GenelMektuplara Cevap

Dar kavramının Kur’an’da yeri var mıdır? Müslüman olarak  sorumluluğumuz nedir?

SORU: Darul İslam, darul harb, Darul cahiliye gibi kavramların Kur’ an da yeri var mıdır ? İlk dönem Müslümanların kademeli süreç içerisinde yapmakla yükümlü oldukları ayetler şuan tamamıyla inmiş ve elimizin altındadır. Bu durumda bizler ilk dönem Müslümanlarından farklı olarak ilk andan itibaren Kur’ anın tamamından sorumlu muyuz?

         CEVAP : Dar kelimesinin anlamı yer demektir. Bu rasgele bir yer için kullanıldığı  gibi (Darul Acuze), bir hayat anlayışının  veya hukuk sisteminin üzerinde hüküm ferma olduğu yer, ülke veya eyalet anlamına da gelmektedir. Örneğin: Darul İslam (İslam’ın yeri) yani  İslam hukuku ile hükmedilen yer, Darul Küfür (küfrün yeri) Küfür hükümleriyle hükmedilen yer, Darul harp ( savaş yeri), savaş hukukunun hakim olduğu yer anlamına gelmektedir. Bir belde üzerinde hakim olan dünya görüşüne ve onun hukuk anlayışına göre  isimlendirilir. O beldede yaşayan insanların çoğunluğuna veya inancına göre değil. İnsanların üzerine hüküm ferma olan yasalara göre isimlendirilir.Orada ki  insanların  çoğunluğu Müslüman olabilir, gayri müslim olabilir bunun bir önemi yoktur.

Şimdi bu noktadan baktığımızda Kur’ anda  İslam’dan ve İslam’ın hakimiyetinden küfürden ve küfrün  hakimiyetinden, savaştan ve savaş hukukundan, barıştan ve barışın kurallarından  bahsedildiğine göre; bu kavramların  Kur’ anî olması da kaçınılmaz olacaktır.  Ancak şunun bilinmesi  gerekir ki: Darul küfür her zaman mevcut iken Darul harbin varlığı, Darul İslam’ın varlığı ile mümkündür. Yer yüzünde bir İslam devleti olması gerekir ki, İslam devleti ile diğer devletlerin arasında ki ilişki biçimine  göre  Darul Harb, Darul Sulh, Darul Eman, Darul Ridde gibi hükümler verilmiş olsun. Mekke’de Peygamberimiz ve müminler var iken Mekke de dahil tüm dünya Darul küfür idi. Çünkü tüm dünyaya küfür hakimdi. Medine’ye Müslümanların ve peygamberimizin  hicret etmesiyle Müslümanlar o beldede hakim duruma geldikleri için  artık Medine Darul İslam olmuştu.  Mekke ve diğer devletler ise hükmen harbî durumda idi. Hac suresinin 39. ayetiyle Müslümanlara  savaş için  izin verilmesiyle birlikte  Mekke fîlen  Darul harp oldu. Çevrede ki diğer kabilelerle ilişkiler de  bu anlayış üzerine bina edildi.

“Saldırıya uğrayan müminlere savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğramışlardır. Hiç kuşkusuz Allah’ın onlara yardım etmeye gücü yeter.” (22/39)

Devamında ise kıyamete kadar müminlerin izleyeceği rota şu ayetlerle çizilmiştir:

(Ey     Muhammed) Allah yolunda savaş! Sen ancak kendi yaptığından sorumlusun. Müminleri de savaşa teşvik et. Umulur ki, Allah kâfirlerin gücünü kırar. Hiç şüphesiz ki Allah kuvvet ve kudretçe çok daha güçlü, ve cezası daha çetindir.”(4/84)

“Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.” (8/39)

“Ancak şu kimselere dokunmayın: Sizinle aralarında anlaşma olan bir kavme sığınmış bulunurlara. Yahut ne sizinle, ne de kendi kavimleriyle savaşmayı gönüllerine sığdıramayıp tarafsız olarak size gelenlere. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı, onlar da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak dururlar, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse, Allah, sizin için onlar aleyhine bir yol vermemiştir.”(4/90)

İlk Müslümanlar ile bu günü yaşayan Müslümanların durumuna gelince; İmanî noktadan  hiçbir fark yoktur. Allah’tan gelen ne varsa hepsine iman etmek imanın gereğidir. Öncekilerin ilk dönemlerde muhatap olduğu  ayetlerin az olması bunun niteliğini değiştirmez. Bir ayette olsa bin ayette olsa  Müslüman olmak için hepsine birden  iman etmek gerekir. İman konusunda Tecezzi ve  tedricilik olmaz. Bugün de Müslüman olmak isteyen bir kimse istisnasız Kur’ anın tamamına iman etmek zorundadır. Yani şunu diyemez : “ilk Müslümanlar için içki yasağı Medine’de geldi bende Medine ortamı gelince içkinin haramlığına inanırım. Yahut o döneme kadar içmeye devam ederim. Faiz  Medine’de en son  yasak edilmiştir.  Biz henüz Mekke’yi yaşıyoruz. O halde Medine ortamına kadar faiz alabilirim” diyemez. Kur’ anın bütününe iman edip helaline helal haramına da haram olarak inanmak zorundadır.

Ancak  İslam’ı  kabullenme safhasında ki süreçte her ferdin kendi çapında bir Mekke’si vardır.  İslam’ın  bugün için de her ferdin hayatına girip yerleşmesinde aynı merhalelerin yaşandığını görüyoruz. Önceleri başka bir dünyanın insanı iken, Allah’ın bir lütfu ile İslam’dan haberdar olan kimse için, ilgi ve sempatiyle başlayan hayatı,  iman ve teslimiyet ile noktalanmaktadır. Bu arada her gelen gün, geçen günden daha farklı yerlere geldiğini, farklı anlayış ve davranışların sahibi olduğunu görür ve yaşar. Bildiği, gördüğü, emin olduğu şeyler fazlalaştıkça mutmainlik yolunda mesafe alır. Yüreğinde ki ittiga duygusu kök salar. Hayatında istikrar, düşünce ve davranışlarında netlik, hayatın getirdiklerini göğüslemede Muvahhid bir Müslüman olarak sabır ve sebat gösterir. Her Müslüman bugüne kadar  yaşadığı sürece baktığında bu gerçeği görecektir.  Ancak bireysel yaşamın sorunlarını halletmekle beraber, İslam’ın toplumsal boyutuyla ilgili olan hükümlerini  yerine getirememenin ezikliğini hep duyacak, görecek, azim ve kararlılıkla yoluna devam edecektir. Ta ki, bu süreç tamamlanıp  fitneden eser kalmayıp, din tamamen Allah’a ait oluncaya kadar. Bu süreçte  “Mekke” kıyamete kadar hem ferdin hayatına yerleşmede,  hem de toplumun hayatına yeniden girmesinde yinelenecektir. Çünkü bütün doğumlar sancılı, değişimler sorunlu olur. Fakat ilk heyecanla bu kulvara giren genç nesillerin haddini bilmesi, sorumsuz davranışlardan kaçınması, etrafını kırıp dökmeden hayatın  zorluklarına karşı  sabır, sebat göstererek vakarlarını korumak zorundadırlar.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı