçma bir iddia olduğu da her akıl sahibi tarafından rahatlıkla anlaşılmış olacaktır.
  • Peygamber hayatı boyunca konuştu tabi ki. Konuşmamış diye bir iddiayı öne sürmek saflık olur. Ancak bizim burada Resul ve Nebi farkını ortaya koyarak hareket etmemiz ve fikir sunmamız daha mantıklı olacaktır. Resul, risaleti tebliğ göreviyle sorumlu kılınmış kişidir. Nebi ise vahiyle yüceltilmiş kişi demektir. Bu durumu Hz. Muhammed üzerinden hareketle anlatmak gerekirse, Hz. Muhammed, hem Nebi hem de Resul idi. Nebiydi, çünkü kendisine kitap gönderildi; Resul idi, çünkü kendisine gönderilen kitabı olduğu gibi insanlara aktardı. Nebilik bir unvan, Resul ise bir görevdir. Nebi olan Hz. Muhammed; yiyip içerdi, gezerdi, şaka yapardı, özel ihtiyaçlarını giderirdi vs. Resul olan Muhammed(a.s) ise sadece vahyi tebliğ ederdi ve vahiy ekseninde yaşardı. Nebi olan Hz. Muhammed yanılabilirdi ki yanılmıştır da bazı hususlarda. Ancak Resul olan Muhammed(a.s) asla hata yapmaz ve yanılmazdı. Çünkü Resuller daima vahyin koruması altındaydı. Toparlayacak olursak, bizler, Resule itaat ederiz. Allah, zaten Kur’an’da Nebiye itaat edin demez; sadece Resule itaati emreder. Peki, Kur’an’da tanıtılan Resul kimdi? O Resul ki asla Kur’an’dan bağımsız olarak bize örnek olmadı. Aksine, hayatını Kur’an’a vermiş bir Resul, sadece ve sadece kendisine vahyedilene uyulmasını ister. Nitekim Kur’an’da bununla ilgili birçok ayet de hazır durur. Dolayısıyla Resule itaat, kendisine gönderilen mesajları anlayarak hayata geçirmektir. Hele ki bu dönemde fiili olarak aramızda olmayan Hz. Muhammed’e itaat etmenin tek ölçütü Kur’an’a göre yaşamaktır. Şöyle bir iddia da yok değil: Veda hutbesinde Hz. Muhammed bize emanet olarak Kur’an ve kendi sünnetini bırakmıştır. Evet, doğrudur. Bize Kur’an’ı ve Kur’an’daki sünnetini bırakmıştır. Demiştik ya Peygamber sünnetine tabi olmak, Kur’an’a göre yaşamaktır. İşte, tam da budur. Demek ki öyle Buhari’ymiş, Müslim’miş gibi şahıslar değildir Resule itaatin ölçütü. Resule itaatin ölçüsünü Kur’an belirlemiştir. Furkan Suresi 30. ayet gereği Resule itaat, Kur’an ile yaşamaktır. Kur’an dışındaki sözler, Peygamber’e aitliği tespit edilemeyecek değerdedir. Onlar, güzel söz diye alınabilir; lakin İslam diye dayatılamaz.
  • Peygambersiz bir din anlayışını hiç ama hiç savunmadık ve benimsemedik. Peygamberler, bizlere en güzel örnektir. Onların bu örnekliklerini de kendilerine gönderilen kitaplarla örnek ediniriz. Şöyle bir mantık da yürütülebilir: Resullere itaat veya onları örnek almak, onların yaptıklarını yapmak ve yapmadıklarından da uzak durmak değil mi? Evet. Onlar neye göre yaşadılar? Kendilerine gönderilen vahye göre yaşadılar. O zaman biz de onlara gönderilen vahye göre yaşadığımızda onları örnek almış olmuyor muyuz? Elbette olmuş oluyoruz. Neden o zaman Hz. Muhammed’e gönderilen Kur’an’a göre yaşamak ve Kur’an dışındaki hurafelere diz çöktürmek onu devre dışı bırakmak oluyor, akla hayale sığmıyor.

Bütün bunları olduğu gibi sunduğumuzda hala Peygamber düşmanı olarak ilan edilmek bizim açımızdan üzüntü vericidir diyemeyiz, çünkü Allah, her şeyi en iyi bilendir. Unutmadan bir başka iki iddiaya da değinip konuyu özetlemek durumundayız.

İddia 1 : “O, sözleri kendi arzusuna göre söylemiyor.” (Necm, 53/3) ayetini ileri sürerek bugün hadis diye sunulan rivayetlerin vahiy kaynaklı olduğunu iddia ederler. Yani bu iddiaya gülelim mi ağlayalım mı, hakikaten bilmiş değiliz. Hicr 6. ayette de zikredildiği gibi Hz. Muhammed kendisine gönderilen vahyi(Kur’an’ı) tebliğ ederken o sırada kendisine ağır ithamlarda bulunuldu. Ayette malumdur ki Hz. Muhammed’e aynı şekilde deli(mecnun) muamelesinde de bulunulmuştu. Bu olay üzerine Tur Suresi 29 ve Necm Suresi 3. ayet misalindeki diğer ilgili ayetlerle Allah, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği şeyin Allah’tan indirilmiş bir vahiy(kitap) olduğunu bizlere apaçık beyan etmiştir. Dolayısıyla Resulün tebliğ ettiği şey Kur’an olup hevasından bir şey tebliğ etmediğini de bu ayetlerle anlamış oluyoruz.

İddia 2  : “Eğer Allah’ın sana lütfu ve ikramı olmasaydı, onlardan bir kesim seni yanılmakta kararlıydı. Onlar kendilerinden başkasını yanıltmaz ve sana bir zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirmiş ve bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana olan lütfu büyüktür.” (Nisa, 4/113) ayetinde geçen “hikmet” kavramından hareketle Hz. Muhammed’in Kur’an dışında ayrı bir vahiyle muhatap kılındığını ve bu vahyin ise hadis adı altındaki rivayetler olduğunu yine aynı şekilde iddia etmiş oluyorlar. Yukarıda olduğu gibi onların bu iddialarına en güzel cevabı Allah vererek Resulünü de bu iftiralardan korumuş oluyor. Ancak öncesinde hikmet kavramının ne anlama geldiğini ifade etmek durumundayız. Çünkü âlim diye başımıza kesilen bu topluluğun hikmet sözcüğünden anladıkları şey, vahiy kaynaklı Buhari’nin onayından geçmiş sözlerdir. Evet, onlar ki bu kaynaklarda yer alan her bir sözü ilahi iradeyle Peygamber’e indirilmiş kelam olarak algılıyorlar.

Hikmet sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette 20 kez zikredilmiştir. Bütün bu ayetlerde de gerçek anlamda kullanılmıştır. Bu sözcüğün anlamıyla ilgili birçok farklı tanımlar yapılmışsa da bizce bu kavramın yer aldığı ayetler incelendiğinde en makul tanımın, “gönderilmiş olan vahyin kavrama yeteneği/yetisi” olduğunu da görebiliriz.

Bu bilgi göz önünde tutulduğunda Nisa Suresi 113. ayette yer alan hikmet kavramının, Peygamber’e Kur’an dışında inmiş başka bir vahiy olmadığını bilmekle beraber kendisine verilmiş olan şeyin kitap ve bu kitabı anlama/kavrama yeteneği olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.  Aksi takdirde hikmet kavramına Kur’an dışında ayrı bir vahiy tanımlaması yapılırsa, o zaman şuan elimizde olan Kur’an nüshalarının eksik olduğu da dolaylı olarak iddia edilmiş olacak. Kur’an’daki kavramlara anlam vermenin en önemli kriteri de Kur’an’ın vermiş olduğu mesajların özüne sadık kalmaktır. Hikmet sözcüğünün geçtiği diğer ayetleri okuyucular Kur’an indeksinden bakarak çok rahatlıkla bulacağı için yeniden o ayetleri burada zikretmek yersiz olacaktır.

İslam, teslimiyetimizin reçetesidir. Allah, bu reçeteyi vahiy kitaplarında sunarak Peygamberler aracılığıyla da bize bildirmiştir. Peygambersiz bir din anlayışını savunmak, zifiri karanlıkta gözü kapalı yürümeye benzer. Bu, nasıl ki mümkün değilse Peygambersiz bir dinin hayata tatbik olunması da o denli imkânsızdır. Eleştirilere her zaman açık olduğumuzu da ifade etmek isteriz. Lakin eleştirinin de bir ahlakı olmak zorundadır. Nasıl ki Peygamber’e itaat ettiğimizi iddia ediyorsak o zaman bizim bu iddiamız da hayatımızda ispatlı olması lazım.

Peygamberler ve tebliğ ettikleri vahiy, bizim başımızın tacıdır. Sadece Hz. Muhammed’e değil, aynı şekilde evvelinde görevlendirilen bütün Resullere de itaatimiz ebeddir. Bizim en temel gayemiz, vahiy ahlakına vakıf bu elçileri, ahlaksız bir gelenekten ve akıl dışı rivayetlerden tenzih etmektir. Peygamber’e nispet edilmiş bir söz Kur’an’a aykırı değilse, güzel söz deyip alırız. Ancak bilinmelidir ki her ne kadar Kur’an’a aykırılığı olmasa da o sözlerin kesin olarak Peygamber dilinden döküldüğüne asla kanaat getirmeyiz, getiremeyiz. İlla da Peygamber’den bir söz işitmek ve onu hayatımıza almak istiyorsak Peygamber’i inşa eden Kur’an’a göre yaşamak en mantıklısıdır ki olması gereken de budur. Peygamber o sözleri zikretmiş olamaz mı? Söylemiş de olabilir söylememiş de olabilir. Mantıken şüpheli olan bir şeyin kesin ifadelerle İslam diye dayatılmasının hiçbir şekilde doğru olamayacağını savunuyoruz. Bütün bu açıklamalara rağmen hala Peygamber’i çeşitli oyunlara alet etmek de vicdan muhasebesi gerektirir. Yok, bilmem ‘o zaman namazı nasıl kılacağız; at etinin, köpek etinin vs haram oluşu Kur’an’da yoktur, o halde bunları yiyecek miyiz’ gibi durumlar karşısında da gerçek anlamda Kur’an’ı idrak ederek hayatına almış birisi, ne yapması gerektiğini de iyi bilecektir. Allah, insanoğlu için gerekli her şeyi apaçık belgelerle sunmuştur.(Hacc, 22/16; Bakara, 2/211; Nahl, 16/12; Zariyat, 51/20). Bunun dışındaki teferruatları da Allah, bizim tercihimize sunmuştur.  Köpek etinin veya at etinin zararı amansız olsaydı, domuz etini haram kılan Allah, onları da haram kılardır. Birileri Kur’an’ı eksik ve yetersiz görüyor ki adeta utanmadan, sıkılmadan Allah’a din öğretme gayretindedir. Son olarak hayat kitabımız, ahlakımız, pusulamız, vazgeçilmezimiz olan Kelamullah’tan bir ayet arz ederek konuyu noktalamakta yarar görüyoruz:

De ki: “Dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah her şeyi bilendir.” (Hucurat, 49/16)

Daha Fazla

İktibas Çizgisi

İktibas Çizgisi Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı