GenelYazarlardanYazılar

Getir Salavatı Kap Huriyi!..

Şimdi diyeceksiniz ki bizimle alay mı ediyorsun? Evet haklısınız. Zira Musa (as) da aynı söze muhatap olmuş ve şöyle demişti:

“…Cahillerden olmaktan Allaha sığınırım.” ( Bakara 28/67)

Evet, bizler de cahillerden olmaktan Allaha sığınırız. Ancak bu sözlerin sahibi olan insanlar, böyle bir hezeyanı gayet rahat olarak telaffuz edebiliyorlar. Bunun sebebi ise; Ahzab suresi 56. Ayetinin mesajını doğru anlamamış olmalarıdır diye düşünüyoruz. Allah Teâlâ bize bu ayetle neyi anlatıyor ve biz onu nasıl anlıyoruz?

Ayetin manasını Diyanet vakfı meali şöyle vermiş:

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salâvat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahza 33/56)

Bu ayette S.L.Y. kökünden gelen salla fiiline salâvat getirmek yani “Allahümme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed” demek anlamı verilmiş. Hal bu ki, S.L.Y kökünden gelen kelimeler Kur’an’da 124 yerde geçmektedir: ve İbadet etmek, namaz kılmak, dua etmek, yardım etmek, girmek, ısınmak, İbadet edilen yer anlamındaki havra anlamlarına gelmektedir.

Burada bu kelimenin hangi anlamda kullanıldığına dikkat etmez isek, verilen bu manaya göre Allah Teâlâ (haşa) Nebi Muhammed’e (a.s.) salavat getirmiş oluyor; melekler de. Hal böyle olunca müminlerden istenen de “Nebiye sözlü salâvat” getirmek olarak anlaşılıyor. Yani

“Allahümme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed” demeleri istenmiş gibi bir anlam çıkıyor. Bu durum insanlar için uygun görülse bile Allah Teâlâ için uygun olması mümkün değildir. Bu nedenle işin bu kısmını da tevil ederek; Allah Teâlâ’nın kuluna salâtı “rahmet ve övgü” olarak tanımlanmış. Ancak bunun da ‘mahiyetini ve keyfiyetini bilmek mümkün değildir’ diyerek konuyu kapatmışlardır. Fıkıhçılar ise bir müminin ömründe bir defa Resule salât ve selam okuması farzdır hükmünü vermişler. Ancak dilediği zaman ve zeminde fazlada okuyabilirler demişlerdir.

Ancak bu durumu aklıselim ile düşünüp değerlendirdiğimiz ve Kur’an’ın bütünlüğüne göre baktığımız zaman, doğru bir anlayış olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Allah Teâlâ elçisine salâvat mı okuyor?! Yoksa işin aslı başka türlü mü?

Elbette başka türlüdür. Buradaki salât etmek YARDIM etmek anlamında kullanılmaktadır. Buna göre ayetin anlamı:

“Muhakkak ki, Allah ve melekleri nebiye yardım ederler. Ey iman edenler! Sizler de ona yardım edin ve Tam bir bağlılıkla ona yardımcı olun.”

Allah Teâlâ ona nasıl salât (yardım ) ettiğini şöyle ifade etmektedir:

“Eğer siz ona (Resûlullah’a) yardım etmezseniz; Allah ona yardım eder/ etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı da; hani onlar mağaradaydı; (müşrikler kapıya geldiklerinde) o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Tövbe 9/40)

Ayrıca Bedirde, Uhut’ta, Hendek savaşında ve Huneyn gününde de nasıl yardım ettiğini açıklamaktadır:

“Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan sakının ki O’na şükretmiş olasınız.”

“O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? “

“Evet, siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.”

“Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.” (Ali İmran 3/123-126)

Görüldüğü gibi burada Allah Teâlâ’nın yapmış olduğu ‘salât’ Salatu selam okumak şeklinde değil Nebisini (as) bizzat melekler ordusuyla desteklemek ona gerekli yardımlarda bulunarak onu düşmanlarına galip getirmek şeklinde tezahür etmektedir.

Bu durumda bize düşen salât etmekte aynı şekilde olması gerekmez mi? Malımızla ve canımızla onun Nebisini (as) desteklemek, bütün gücümüzle onun davasını sahiplenmek, bu davanın payidar olması için varlığımızı bu uğurda feda ederek bütün dinlere ve davalara üstün gelmesi için çalışmak olmalı değil midir?

Nitekim yine rabbimiz bunu şöyle dile getiriyor:

“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri de, onların anneleridir… “ (Ahzab 33/6)

Bu demektir ki müminler kendi canlarını Nebinin canına siper edecek onu korumak için kendi canını feda edecek. Nitekim ilk müminler o, hayatta iken bunu bizzat yaparak; savaşta ve barışta tüm dünyaya karşı onu korumak için canlarını siper etmişler, varlıklarını İslam için feda etmişlerdir. Hz. Ebu Bekir (ra) Tebük seferine hazırlanan ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için malının tamamını vermiş. Hz. Osman ise yarısını. Diğer Müminler de ellerinde bulunan kadarıyla katkıda bulunmuşlardır. Binecek binekleri olmadığı için savaşa katılamayanlar ise üzüntülerinden gözyaşı dökerek üzüntülerini izhar etmişlerdir. Bu ayetlere ilk muhatap olanlar, ayetleri böyle anlamış ve bir an olsun Nebiyi yalnız bırakmamış; canları pahasına hem canını hem de dinini ve davasını korumuşlardır.

Şimdi durumu yeniden düşünelim. Bu durumda Ahzab 56. Ayetinde bahsedilen salât etmek; salâvat getirmek mi? Yoksa ayetlerin ortaya koymuş olduğu mesaja göre Allahın Nebisine malımızla ve canımızla destek olmak, yardımcı olmak mı kastediliyor? Elbette anlaşılan Nebinin (as) davasının yüceltilmesi, küfrün karşısında İslam’ın ve müminlerin galip gelmesi için malın ve canın bu yola feda edilmesinin gerektiği şeklinde anlaşılacaktır.

Şimdi getir salâvatı kap huriyi diyenlere tekrar dönelim. Şayet bu nimeti istiyorsanız malı ve canı Allah için vermeniz gerekiyormuş!

Buyurun bu bedeli ödemeye var mısınız?

Allah Teâlâ bu nimetin bedeli budur buyuruyor. Ayrıca, cennet nimetlerine sahip olmak cennete gitmeyi hak etmekle mümkün olacaktır. Peki, cennete girmenin bedeli nedir?

Bakın rabbimiz onu da bildiriyor:

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, (kendilerine verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, ölürler ve öldürürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir sözdür. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde On’unla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük bir kurtuluştur.” (Tövbe 9/111)

Bir başka uyarı ise şöyle yapılmaktadır:

“Yoksa siz; sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk, öyle sıkıntı gelmiş ve sarsıntıya uğramışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman diyordu? Bilesiniz ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara 2/214)

Görünen odur ki bazı ayetlerin, kelime ve kavramların, içini boşaltarak; ya da içermiş olduğu mesajı kelimelerin ‘sesli telaffuzuna’ indirgeyerek; esas mana ve verilmek istenen mesaj tersyüz edilmiştir. Malımızı ve canımızı feda etmekle ulaşacağımız bir nimete; telaffuz edeceğimiz: “Alla hümme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed”, “La ilahe illallah Muhammed ün Resulullah” cümlesini söylemekle ulaşılabileceği anlayışı meşhur ve meşru hale getirilmiştir. Hal bu ki; ilk müminlerin bu cümleyi söyledikten sonra onları neyin beklediğini, başlarına nelerin geleceğini başta Allahın elçisi Muhammed (as) olmak üzere Bilal’lerin, Yasir ailesinin Habbab bin Eret’ gibi müminlerin başlarına gelenlerden görüyor ve biliyorlardı.

Ayrıca, bu gün de bu cümleyi söyleyen bir kimse, İslam dünya görüşünü kabul ettiğini ilan etmekle birlikte; İlan etmiş olduğu bu kararında bir ömür devam edeceğini ve yaşayıp hayata geçirmek için malıyla ve canıyla bu yolda mücadele edeceğini hem Allah’a hem de insanlara ilan etmiş olmaktadır. Bu işi, bu gün dahi aynı ciddiyette sahiplenenlerin akıbetinin de farklı olmadığını, çağdaş örnekleri üzerinde görüyoruz. Elbette ne şehitler tepesi boş kalır, ne de bu yolun şahitleri biter. Bir insan sözünde durur, bir ömür bu sözün gereğini yapmaya çalışırsa; şahadet sözünü söylemesinin Allah indinde bir anlamı vardır. Sözünün arkasında olmaz, uydum kalabalığa anlayışı ile yaşarsa; bu sözü söylemenin de Allah indinde bir anlamı olmayacaktır.

Merhum Seyyid Kutup idam sehpasına götürülürken, Ezher’in müftüsü Seyyit Kutup’a şahadet getirmesi için telkinde bulunuyor. Seyyit Kutup da müftüye dönerek; “ sen bu komediyi tamamlayan son figüransın. Çünkü sen o kelime ile Ezher’den maaş alıyorsun. Ben o kelime için ipe yürüyorum” der!..

İşte sözü söylemeden söylemeye ve de söyleyene göre farkı budur. İkisi de aynı kelimeyi söylüyor fakat söylenen sözün farkını, sonuçları ortaya koyuyor!..

Şairin ifadesiyle: “Gökyay’ım ne desem ziyade değil. Bu sevgi bir kuru ifade değil. Sencileyin hasmı rüyada değil. Topun namlusundan görenlerindir.” Allah ve resulünü sevmekte eylemsiz sözleri dil ile söylemekle olmuyor. Muttaki olmak için tespih çevirmekle olmuyor. Zikir yapıyoruz havasıyla kendini sağa sola savurmakla, garip sesler çıkarmakla olmuyor. Sevap kazanacağım anlayışı ile Rabbimizin ne buyurduğunu anlamadan Kur’an’ın harflerini seslendirip hatim yapıp geçmişlere üfürmekle olmuyor. Ne dediğimizi bilmek için, anladığımız dilden okuyarak, anlamamız gerekiyor. Anladıklarımızı hayata geçirmek gerekiyor. Dostumuzu ve düşmanımızı öğrenmek için okumak gerekiyor. Hurafelerden cahiliyeden kurtulmak için okumak gerekiyor. Rabbimizin lehimizde ve aleyhimizde ne dediğini bizzat öğrenip kendi halimizi düzeltmek için okumak gerekiyor. Çünkü taşıma su ile değirmen dönmüyor. Bunu anlamak için de okumak gerekiyor. Kısaca hak ve hakikati öğrenmek için beşikten mezara kadar okumak gerekiyor.

Şimdi, önce kendimizi bu formülde yerine koyalım. İşe başkasını karıştırmadan rabbimizle baş başa gönül terazimizde kendimizi tartalım. Sonra Müminim, Müslim’im, “Müslüman’ım”, Mücahidim, mürşidim gavsım, kutubum, kutbul aktab’ım, müridim, sofuyum softayım bu işlerde ustayım cennetten ben de yer istiyorum diyen ne kadar iddia sahibi varsa; Tövbe 111. Ayetindeki Allahın şart koştuğu ‘malı ve canı Allaha verme’ karşılığını kabul edip etmediğimize göre değerimizi öğrenelim…

Bakalım bu terazideki ağırlıklarımız kaç gram çekiyor! Bu pastadan pay isteyenlere, cennette huri kapışanlara(!) faturanın böyle çıkartıldığını bir kere daha hatırlatmış olalım; belki düşünürler!..

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı