GenelYazarlardanYazılar

Ramazanla Gelen Rahmet

Bu yıl ramazan, baharın müjdecisi olan cemrelerin toprakla buluşmasına denk geliyor. İnşaallah inanan insanların gönlüne de; Allah için oruç tutmanın, insanlığımızı, kulluğumuzu, tüm müstezaflar için diğer gamlımızı hatırlamanın, bu ayın en büyük ödülü olan Allah’ın kitabını Allah’ın istediği gibi okuyup anlayıp yaşamaya azmetmenin cemresi düşer. Düşer de orucun bayramla noktalandığı gibi; gönüllerimiz de orucun, infakın, Kur’an’ın gönüllerimizde yer etmiş olmasıyla noktalanır. Orucu tuttuğumuz gibi oruçta bizleri her türlü aşırılıktan ve kötülüklerden tutmuş olarak bayrama ulaşmanın mutluluğunu yaşarız inşaallah!

Ramazan, ay takvimine göre yılın dokuzuncu ayının adıdır. Allah kâinatı yarattığı günden beri ayların sayısının on iki olduğunu ve bunlardan dördünün de hürmet edilen; savaşmanın yasaklanmış olduğu/haram aylar olduğunu bildirmişti. (Tevbe 9/36) (  Ay takvimine göre haram aylar: Zilkade 11. ay, Zilhicce 12.ay, Muharrem 1. ay,  Receb 7. ay) İşte bu aylardan dokuzuncusu olan ay da Ramazan ismiyle isimlendirilmiş ve Allah Teâlâ o aya erişen Müslümanların o ayda oruç tutmalarını istemiştir.(Bakara 2/185) Allah ömür verirse dergimizin Mart sayısını elinize aldığınızda ramazan ayını idrak etmiş olacağız inşallah.

Ramazan kelimesi, güneşin şiddetli ışınları altında kalan toprak parçasının yanacak derecede ısınmasına Arap “Ardun ramidâtün” demektedir. Ramazan  kelimesi de ışığın şiddetle arza vurması anlamındaki “Ramdun” sözcüğünden gelmektedir.

Bizim dilimizde güneşin şiddetle ısısını hissettirdiği zaman şu ifade kullanılır: “yumurtayı diksen pişirir” buradan da hareketle güneşin arzı yakıp pişirdiği gibi ramazan da insanı pişiren, olgunlaştıran ve kulluk bilincine erdiren bir ibadet olarak kabul edersek, kelimenin lügat anlamıyla daha uyumlu olacaktır. Bu mana bakara suresinin 183. ayetiyle vurgulanan takvaya da uygun düşmektedir.  Zira bizden öncekilere farz kılınan bir ibadet, bizi takvaya eriştirmek, olgunlaştırmak, pişirmek için farz kılınmış olduğu vurgulanmaktadır.

İnsanın temel ihtiyaçları olan yeme ve içme gibi özelliklerini bırakarak, gizli açık Rabbine olan bağlılığının/ itaatinin gereğini yerine getirmesi ve günün her saniyesi bu bilinç ve şuurla devam etmesi kulu, pişirip olgunlaştırmaktadır.

Konuyla ilgili ayetlerde yapılan vurgu da bu minval üzeredir:

“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara 2/183)

Bu ayın faziletine bir başka sebep daha vardır ki, bu daha bir önem arz etmektedir.  İnsan için dünya ve ahiret hayatını anlamlı kılan Kur’an’ın bu ayda indirilmeye başlanmış olmasıdır.

Yapılan ibadetin zamanını, eda etme şartlarını, orucu tutmamanın mazeretlerini ve sonradan kazasının nasıl eda edileceğini de beyan etmektedir:

“Ramazan ayı; öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hak ile batılı ayıran Kur’an, o ayda indirilmiştir. Sizden her kim o aya şahit olursa oruç tutsun. Kim de hasta olur veya seferde bulunursa, diğer günlerde o kadar oruç tutsun. Allah, sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Bu sayıyı tamamlamanız; size hidayet ihsan etmiş olduğundan dolayı Allah’ı tekbir ile yüceltmeniz içindir. Umulur ki şükredersiniz. ” (Bakara 2/185

Bu ayetin beyanıyla Ramazan ayında sunulan hediye sadece oruç değil, aynı zamanda insanlara doğru yolu gösteren, hak ile batılı ayıran Kur’an’ da bu ayda insanlığa sunulmuştur.  Bu kitap insanlığı dalaletten hidayete, karanlıktan nura, küfürden imana kavuşturacaktır.  Ancak onun insanlığa yol göstermesi için, insanlığın da onu rehber edinmesi gerekmektedir. Elde olmayan dilde, dilde olmayan da gönüllerde olmayacaktır.

Medine’nin ikinci yılından itibaren Ramazan Orucu farz kılınmıştı. Oruçla birlikte Müslümanların Kur’an ayında Kur’an okumayı sünnet edinmişlerdi. Burada dikkat etmemiz gereken husus şudur: Bu okumada okuyan ne okuduğunu bildiği, anladığı gibi; dinleyen de ne dinlediğini anlıyor ve biliyordu. Çünkü Kur’an onların dili üzere indirilmişti. Bu kitabı okumak demek onun bize ne söylediğini anlamak, öğrenmek ve öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda bir hayatı yaşamak demektir. Ancak Kur’an’dan öğrenilen bilgilerle yaşanan hayattan Allah razı olacak ve ona ecir verecektir. İşin doğrusu bu iken, bizler sadece görüntüye uyarak anlamadan okuyor anlamadığımız bir metnin seslendirilişini dinliyoruz. Bu halimizle bizler de görünüşte onların yaptığına benziyoruz. Ancak bir kelimesini anlamadığımız için onları değiştiren Kur’an bizleri değiştirmiyor. Onları yaşayan Kur’an haline getiren okuma, bizi hiç etkilemiyor. Çünkü okunan ayetlerin bize ne dediğini anlamıyoruz. İnsan anlamadığı bir sözden nasıl etkilenir? Belki bir an okuyanın tegannisinden etkileniriz gözlerimiz de yaşara bilir, ama bir bilgi ve bilinç oluşturmadığı için kısa bir zaman sonra bu hava yok olup gider. Müslümanların başta “hafızları” olmak üzere bunca Kur’an okuyan, hatim yapan insanların yaşayan Kur’an olamayışının hikmeti işte budur. İnsan ancak anlamak için can kulağı ile dinlediği bir şeyi anlar ve tepkisini de ona göre koyar. İnsanın tabiatı budur. Bunun içindir ki Allah Teâlâ onun okuma talimatını şöyle veriyor:

“İnkâr edenler: “Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi” dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane -tane okuduk.” (Furkan 25/32)

Bunun anlamı şudur; bizler de kalbimize yerleştirmek istiyorsak, aynı şekilde ayet -ayet,  üzerinde anlamak için düşüne -düşüne okumalıyız. Bir an önce bitirelim, hatim yapalım, her harfine şu kadar sevap alalım anlayışı ile yüz yıl okusak bile bu okuyuş, bir tek yanlışımızı düzeltmez ve bize bir doğruyu öğretmez. Böyle bir okuma biçimi dünyada sadece Müslümanlara mahsus bir okuma biçimidir. Çünkü insanlar bir şeyi öğrenmek için okurlar. Müslümanlar ise Allah’ın kitabını sadece okumak için öğrenirler ve bir ömür de sadece okumak için okurlar.  Ama bu okuyuştan hiç bir şey öğrenemezler!  Böyle bir okuma ne Allah’ın kullarından istediği bir okuma biçimidir: ne de peygamber’imizin ve arkadaşlarının okuduğu bir okuma biçimidir. Bir ömür Kur’an’ı anlamamak için pasif bir direnmeden başka bir şey değildir. Kur’an’ı artık tecvidiyle de okuyorum diyen bir kimseye, bir kez de mealinden okuyup o ayetlerde Allah bizlerden ne yapmamızı istediğini görmüş öğrenmiş olursun denilen kimsenin cevabı aynen şöyle idi: “Onu okumaya vaktim yok.”

Çünkü bu insanların adeta beyinleri yıkanmıştı. Bir ömür hatırı sayılır “hoca efendilerden”(!) meal okumanın sevap olmadığını dinlemişlerdir. İnsanlar Kur’an’ın mealini okuyup Allah’ın ne dediğini anlayacak olurlarsa belki, kendi imparatorluklarının temelleri sarsılacak, âlimliğine zarar gelecek!… Hal bu ki düşünmeli değimliyiz? Allah bu kitabı sade okunmak için mi gönderdi? Yoksa başka bir amacı mı var? Hal bu ki okuduğumuz ayetlerde yüzlerce defa “ hala düşünmeyecek misiniz, hala akletmeyecek misiniz, anlayasınız diye sizin dilinizle indirdik, düşünen bir kavim için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz” buyrulmaktadır.

“Düşünüp anlayasınız diye gerçekten Biz, onu Arapça bir Kur’an kılmışızdır.” (Zuhruf 43/3)

“Biz, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik ki; onlara, apaçık anlatsın. Bundan sonra Allah; dilediğini (dileyeni) saptırır, dilediğini (dileyeni) de doğru yola iletir. Ve O; Aziz’dir, Hâkim’dir.” (İbrahim 14/4)

“Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf 12/2)

Bu ayetlerle birlikte daha onlarca ayette Allah kitabının anlaşılmasını ve üzerinde düşünülmesini istiyor. Kur’an ayı olan bu ramazanda, Kur’an’ı anladığımız dilden ve ayetleri üzerinde düşüne -düşüne okumaya çalışalım. Bir de böyle “hatim” yapalım. Sonra durup düşünelim şimdiye kadar habersiz kaldığımız bunca gerçekleri niçin öğrenmediğimizi sorgulayalım. Bunca hakikatlerden habersiz yaşamanın bizde meydana getirdiği erozyona bakalım. Kaybettiklerimizi telafi etmek için bu ramazanı fırsat bilerek okumaya başlayalım inşaallah…

Ramazanla birlikte gelen bir başka şey ise oruç tutmanın sevap ve faziletleri, ramazanda yapılan ibadetlerin faziletleri ve onun içinde gizlenmiş olan kadir gecesiyle ilgili anlatılanların durumuyla alakalıdır. Bunları anlatanlar o kadar ölçüsüz ifadeler kullanmışladır ki, Kur’an’ı okuyan kurtuldu, orucu tutan kurtuldu, teravihi kılan kurtuldu… ila ahir. Bunların aklıselim ile düşünülmesi gerekir. Evet, ramazanda oruç tutmak sevaptır neticede Allah’ın emrine uyarak oruç tutuyorsun Allah ecrini verecektir. Kur’an okuyorsan ecrini verecektir. Nafile teravih kılıyorsan ecrini verecektir… İla ahir. Ancak bu amelleri sadece ramazanda yapmakla insan kurtulabilir mi?  İslam yaşamın tamamını kuşatan bir dindir ve yaşamın her safhasını içine alır. Hayat ise sadece ramazan ayından ibaret değildir. Devam ettiği sürece yaşadığımız her gün ve gece iman ve onun gerektirdiği amellerden sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Bizim hayatımız ve ölümümüz, namazımız ve bütün ibadetlerimiz her zaman ve mekânda Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Bunların ifası ise elbette Allah’ın istediği gibi olacaktır. Bunlarla ilgili nasıl, niçin, ne kadar ve benzeri soruların cevabını Kur’an’da aramalıyız. Birilerinin insafına bırakmadan, işi kaynağından öğrenmeliyiz. Allah, kitabını bunun için göndermiş olduğunu teslim edelim. Evlerimizde vitrin süsü olmaktan kurtarmanın yolu, onu başucu kitabı yapmaktan geçmekte olduğunu bilelim…

Kadir gecesiyle alakalı olarak anlatılanlar ise daha bir abartılı ve maksadını aşan ifadelerle doludur. Hz. Aişe Annemiz Peygamberimize sorar: Ya Resulullah bir gecenin kadir gecesi olduğunu bilsem ne yapmam gerekir?  Peygamberimiz (as) cevap verir: “Ya Rabbi sen affedicisin affetmeyi seversin beni de affet diye dua et” buyurur. Bu makul anlayışın hiç üzerinde durulmaz. Hal bu ki bu anlayış, yılın her anını kapsayan ilahi yargıya da uygun düşmektedir. Kulların dualarının kabulü için kadir gecesini beklemeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah ile kulların duası arasında hiçbir engel yoktur.

“Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.” (Bakara 2/186)

Bu nedenle duaların kabulü kadir gecesiyle sınırlı değildir. Yeter ki kul samimiyetle Rabbine yönelmiş olsun.

“O apaçık Kitap’a andolsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız.” (Duhan 44/2-3)

Bu ayette belirtilen “leyletin mubareketin” mubarek bir gece ifadesi, hayrı sürekli olan demektir. Hayrı sürekli olan gece mi yoksa o gecede indirilen mi kastediliyor? Gece devamlı değil sadece bir geceden ibarettir. Bu ifadenin peşinden açıklayıcı şu cümle gelmektedir: “Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız.”  Bu ifadeden anlaşılan hayrı sürekli olanın gece değil o gecede indirilen Kur’an olduğudur. Çünkü insanlar geceyle değil kıyamete kadar Kur’an’la uyarılmaktadırlar. Gece zarf Kur’an ise mazruftur.  Kadir Suresinde de şöyle ifade edilmektedir:

“Doğrusu Biz; onu, Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Ruh, o gece Rabbinin izniyle her iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (kadir 97/1-5)

Bu surede ifade edilen “Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır.” Yine burada da keramet gecede değil o gece insanlığa gönderilmeye başlanan Kur’an’da dır.  Kur’an ise 15 asır önce Allah tarafından elçisi Muhammed (as) 23 yılda parça parça gönderilerek tamamlanmıştır. Her ramazan ayında Kur’an yeniden nazil olmuyor. İlk gönderilişin nasıllığı anlatılıyor. Çünkü yeni bir şeriatla bir resul gönderiliyor. Bu kitapla Âleme ve olaylara, hükümler ve tüm varlıklara görev ve sorumluluklar veriliyor. Melekler ve ruh bu amaçla yeryüzüne indiriliyor. Fecre kadar bu işlerin tanzimi devam ediyor. Dikkat edilirse bu da olup bitmiş bir olaydır. Fakat o gece indirilmeye başlayan Kitapla kıyamete kadar âleme nizamat verilmeye devam edilecektir. İşte bu kitabın geldiği zaman diliminin bin aydan hayırlı oluşu; gelen emrin kıymetini bir de böyle vurgulamak içindir.  Kitabın kendisi ise tüm zamanlardan daha hayırlıdır. Çünkü o, doğru yolu gösteren bir rehberdir. İyiyi kötüden, hakkı batıldan ayıran Furkan dır. Allah’ı nasıl razı edeceğimizin yoludur. Ona uygun yaşanmamış binlerce ayın Allah katında hiçbir değeri yoktur. Bu nedenle bin aydan hayırlı olan da yine zarf değil mazruftur, o gecede gelendir. Şair kendine göre çok değerli olan birisiyle buluştuğu anı o kadar gözünde büyütür ki bunu şöyle ifade eder:” Öyle zaman olur ki, zikri cihanı değer.” Burada değerli olan zaman değil o zamanı değerli kılan kendisine değer verilen kimse ile buluşulmuş olmasıdır. Ondan mülhem olarak zaman zikredilmektedir ama asıl kastedilen buluşulandır. İşte bu da bir edebi ifade biçimidir.

Sözün özü Allah bir gecelik kutlamalarla asla razı edilemez. Onun emir ve yasaklarına ittiba bir ömrü kapsamaktadır. Her günün ve gecenin kadrini onun istediği gibi ihya etmek, her günün ve gecenin ibadetlerini de onun istediği gibi ifa ederek rızasına ermektir…

Bu şuurla daha nice ramazanları idrak etmek dileklerimizle hayırlı ramazanlar diliyoruz…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı