GenelKavram

Gayb

El Gaybu; güneş veya başka bir şey gözden gizli saklı hale geldi, gizlendi saklandı anlamına gelen GAİBÜN fiilinin mastarıdır. İnsanın gözünden gizlenen bir şey için kullanıldığı gibi; insanın algısından ve bilgisinden gizlenen ve gizli kalan şey için de GAİBUN ifadesi kullanılır.

Her hangi bir şeye, insanlar dikkate alınarak Gaybun /Gaibun denilir. Yoksa yüce Allah dikkate alınarak değil. O’nun için yerde ve gökte gizli hiçbir şey yoktur. O hem gaybı hem de şahadet âlemini tüm ayrıntıları ile bilir.

“O, gökleri ve yeri hak (ve hikmet) ile yaratandır. «Ol!» dediği gün her şey oluverir. O’nun sözü gerçektir. Sur’a üflendiği gün de hükümranlık O’nundur. O,gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” (Enam 6/73)

“Ellezine yü’minune bil gayb” (Bakara 2/3)  Onlar gayba inanırlar ayetinde geçen GAYBUN sözcüğü, beş duyunun alanına girmeyen ve akılların sahip olduğu bedâhetin de  kendisi ile ilgili zorunlu bir çıkarımda bulunamayacağı, ancak resullerin verdikleri haberle/ vahiyle bilinecek ve reddedilmesi halinde, o kişiye ‘mülhit’ adının verileceği şey demektir.” (Müfredat gayb maddesi. S. 1105)

Kur’an’ın beyanıyla İki âlem vardır. Biri insan olarak görüp bildiğimiz Şahadet âlemidir ki, biz bu âlemin içinde yaşıyoruz. İkincisi ise gayb âlemi. Bu âlem ve bu âleme ait olan varlıkları insan olarak görmemiz mümkün değildir. Çünkü yaratılan âlemler ve bunlarda bulunan varlıklar, yaratıldıkları fıtrat üzere Allah’ın takdir ettiği mekânda, takdir edilen şekilde yaşamsak zorundadırlar. Bizim ne gaybi varlıkları ne de gayb âlemini görüp bilme imkânımız vardır. Bunlarla ilgili rabbimizin bildirdiği kadarını biliriz ve bunların da varlığına iman ederiz. Bakara suresinin ilk ayetlerinde buna şöyle işaret edilir: “Elleziyne yü’minune bil gayb” onlar yani muttakiler müminler gayba iman ederler.” (Bakara 2/3) Burada bahsedilen gayb bizim bu dünyada görmemize musade edilmeyen gayb âlemi ve o âleme ait olan bilgilerdir. Bunlar ancak Allah Telanın Elçilerine bildirmiş olduğu vahiyler ile bildirdiği kadarını bilebiliriz. Aynı zamanda gayb olması nedeniyle Allah Teâlâ’nın zatı, sıfatları, ef’âlinin sırları da bizim için gayb’dır. Bu konuda Kur’an’ın beyanı şöyledir:

“O; hem Evvel’dir, hem Ahir’dir, hem Zahir’dir, hem Batın’dır. Ve O; her şeyi bilendir.” (Hadid 57/3)

“O her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı son’dur; varlığı aşikârdır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bilir.” (Hadid 57/3)( Diyanet me.)

Allah Teâlâ’nın. Zatını görmek isteyen Musa (a.s.)’ma gerekli cevab şöyle verilmiştir:

Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: «Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım» dedi. Allah: “Sen Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni görebilirsin” buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın yere düştü; ayılınca: “Yarabbi, seni tenzih ederim, Sana tövbe ettim, ben inananların ilkiyim dedi.” (Enam 6/143)

Böylece onun zatını görmenin imkânsızlığı, hem ona hem de tüm insanlığa anlatılmıştır. Ancak O’nu, sıfatları ve sıfatlarının tezahürü olarak yaratmış olduğu varlıklar ile tanıma imkânına sahibiz. Kur’an da vurgulanan da budur.

“Gözler O’nu idrak edemez / göremez. Fakat O bütün gözleri görür. O Latif’tir, her şeyden haberdardır.” (Enam 6/103)

Cinleri O yaratmışken kâfirler Allah’a ortak koştular. Körü körüne O’na oğullar ve kızlar uydurdular. Hâşâ, O onların vasıflandırmalarından yücedir.”(Enam 6/100)

“İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin, O her şeye vekildir.” (Enam 6/102)

 O’nun kudretinin idraki için de şöyle buyrulmaktadır:

Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azabeder. Allah her şeye Kadir’dir.” (Bakara 2/284)

Ahiret hayatı da tümüyle bize gayb’dır.

Bizim bu konudaki düşüncemiz şudur: Ahiret âlemi ile ilgili Rabbimizin cennet, cehennem, hesap, ceza ve ödül olarak Kur’an da anlatmış olduğu her şeye, anlatmış olduğu minval üzere aynen inanır ve iman ederiz. “Bunların gerçek mahiyetini ancak rabbimiz bilir” diyerek teslim oluruz.

Melekler ve Cinler de Ontolojik olarak yaratılmış gaybi varlıklardandır.

Bunların ikisi de duyularla görülmedikleri için CİN tabiri ile ifade edilebilir. Bu anlamda melekler de cindir. Fakat her cin melek değildir.

C.N.N Kökünden türeyen kelimeler Kur’an’da 201 yerde geçmektedir ve şu anlamlara gelmektedir:

Örtmek (Enam 6/76), Yılan (Neml 27/10), Varlık olarak Cin (Hicr 15/27), Delilik (Araf 7/184), Kalkan (sebe 34/8-46), Cenin (Hicr 15/6), Bahçe (mücadele 58/16),  Ve Cennet (Rad 13/35)

El cinnü sözcüğü, temelde bir nesneyi duyudan saklamak ya da gizlemek anlamına gelmektedir.

Cennehu: Onu sakladı ya da gizledi demektir.  Bu nedenle Gündüzü örten geceye Cenne (Enam/76), İnsanı düşmanının hamlelerine karşı örten koruyan kalkana Yücennü, Dallarıyla ve gölgesiyle toprağı örtüp gizleyen bahçeye de Cennetün denilmiştir.

Her nekadar mahiyet farkı olsa da Ahirette yüce rabbimizin müminler için hazırlamış olduğu mekâna da Cennet denilmesinin sebebi budur.  Kehf /107)

Anne karnında gizlenen görülmeyen çocuğa da Elceniyn denilmiştir.(Necm/32)

Cinnün sözcüğü iki anlamda kullanılır.

Birincisi; beş duyudan gizli saklı ya da örtülü olan Ruhani varlıklar için kullanılır. Bunların tümünde İnsün “ sözcüğünün karşıtıdır. Bu anlamda “Cinnün” sözcüğünün kapsamına melekler de girer. Ancak bu sadece insanların duyularına kapalı olmaları yönüyledir.

İkincisi ise; bir engel ile bir şeyi kapatmak anlamındadır. Ağacın gölgesiyle toprağı kapatması, kalkanın düşmanın hamlesine karşı tutan kimseyi kapatması gibi.

Melekler ile cinlerin fıtri özellikleri de farklıdır.

Görülmeyen varlıklar mahiyeti itibariyle üçe ayrılırlar:

1 : Hayırlılar;  bunlar meleklerdir.

2 : Şerliler ; Bunlar Şeytanlar, iblisler.

3 : Ortada bulunanlar; Bunlar cin suresinde durumları anlatılan cinlerdir içlerinde iman edende vardır inkar edip azgınlaşanlar da. bunun için cin suresinin 1. Ayetinden 14. Ayetine kadar okuyalım. (Cin 72/1-14) (Naas 104/6)

“Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda olmak üzere- türlü türlü yollar tutmuştuk.” (Cin 72/11)

“Doğrusu biz, o hidayeti (Kur’an’ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir (ecrinin) eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.” (Cin 72/13)

El cinnetü: Delilik demektir.

El cünunü: Akıl ile nefis arasına giren ya da aklı örten bir engel demektir. Cünne fulanün; filan kimseyi cin tuttu denilir. Müşriklerin Resule “mecnun” demelerinin nedeni de buradan geliyordu.  “Biz hiç mecnun bir şair için ilahlarımızı bırakır mıyız diyorlardı?” (Saffat 36)

Cânün sözcüğü bir tür yılan için de isim olarak kullanılır. “Rabbi Musa’ya: “Değneğini at (dedi.) Onun yılan gibi (ke enneha caanün) hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı…”  ( Neml/ 10) Örneklerinde olduğu gibi.  (Neml/ 10)… (Ragıb el İsfahani Müfredat s:340-343 )

Kur’an da zikri geçen üç varlığın hayat serüveninden bahsedilmektedir. İnsan, Cin ve Melek. Yaratılış sırası bakımından Melek ve Cin İnsandan daha öncedir. Bu ifade, Melekler için Bakara Suresinin 30. ayetinde; Cinler için de Hicr suresinin 27. Ayetinde  “Cinleri de, daha önce, dumansız ateşten yarattık” buyrulmaktadır.

Bu varlıkların yaratılmış olduğu nesneler de farklıdır:

Andolsun ki Biz; insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” “Cin’ni de daha önce dumansız alevden yarattık.” (Hicr 15/26-27)

İnsan, Melek ve Cin birer cins ismi iken, Âdem, İblis ve Cebrail özel isimlerdir. “Şeytan ve Hannas” ismi aynen kâfir, münafık, Müşrik gibi bir sıfattır. Bu sıfatlar İblisin ve Âdem’in soyundan olup Allah’a itaatten çıkıp azgınlaşanlar için verilmiş birer sıfattır. Bunların işi, İnsanları ve cinleri doğru yoldan saptırmak için ellerinden geleni yapmaktır.

Şeytan/ Şeyatıyn sıfatı Kur’an da 72 ayette, Cin ifadesi 39, İblis ifadesi de 16 ayette, “Hannas sıfatı” ise bir ayette geçmektedir.

Biz böylece, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar birbirini aldatmak için süslü sözlerle vesvese verirler. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları iftiraları ile başbaşa bırak.” (6/112)

Ayrıca Nas Suresinde insanlara vesvese veren “Hannas” sıfatı hem cinler hem de insanlardan bu işi yapanlar için kullanılmıştır:

İnsanlardan ve cinlerden olup, İnsanların göğüslerine vesvese veren o sinsi vesvesecilerin/ hannasın şerrinden, İnsanların ilahına, insanların sahibine ve insanların rabbine sığınırım de.” (Naas 114/1-6) buyrulmuştur.

Burada bahsedilen “Hannas” aynı işi yapan insan ve cin şeytanlarının ortak sıfatıdır. Cinlerden olan İblis (Kehf 18/50), Âdemle imtihan edilmeden önce bu isimle anılırken, Allah Teâlâ’nın Âdemin üstünlüğünü tanıması anlamında “secde edin” emrini yerine getirmeyince; azgınlaşan, haktan hakikatten uzaklaşan, azgınlaşan anlamına gelen “Şeytan sıfatı”verilmiştir. Bu sıfat aynı karakteri taşıyan insanların ve cinlerin ortak sıfatıdır.

İnsan ve cinlerin yaratılmış olduğu nesneyi ortaya koyan Kur’an, Meleklerin neden yaratılmış olduklarından bahsetmemektedir. Ancak İnsan ve Cin’nin özelliklerini bildirirken: İman eden, inkâr eden, nankörlük eden, azan, azdıran gibi sıfatlardan bahsetmektedir.

Meleklerin yapmış oldukları işlerden de bahsedilmektedir. İnsanların sevap ve günahını yazan şerefli kâtipler, onların önlerinden ve arkalarında durarak koruyuculuk yapan melekler,  (İnfitar 81/10-11) ve müminlere salât ve selam okuyan dua eden melekler (Şura 42/5), vahiy meleği ve ölüm meleği gibi… daha nice hizmetlerde bulunduklarından bahsedilmektedir.

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun üzerinde(cehennemin) öyle melekler vardır ki çok korkunç görünümlü ve şiddetlidirler.  Allah kendilerine ne buyurursa yaparlar ve asla O’na karşı gelmezler.” (66/6)

Ayrıca insan ve cinlerin isyanlarından bolca bahseden Kur’an, bir tane olsun meleklerin isyanından bahsetmemektedir. Bu nedenle meleklerin cinlerden olmadığı, cinlerin de meleklerden olmadığı gayet açıkça anlaşılmaktadır.

Ancak bu iki varlık, Âdeme secde konusunda ayrı ayrı zikredilmeden sadece meleklerin muhatap alınması zihinleri bulandırmamalı. Bu bir üslup meselesidir. “Mevcudun birisine hitap, maksadın umumiliğine mani değildir.”  Zaten burada kastedilen iki tür varlık var ve üçüncüsü ise seçilen taraftır. Onun seçilerek getirileceği mevkiden bahsedilmektedir.

Âdemden geriye kalan Her iki varlığın da bu göreve / bu şerefe talip olduklarını görüyoruz. Bunu melekler, çok açık olarak dillendirmiş ve bu arzularını da açıkça Allah’a ifade etmişlerdir. (Bakara 2/30) İblis ise sessizliğini korumuş ve sonunda bu niyetini muhalif davranışı ile gün yüzüne çıkarmıştır. Melekler hatalarını kabul edip bağışlanma dilerken (bakar 2/30-33 ); İblis hatasında ısrar edip savunmaya geçmiştir. (Hicr 15/33)  Âdem’i, verilen şerefe layık görmemiş ve kendisinin ondan daha üstün olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Bu hali bile onun farklılığını göstermektedir. Ayrıca Cinlerde ve insanlarda cinsiyetten “erkek ve dişilikten” bahsedilirken (55/74), Meleklerin cinsiyet sahibi olduklarına dair bir malumat bildirilmemiştir.

Melekler ve cinlerin yaratılışları itibariyle gerçek görüntülerinin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Çünkü bizim için görünmeyen varlıklardır:

Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (Araf 7/27)

Ancak bunlara verilen özellik gereği insan suretine girebildiklerini görüyoruz. Biz bunu İbrahim (as)’ın misafirleri olarak gönderilen meleklerden biliyoruz. Bu melekler normal insan suretinde geldikleri için İbrahim (as) onlara bir dana kesmiş ve kızartıp ikram edince gerçek kimlikleri ortaya çıkmıştı. Bu durum onların bizim gibi yemek yemediklerini de anlatmaktadır.

İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? “Onlar İbrahim’in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, «Bunlar, yabancılar» demişti.” “Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kızartıp) getirmiş,” “Onların önüne koyup «Yemez misiniz?» demişti.” (Yemeğe uzanmadıklarını görünce bunların kötü bir niyetle gelen kimseler olduğunu düşünerek) “Onlardan korkmaya başladı. Bunu fark eden misafirler; «Korkma» dediler ve (kimliklerini açıklayarak)  ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.” (Zariyat 51/24-28)

Aynı misafirler Kuzeni Lut (as) da gitmişlerdi de o da tanıyamamıştı:

“Elçilerimiz Lût’a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da «Bu, çetin bir gündür» dedi.”(Hud 11/77),

“(Melekler) dediler ki: Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azap) şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah da çok yakın değil mi?” (Hud 11/81)

Bu varlıklar ile ilgili Kur’an’ın vermiş olduğu tüm bilgileri anlatıldığı minval üzere kabul ediyoruz. Her hangi bir yorum yapmıyoruz.

Ayrıca bu konuları yerinde bütün ayrıntıları ile görmek için Kur’an’ın bütününü okuyarak fikir sahibi olmanın daha uygun olacağını teslim ediyoruz.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı