GenelYazarlardanYazılar

Küresel ve Bölgesel Düzlemde MÜLTECİLER-SIĞINMACILAR -“Araplar” ve “Mavi Gözlü ve Sarı Saçlılar”-

Mülteci – Sığınmacı /“Göç”ün değişik türleri söz konusudur. Dolayısıyla bu konunun küresel ve bölgesel boyutlarını ele almadan önce kavramsal kargaşayı önleyici okumaların gerekliliği çok açıktır. Tabii ki ‘bağcı dövmek yerine üzüm yemek’ niyetindeyseniz ve mülteci-sığınmacı konusunun insani boyutunun yanında siyasi boyutunun da farkındaysanız. Yok eğer küresel güç odakları ve onların yerli işbirlikçileri, – daha da ötesi FON’ladıkları örgütlü yapılar…- gibi algı yönetimi ve manipülasyon tekniklerini kullanarak, benzerlerinde olduğu gibi bu konuyu da hedefleriniz doğrultusunda kullanmak istiyorsanız başka!..

Hemen ifade etmeliyiz ki biz bu yazımızda, daha çok bölgemizde yaşanan sıcak gelişmelere, Mültecileri-Sığınmacılara ve/veya Türkiye coğrafyasında yaşayan “Geçici Koruma Statüsü’ndeki Suriyeli Sığınmacılara”, bunların iç ve dış yansımalarının bazı boyutlarına değinmek istiyoruz. Değişen dünya ve bölge şartlarıyla birlikte yeniden gündemin önemli maddeleri arasına giren “düzensiz göç” konusunun geniş kapsamlı ve derinlikli boyutlarıyla ele alınmasının gerekli olduğuna da inanıyoruz. Lakin kavram kargaşası içinde, indi amaçlar için bu konunun kullanılması/istismar edilmesi ve konuyla ilgili algı yönetiminin, özellikle kendilerini İslam ile tavsif eden çevrelerde de etkili olmasına karşı “duruş”umuzu özellikle bu  vesileyle de ortaya koymaya çalışacağız…

Bilindiği üzere biz, değişen dünya ve bölge dengeleri zemininde, bilhassa bölgemizde yaşananları, yeni denge arayışı sürecindeki küresel güçlerin proje, plan ve stratejilerini reel-politik olarak okumanın öneminin ve bu sürecin bölgenin ve bölgede yaşayan “Müslümanlar”ın geleceği açısından stratejik olarak büyük öneme sahip olduğunun altını çizmekteyiz… Daha doğrusu bu konuda, vüsatımızca bir gayret içindeyiz… Ve biliyoruz ki konuyla ilgili olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi olan Türkiye’nin konumu ve misyonu çok önemlidir. Bu nedenledir ki I. ve II. Dünya savaşı sonrası Türkiye, Batılılar açısından kontrol altında tutulduğu gibi yeni dönemde de Türkiye, yeni konumu ve misyonu gereği kontrol altında/vesayetçi bir yapıda tutulmak istenilmektedir. Ki bu yolda 1980’li yıllardan bu yana, “yeni Türkiye”nin ABD ve Batı ile ilişkilerinde, önemli değişiklikler olmuştur. Her ne kadar bu durum, Batılılar ve Batıcılar tarafından “eksen kayması” olarak tavsif ediliyor, Türkiye baskı altına alınmak isteniliyorsa da değişen şartların açtığı alanda, Türkiye’nin “güvenlik ve gelecek kaygıları”nın, -bir süredir vesayet altında olan Türkiye’yi- daha net “duruş”lara ve hamlelere zorladığına da şahit olmaktayız. Bu çerçevede, GBOP’un bölgedeki yansımalarının farklı boyutlarını, ABD/Küresel güçlerin strateji değişiminin ne anlama geldiğini net bir şekilde anlamlandırmadan bölgede yaşananları doğru okumanın mümkün olmadığının farkında olmak durumundayız. Her ne kadar malum çevreler, süreci doğru okumak yerine bir ‘kaos stratejisi”nin gerektiği şekilde algılanması için özellikle 2011’den bu yana, ellerinden geleni ardlarına koymasalar da…

Klasik yöntemlerinden “Algı yönetimi ve manipülasyon teknikleri”ni kullanarak küresel ve yerel iletişim araçlarıyla “bilgi kirliliği” oluşturmaktadırlar. Ve bu meyanda, “Bir terör örgütünü, bir başka terör örgütüyle (güya) savaştırarak meşrulaştırmak” gibi en alçakça,- hatta Üstad’ın ifadesiyle- “çukur” bir yaklaşımı bile sergilemektedirler. Bu yetmedi, kendilerinin kontrol ettiği malum örgütlerden en yenisini, kendi stratejileri için kullanırlarken, köşeye sıkıştırmak istedikleri bölgesel güçleri(Türkiye başta olmak üzere) söz konusu örgütle irtibatlandırmak üzere her türlü yola başvurdular… Üstelik bunlar, “ilkesel ve ahlaki” hiçbir kaygı duymazlarken  “küresel ve bölgesel terör” ile savaştan, insan haklarından bahsedebildiler… “İçimizdeki beyinsizler” ve “Romantik demokratlar” da bunların “etki ajanlığı”nı, bilerek veya bilmeden, devam ettirdiler, tüm yaşananlara rağmen…

MÜLTECİ-“Geçici Koruma” Statüsü’ndeki Sığınmacılar

Kısaca ifade etmek gerekirse, “Geçici Koruma statüsü:” YUKK’un(Yabancı ve Uluslararası Koruma Kanunu) 91’inci maddesi kitlesel olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına gelen ve uluslararası “koruma” talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancıların uluslararası koruma ihtiyacının sağlanması için acil çözümler bulmak üzere geliştirilen korumayı ifade etmektedir.28 Nisan 2011 tarihinden itibaren Türkiye’ye gelen Suriye vatandaşları ile Suriye’den gelen vatansız kişiler ve mülteciler, geçici korumaya alınmaktadır. Bunlar, ‘Kendileri talep etmedikleri sürece’, normal şartlar altında Suriye’ye geri gönderilmezler…

Bu vesileyle konuyla ilgili birkaç kavramı daha dikkatinize sunmak istersek; “Düzensiz göç”: Bir ülkeye yasadışı yollardan gelmiş ve/veya yasal yollardan gelmekle birlikte zamanında çıkış yapmamış…”; “Düzenli göç”: Kişilerin kendi ülkeleri dışındaki herhangi bir ülkede, kendi ülkelerinin topraklarından transit geçiş yaptıkları ülkenin ve gittikleri ülkenin yasal prosedürü çerçevesinde kısa süreli veya süreli konaklaması durumu…

Yukarıdaki kısa kısa yapılan hatırlatmalardan da anlaşılacağı üzere Türkiye’de yoğun bir şekilde tartışılan mülteci-sığınmacı konusunun merkezinde, Suriyeli “mülteciler”- “Geçici Koruma statüsü”ndeki sığınmacılar yer almaktadır. Değişen dünya ve bölge şartlarının ortaya çıkardığı şartlar ve küresel güç odaklarının malum projesi doğrultusundaki gelişmeler, iki dönem olarak gündemimize girmiştir: I. dönemde, bölgenin yeniden yapılandırılması ve bu bağlamda, ‘bölgeye has bir demokratik yapı’nın oluşturulması gündemdeydi. Ne var ki bu dönem kısa sürmüş ve malum odakların strateji değiştirmesiyle II. Döneme has gelişmeler sahaya yansımıştır… Nitekim 2011 sonrası gelişmelerle, bir yandan Suriye’de yeni planlar devreye girmiş, diğer yandan da bölgede yaşanan süreç, adeta, geriye sarılmaya başlamıştı… Ve bunların belirleyici gücünün ABD/Batı olduğu çok açıktı. Ancak, malum birileri, Suriye’deki gelişmeler başta olmak üzere küresel güçlerin planlarını (ılımlı) Laik-Demokrat/Batıcı yeni Türkiye’ye yıkmayı yeni stratejilerinin bir gereği olarak gördüler. Ve daha önce her türlü övgüye değer gördükleri Türkiye’yi bölgedeki kaosun müsebbibi ilan ettiler… Irak-Suriye eksenindeki “ABD-İsrail Koridoru”/Terör Koridoru da bu çerçevede geçmişteki benzerleri gibi “Kürt Koridoru” olarak sunuldu… Üstelik başlangıçta, GBOP Projesi’nin stratejik ortağı olan Türkiye, bir taraftan içerideki operasyonlarla sıkıştırılırken, daha doğru bir ifadeyle, “hizaya getirilme”ye çalışılırken diğer taraftan da Türkiye’nin güneyindeki “koridor” somut olarak ortaya çıkmaya başladı… İşte Türkiye’nin Irak-Suriye eksenindeki “güvenlik ve gelecek kaygısı” bu vesileyle netleşmiş oldu… Türkiye, konuyla ilgili kararını verdi; müttefiklerine rağmen stratejisini belirledi: Ya ABD/Batı’nın peşinde gitmeye devam edecek ya da meşruiyetini “sistem-içi”nde arayan yeni politikaları devreye alacaktı…

Önce ABD ile ortak bir çıkış bulmaya çalışan Türkiye, bu mümkün olmayınca, ciddi düzeyde bocaladı. Öyle ya yıllardır İngiltere ve ABD ve vesayetindeki bir ülkenin kendi kararlarını tek başına vermesi ve uygulaması kolay değildi. Üstelik içerideki “radikal Batıcılar” ve ABD kontrolündeki örgütlere rağmen bunu yapabilmek, kimilerine göre, neredeyse imkansızdı…

Ama Batı referanslı Türkiye’nin(“derin Türkiye”), değişen dünya ve bölge şartlarındaki boşluğu “tarihi ve stratejik derinliği” ile doldurma hedefini bir süredir çalıştığı anlaşılmış, beklenmedik hamlelerle, kısa sürede, bölgesel bir güç olarak anılmaya başlandığı görülmüştür. Irak-Suriye eksenindeki mülteci-sığınmacı sorununu, tüm baskılara rağmen, yönetebildi… ABD’nin açtığı alana Rusya’nın girmesiyle Irak-Suriye eksenindeki gelişmeler daha girift hale gelirken, yeni şartların, Türkiye’nin ABD/Batı’ya karşı “duruş”unda kolaylaştırıcı bir işlev görebildiği ortaya çıktı. Rusya, adeta Türkiye’nin denge politikasında, stratejik bir unsur işlevi görmeye başladı…

Bu süreçte, küresel güçlerin Türkiye’yi çevreleme politikalarının bir sonucu olan bölgedeki vekalet savaşları, göç-mülteci-sığınmacı konusunda Türkiye’yi zorlamaya başladılar. Türkiye’nin “açık kapı” politikasına rağmen malum gelişmeler, mülteci sorununu, Türkiye’nin bir milli güvenlik sorunu haline gelmesi sürecini tetikledi. Adeta Türkiye sığınmacılar üzerinden, dışarıdan-içeriden, sıkıştırılıyordu. Bu sorunun asıl müsebbibleri geriye çekilmekle kalmıyor, Türkiye’yi mülteci merkezi haline getirme planları yapıyorlardı… Süreç içerisinde Türkiye, bölgede, aralıklarla Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı harekatları yaparken İdlib’de de sadece Rusya-İran-Esad rejimini sıkıştırmıyor, aynı zamanda ABD/Batı da malum örgütler ve Körfez ülkeleri aracılığıyla ateşi körüklemekte yarar umuyorlardı… Ne var ki bölgedeki küresel planların birçoğu başarısız olmuş ya da revize edilmek zorunda kalınmıştı. Türkiye, tarihi bağları olan bölge insanıyla kurduğu diyaloglarla, özellikle Suriye’nin kuzeyinde, yine Suriyeli mültecilere, “güvenli bölgeler” oluşturmakta da önemli adımlar atmayı başardı. ABD/Batı’nın, konuyla ilgili, ikili tavırlarını açık düşürme adına, AB ve ABD’ye, mülteci sorununun çözümü için öneriler sunuldu… Dahası Türkiye Cumhurbaşkanı, BM Genel Kurulu’nda, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak “güvenli bölge”ye (30-40 km derinlikte…) 3 milyona yakın sığınmacının yerleştirilmesi planını da deklare etti…

Yaşananlar gösterdi ki ABD/Batı ve onların içerideki “dostları”, bölgede yaşananları doğru okuma gibi bir kaygı taşımadıkları gibi konuyu algı yönetimi ve manipülasyon teknikleriyle, sürekli provake etmekten geri durmamaktalar. Bu yöndeki provakasyonların en son versiyonu ise Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın çıkışı oldu. 2023 seçimlerini etkileme amaçlı bu provakasyon ile Ümit Özdağ’ın, 2023 seçimlerini, tek başına etkilemesi söz konusu olmasa da “Millet İttifakı”nın bileşenlerini de kendi zeminine çekerek bazı sonuçlar elde etmek niyetinde olduğu görülmektedir. Son planda, anlaşılmaktadır ki mülteci-göçmen meselesinin ayrıştırıcı/ırkçı, yalan-yanlış bilgilerle gündeme getirilmesi, -iç ve dış muhalefetin- bugüne kadar yapmaya çalıştıklarının tekrarından başka bir şey değildir. Önce gündemdeki konular kullanışlı/istismar edilmeye müsait hale getirilmekte sonra da algı yönetimi ve manipülasyon teknikleriyle “gerçeklerle algılar arasındaki ilişki” koparılarak kitleye, tekrar tekrar sunulmaktadır… Aynı zamanda, muhalefet, algı yönetiminde, mültecilerle ilgili manipülasyonlarına “Arap turistler”i de dahil ederek Radikal Batıcı zihniyetin geçmişteki uygulamalarını tekrar gündeme taşımaktadırlar. Ki söz konusu çevrelerle bunların referans aldıkları Batı’daki ırkçı/ayrıştırıcı, ötekileştirici reflekslerin, Ukrayna-Rusya “savaşı” sonrası gündeme geliş şekli de Batı zihniyetini açıkça ortaya koymaktadır: “Mavi gözlü, sarı saçlı mülteciler ve diğerleri…”

“Sistemi kuran sistemi yönetir” kuralını hatırladığımızda, son dönemlerde, özellikle son iki yüzyılda sistemi kuranların dünyayı ne hale getirdikleri, gören gözler için net olarak ortadadır… Değişen dünya ve bölgelerdeki yeni denge arayışı sürecinde söz konusu küresel güç odaklarının hegemonik “strateji savaşları”nın kritik ve trajik sonuçlarıyla da her vesileyle, karşılaşmaktayız…

“Güçlünün haklı” görüldüğü bir dünyada söz konusu hegemonik güçlerin, hala terörle mücadele, insan hakları, özgürlük, adalet gibi kendilerinin tanımladıkları kavramlar üzerinde tepinmeleri karşısında, hiç olmazsa insanca bir “duruş” göstermek gerekmez mi?

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir