
Sadaka belayı çevirir gibi rivayetlerin doğruluğu nedir?
SORU : Anne babaya ihsanda bulunmak ömrü uzatır veya sadaka vermek kazayı geri çevirir rivayetlerini nasıl anlamamız gerekecek. Burada Allah(c.c) takdir etmiş olduğu bir şeyi değiştiriyor mu, yoksa bizim anlayamayacağımız bir şey mi var?
CEVAP: Olaya insan cephesinden bakıldığında şöyle bir durum arz etmektedir: İnsan kendisine takdir edilen eceli bilmediğine göre ömrünün uzayıp kısaldığı konusunu test etmek gibi bir şansı hiçbir zaman olmayacaktır. Bu nedenle işin anneye ve babaya ihsan etmeye, itaate ve sadakaya bağlanması Kur’an’i bir destekten yoksundur. Ancak Kur’an da Rabbimiz tarafından hem sadaka vermeye hem de anne ve babaya ihsan ve itaatte bulunmaya teşvik edilmektedir. Bu nedenle ömrümüz uzayacak düşüncesiyle değil, Rabbimizin bir emri olması sebebiyle bu emirleri yerine getirmeye çalışmak görevimizdir.
“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.” (Lokman 31/14)
Ayrıca bu sadece bu ümmeti ilgilendiren bir ilke olmadığını da görüyoruz:
“Vaktiyle biz, İsrail oğullarından: Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve «İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.” (Bakara 2/83)
Sadaka verme konusu ise, Müslümanların en bariz bir özelliği olarak sunulmaktadır:
O muttakiler ki, gayba inanırlar. Namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler.” (Bakara 2/3)
“Onların mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak vardır.” (Meariç 70/25)
Nihai olarak son pişmanlık günü gelmeden önce Müslüman’ın yapması gerekenlerle ilgili de şöyle bir uyarı yapılmaktadır:
“Ey iman edenler, alış verişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı bir gün gelmezden evvel, size verdiğimiz rızıklardan infak edin. İnkâr edenler zalimlerdir.”(Bakara 2/254)
Burada şöyle bir soru akla gelmektedir: Allah Teâlâ Müslümanların sadaka vermesini ve kendisi için yahut diğer Müslümanlar için dua etmesini niçin istiyor? Allah Teâlâ insanın olumsuz yönlerini dile getirirken şöyle buyuruyor:
“De ki: Eğer siz, Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız; o zaman tükenir korkusuyla onları saklardınız. Zaten insan pek cimridir.” (İsra 17/100),
“Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür.” (Adiyat 100/6)
“O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız! Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür.” (İbrahi 14/34
İnsanın benliğinde var olan bu olumsuz özelliklerin etkisini kırmak için, zekat ve sadakayı, Anne-baba ve tüm inananlar için ihsan ve dua etmeyi öğütleyerek nefsinin cimriliğinden, bencilliğinden ve nankörlüğünden kurtulup diğer gam bir anlayışa yükselmesini istemektedir. Neticede insanların bir arada huzurlu ve sakin bir hayat yaşamaları için buna ihtiyaçları vardır. Bencilleşen ve gözünü mal hırsı bürüyen toplumların birbirlerini nasıl yıprattıkları malümdur. İslam, mülkün esas sahibinin Allah olduğunu, insana verilenin dünyada imtihan için verildiğini, esasen hayırlı olan malın da Allah için verilmiş olan mal olduğu inancını vermektedir. Böylece insanı duaları ile, kendisini düşündüğü gibi başkalarını da düşünen, kanaat duygusuyla yaklaşan, muhtaç olanların ihtiyaçlarını karşılamaya koşan bir konuma getirmektedir. Allah’tan hem kendisi hem anne ve babası, hem de tüm inananlar için dünyada ve ahirette hayırlı olanı istemek gibi erdemli bir anlayışa ulaştırmaktadır. Bunun sonucu olarak bir birinin hayrına dua eden, kardeşinin menfaatini kendi menfaati gibi bilen, huzur ve sükûnun, barış ve kardeşliğin hâkim olduğu bir toplum meydana getirmektir. İşte onlar şöyle dua ederler:
“Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr 59/10 )
İnsanın fikri zikrini, zikri ise hayatını ve yaşamını şekillendirir. Fikri kulluk olanın, zikri dua, icraatı ise infak ve diğer gamlık olacaktır. Rabbimiz bunun için:
“Deki! Duanız/ ibadetleriniz/ yoksa Allah size ne diye değer versin? Gerçekten yalanladınız/ inkâr ettiniz, azap yakanızı bırakmayacaktır.” (Furkan 25/77)
“Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin. Muhakkak ki O; haddi aşanları sevmez.” “Islah olmuşken yeryüzünde fesat çıkarmayın ve O’na korkarak ve ümidederek yalvarın. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti, ihsan edenlere çok yakındır.” (Araf 7/55-56)
(Ey Muhammed!) “Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.” (Bakara 2/186) ayetleriyle dua etmemiz açıkça istenmektedir. Çünkü dua ibadetlerin ortak noktası, kulluğun en belirgin tezahürüdür.
“ Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin ki, size karşılık vereyim. Çünkü bana ibadet etmekten kibirlenip yüz çevirenler, yarın horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mümin 40/60)
İnsana takdir edilen ömrün değişebileceği konusuna gelince; elimizde değişebilirliğine dair kesin bir malumat olmadığı gibi, değişmezliği ile ilgili kesin bilgiler veren ayetlerin varlığını görüyoruz. Ayrıca kimse kendisinin ne zaman öleceği ile ilgili bir bilgiye sahip olmadığı gibi; Ömür boyu da olamayacaktır. (Lokman 31/34) Hal böyle olunca yapılan bir dua sebebiyle ömrün uzayacağını söylemekte doğru bir anlayış değildir. Çünkü Allah, değişmezliğini vurgulamaktadır:
“Herhangi birinize ölüm gelip de:” Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam” demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın.”
“Bir canın eceli gelip çatınca, Allah onu asla geri bırakmaz; Allah, işlediklerinizden haberdardır.” (Münafıkun 63/10-11) buyrulmaktadır.
Bu yasa, fertler için böyle olduğu gibi, ümmetler için de böyledir. Toplumsal bozulmanın had safhaya ulaşmış olması, o toplumun helakini de getirmektedir:
“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur. Biz de orayı darmadağın ederiz.” (İsra 17/16)
“Biz, hiç bir kasabayı bilinen bir yazısı olmaksızın helak etmedik.” “Hiçbir ümmet kendi süresini öne de alamaz, geciktiremez de.” (Hicr 15/4-5)
“De ki: Allah’ın dilemesi dışında, ben; kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır. Süreleri gelince; ne bir an geciktirilir, ne de öne alınırlar.” (Yunus 10/49)
Ayetlerin bize verdiği mesajlara baktığımızda Allah’ın vermiş olduğu hükmü, sadakayla, anneye- babaya iyi davranmakla değiştirmesi gibi bir durumdan söz edilmediğini görüyoruz. Ancak dua, infak, ebeveyne itaat ve ihsan gibi güzel davranışları ise bizzat emrediyor. İnsanlar durumdan vazife çıkartarak, insanları hayırlı gördükleri amellere teşvik etmek maksadıyla bu tür rivayetleri ihdas etmişlerdir. Bu minval üzere söylenen sözlerden bazıları şöyledir:
“Şu olaydan korunmak için şu duayı okuyacaksın, zengin olmak için şu sureyi şu kadar okuyacaksın, dualarının kabul olması için şu saatte şu kelimeyi şu kadar söyleyeceksin” gibi yapılan rivayetler, insanları teşvik maksadıyla söylenmiş sözlerdir. Peygamberimizle bir ilgisi yoktur. İslam’ın ve Müslümanların bu tür işlere tevessül etmeye ihtiyaçları da yoktur. Elzem olan bilgileri Allah’ın kitabında ve Resulünün sünnetinde aramaları ve her hal ve karda ona sığınıp, ondan istemeleri daha doğru bir yol, sonucu bakımından da daha güzel bir akıbet olacaktır inşallah.