GenelMektuplara Cevap

İslam’da sihir, şans, nazar, kısmet ve tesadüf var mıdır?

Soru : İslam’da sihir, şans, nazar, kısmet ve tesadüf var mıdır? Yoksa bunların hepsi hurafe ürünü şeyler midir?

Cevap: Sihir ve büyü eş anlamlı olarak halkın dilinde aynı maksadı ifade etmek için kullanılmaktadır. Arapça da ”se-ha-ra” kökünden türeyen bu kelimenin anlamı, hile yapmak, aldatmak, göz boyamak, gıda vermek, oyalamak ve bozmak demektir.

Kelimenin ifade ettiği mana itibariyle baktığımızda da İslam’ın yüksek değerleriyle bağdaşması mümkün değildir. İslam, hilenin, aldatmanın, göz boyamanın, insanları asılsız şeylerle oyalamanın ve bozgunculuğun karşısındadır. Bunların tümüne her ne suretle olursa olsun müslümanın tevessül etmesini yasaklar.

Kelimenin Musa ve Süleyman kıssalarıyla Kur’an’da geçiyor olması, bunun İslamiliğine delalet etmez. Kur’an bunları geçmişin bir vakıası olarak ele alır ve ipliğini pazara çıkartır. Nitekim Musa (a.s)’ın kıssasında Firavun’un ve sihirbazlarının hilesini Allah boşa çıkartarak elçisini galip getirmiştir. Allah’tan uzak cahili toplumların, insanları kendilerine bağlamak ve kişisel çıkar sağlamak için varıp dayandıkları yer kahinler, medyumlar, sihirbazlardır. Hak’tan yüz çevirenlerin batıldan başka gidecekleri yerleri mi var?

Allah Musa (a.s)’ı kardeşi Harun’la birlikte ayetlerle destekleyerek (20/12-47) Firavun’a gönderince, onun cevabı sihirbazlarını çağırmak olmuştu. (20/58-73), (7/111-112) Ancak Allah’ın ayetleri karşısında yenik düşen sihirbazlar “Biz Musa ve Harun’un Rabbi’ne inandık“ diye secdeye kapandılar.(20/70) Firavun’un tehditlerine aldırmayarak “Seni bize gelen bu mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver, senin hükmün ancak bu dünyada geçerlidir”(20/72) diyerek şahadete yürüdüler.

Süleyman (a.s)’ın hükümdarlığı konusunda konuşanlar, O’nun bu imkanları sihir ve büyü ile elde ettiğini söyleyerek Allah’ın lütfunu görmezlikten gelmişlerdi. Kur’an bu konuyu ayrıntılarıyla açıklayarak (2/102) Süleyman (a.s)’ı temize çıkarmaktadır. İsrailoğullarının haktan yüz çevirenleri tarihin her döneminde fitnenin, bozgunculuğun, azgınlığın (17/4-7) kaynağı olmuşlar, her defasında da Allah’tan gerekli uyarıyı almışlardır. Sihir ve büyünün kaynağı bunlara dayanmaktadır.

Bunlarla yakın temasta olan kişi ve toplumlarda kehanette bulunan medyumlar, sihirle ve büyü ile uğraşan sihirbazlar, cifir ve ebcet hesabıyla uğraşanlar hep olagelmiş, batıla dalanların umut kaynağı olmuşlardır. Allah bunların hiçbirine ne gaybı bilme, ne de bir başkasını gaybi bir güç ile etkileme imkanı vermemiştir. Bunların her hüneri yalan, hile ve telkinlerle kişiyi psikolojik olarak etkilemeye çalışmaktır.

Bunların gerçekten iman eden müminler yanında hiçbir değerleri olmadığı gibi onlar üzerinde hiçbir etkileri de yoktur. Onlar Allah’ın dilediğinden başkasının olmayacağına inanır ve yalnız O’na sığınıp O’ndan yardım beklerler. (113/1-5, 114/1-6)

Nazar konusunda halkın genel kabulü “nazar insanı mezara deveyi kazana sokar “, “bir mezarlıkta yatanların şu kadarı nazardan gitmiştir diye yemin etsen başın ağrımaz” gibi asla bir delile dayanmayan asılsız anlayışlara dayanır. Buna Kur’an’dan iki ayet örnek gösteriliyor, Yusuf suresinin 67-68. ayetleri ile Kalem suresinin 51. ayeti.

Bu ayetlerden birincisinde anlatılmak istenen olayın nazarla hiçbir alakası yoktur. Yakub (a.s) bir aile fertlerinin bir arada olmaları durumunda karşılaşacakları bir olumsuzluktan topluca etkilenmelerini önlemek için çocuklarının ayrı yollardan şehre girmelerini istemiştir. Ancak bunun ardından da “Allah’ın takdir ettiği hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm ancak Allah’ındır” buyuruyor. Yakup (a.s)’ın bu değerlendirmesini takiben Allah, “Babalarının emrettiği yerden girdiklerinde bu durum, Yakub’un kendi içinde ki arzusunu yerine getirmekten başka Allah’ın takdirine karşı onları herhangi bir şeyden kurtaracak değildi. Yakub gerçekten kendisine öğrettiğimiz bir bilgiye sahiptir. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmezler“ buyurarak her şeyin kendi takdiri ile olacağını ve kendisinden başka güç ve kudret sahibi olmadığını beyan etmektedir.

İkinci ayette ise Peygamber (a.s)’dan Kur’an’ı dinleyen müşriklerin, O’na olan kinleri sebebiyle öfkeleri bakışlarından hissediliyordu. Sanki O’nu bakışlarıyla yok etmek istercesine bakıyorlardı demektir.

Devamında “Hala kin ve hasetlerinden dolayı ‘O delidir’ diyorlar. Oysa Kur’an alemler için bir öğüttür.”(68/51-52) Burada kullanılan ‘göz ile devirme‘ ifadesi bir deyimdir. Söylenmek istenen “bakışlarda ki öfke”, kızgınlık, kin ve nefreti anlatmaktadır. Bu nedenle ayetin vermek istediği mesajla halkın kastettiği anlamda nazarla bir ilgisi yoktur. Kainatta hiçbir iş Allah’ın takdiri olmadan birileri tarafından tesadüfen vukua gelmediğini bize şu ayetler anlatmaktadır.

“Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu ortaya çıkmadan önce bir kitapta yazılı olmasın. Doğrusu bu Allah’a kolaydır.

Bu elde edemediklerinize üzülmeyesiniz ve Allah’ın verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye böyledir. Allah, kendini beğenip böbürlenen hiç kimseyi sevmez.”(57/22-23)

Allah kullarına nimeti verip imtihan eder, alıp imtihan eder her şey ondandır ve dönüş de onadır. Zikredilen ayetlerin ışığında hayat ve kainata bakınca, şans, kısmet ve tesadüf diye bir şeyin olmadığını, her şeyin ilahi bir takdirin sonucu bize verildiğini veya alındığını anlamak zor olmasa gerek. Mülkün sahibi mülkünü idareye muktedirdir hiçbir şey tesadüfün eseri değildir. Kainatta bir yaprak bile Allah’tan habersiz yerini terk etmez. Ancak insan kendi kastından hesaba çekilecektir. Biz doğru ve güzel olana, hakkın rızasına muvafık olana yönelelim ki işimiz kolay olsun

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı