GenelYazarlardanYazılar

“TERÖRSÜZ TÜRKİYE” – “TERÖRSÜZ BÖLGE”

Küresel ve bölgesel değişim sürecinin kritik bir aşamasında, Ukrayna-Rusya savaşı ve -7 Ekim’deki ABD-(Siyonist) İsrail’in bölgemizdeki hâkimiyetini genişletme planını deşifre eden- “Aksa Tufanı Harekâtı” sonrası yaşananların ortaya çıkardığı “güç boşluğu”, Suriye’deki Baas rejiminin çökmesinin ana nedeni olarak gözükmektedir. Her ne kadar bölgesel ve küresel bazı aktörler farklı yorumlamakta fayda umsalar da Suriye’deki stratejik öneme sahip gelişmelere alan açan Suriye’deki ve bölgedeki “güç Dengesi”ndeki kritik değişimler olduğunun altını çizmek gerekmektedir. Bu konudaki ciddi analizlerin ortak paydası da budur. Lakin 1980’li yıllardan bu yana gündemdeki yerini almaya başlayan küresel ve bölgesel değişim sürecinin, son zamanlarda geldiği aşamayı ve bu süreçte, gerek küresel ve gerekse de bölgesel aktörlerin mevcut konum ve misyonlarını dikkate almayan analizler ise reel-politik gerçeklerle uyumlu olmayan “uç değerlendirmeler” olarak karşımıza çıkmaktadırlar…

Bu bağlamda, özellikle ABD/Batı’nın güç kaybı ve bilhassa bölgemizdeki plan ve projelerindeki başarısızlıklarının yanı sıra “Siyonist Terör Örgütü” İsrail ve malum diğer terör örgütlerine verdikleri destekler nedeniyle uğradıkları itibar kayıplarının sahaya yansımaları net bir şekilde görülebilmektedir. Ve 7 Ekim sonrası Gazze’de yaşanan katliamlar/soykırıma, “medeni batı”nın tam desteği, son yıllarda “terör örgütlerinin kurucusu ve destekçisi” niteliği ayyuka çıkmış olan küresel güç odağı ABD’nin güç ve itibar kayıplarını hızlandırmış, “Siyonist Terör Örgütü” İsrail için de “sonun başlangıcı” diyebileceğimiz bir dönemden söz edilmeye başlanmıştır.

Aynı zamanda söz konusu değişimin/yeni denge arayışı sürecinin en önemli aktörlerinden yeni Türkiye’nin yaşadığı değişim sürecinin geldiği aşamayı ise iki farklı dönemde değerlendirmek mümkündür: (Ilımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı Türkiye’nin, Batı sisteminin bir parçası olarak, her iki dönemde de ideolojik çizgisinde ciddi bir değişiklikten söz etmek mümkün değildir. Zaten Batı’nın vesayetinde kurgulanan bir yapı olarak Türkiye Cumhuriyeti, değişim sürecinin I. döneminde bir küresel/ABD planı olan BOP/GBOP’un kritik/stratejik öneme sahip bir unsuru olarak belirginleşmişti. Haliyle Türkiye, yeni konumu ve misyonuyla öne çıkmaya başladı… Lakin, değişim sürecinin kritik bir aşamasında ABD’nin strateji değiştirmesiyle, -“Demokratik değişim stratejisi’nden Kaos Stratejisi’ne- yeni Türkiye bir yol ayrımı ile karşı karşıya kaldı. Söz konusu dönemde yaşananları doğru tanımlayabilmek, doğru anlamlandırabilmek için stratejik öneme sahip bir hususun altını çizmek gerekir. Ki değişim sürecinin ilk döneminde, büyük oranda ABD vesayetinde bulunan yeni Türkiye’nin, konumu ve misyonu değişmiş olsa da, daha net bir ifadeyle stratejik önemi artmışsa da büyük oranda ABD vesayetinde bir ülke olma niteliğinde ciddi bir değişiklikten söz etmek mümkün değildi. Ama ABD’nin strateji değiştirmesi yeni Türkiye’yi bir yol ayrımı ile karşı karşıya bıraktı. Daha doğru bir ifadeyle, gelinen aşama yeni Türkiye’yi bir tercihe zorladı. Yeni Türkiye, ya ABD ile aynı stratejik çizgide yoluna devam edecek ya da güvenlik ve gelecek kaygılarıyla, -yeni denge arayışı sürecinin önüne çıkardığı imkânları da kullanarak- “Sistem içi” bir çıkış arayışına girecekti. Öyle de yaptı! Yeni Türkiye, adeta mecbur olduğu sistem içinde kalarak, denge/dengeci politikalarla “sistem içi” bir çıkış arayışını zorladı. Ve bu çıkış arayışında, -tarihi ve stratejik derinliğinin farkında olarak- adımlar atmaya başladı. Kaçınılmaz olarak da, yeni Türkiye, başta ABD olmak üzere “müttefikleri”nin ciddi yaptırımları ve ambargoları ile karşı karşıya kaldı. Aynı zamanda yeni Türkiye, içeride de “radikal batıcılar”/eski Türkiye yanlılarıyla da çok ciddi bir hâkimiyet ve çıkar mücadelesi vermekteydi…

Tüm bu olumsuz etkenlere rağmen yeni Türkiye, hem içeride hem de dışarıda beklenmeyen hamleler yaptı; stratejik adımlarla öne çıkan bölgesel güç olmaya başladı. Ve terörle mücadele stratejisini de değiştiren yeni Türkiye, ABD-İsrail “terör koridoru”nda önemli gedikler açtı… Karabağ/Azerbaycan’da, Libya’da “önemli başarılara” imza attı. En önemlisi de belirli bir süre devre dışı bırakılmaya çalışıldığı “Mavi Vatan” paradigmasında, teorik düzlemde de olsa “önemli başarılar/kazanımlar” elde eden bir bölgesel güç olarak anılmaya başladı… Bu arada, Savunma Sanayinde geldiği aşama içeride ve dışarıda ses getirir hale geldi.

Son yıllarda reel-politik gelişmeleri doğru okuyup yerli yerine oturtabilenler gördüler ki (Ilımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı Türkiye, bölgesel güç olmanın sınırlarını zorladığı bir konjonktürde, Aksa Tufanı Harekâtı’nın deşifre ettiği ABD-(Siyonist) İsrail planının bir sonucu olan soykırım karşısında ahlaki ve ilkesel bir duruş sergilemeye çalışsa da daha ileri bir adım atamadı. Bir parçası olduğu Batı sisteminin sınırları içinde bir duruş sergilemekten öteye geçemedi. Ama, “sistem içi”nde kalarak çıkış arayışına zorlanan yeni Türkiye’nin, (geniş anlamıyla) bölgemizde yaşanan yeni denge arayışı sürecinde, güvenlik ve gelecek kaygılarıyla yapmak durumunda kaldığı hamleler, kritik bir karşı karşıya gelişin işaretlerini vermektedir. Daha açık bir ifadeyle, -tarihi ve stratejik derinliğinin bilincinde- küresel ve bölgesel değişim sürecinin açtığı alan ve önüne çıkardığı imkânları doğru kullanmaya çalışan yeni Türkiye, ABD-(Siyonist) İsrail’in bölgesel güvenlik ve hâkimiyet stratejileriyle karşı karşıya gelmesi muhtemel bir politika izlemektedir. Şimdilik, denge/dengeci politikaların sınırları içindeki bu hamlelerle, belirli bir süre sonra, daha doğrusu bölgesel düzlemdeki yeni denge arayışının son virajında yeni Türkiye, ya malum güçlerle, geçmişte olduğu gibi birlikte hareket edecek ya da stratejik bir savaşta karşı karşıya geleceklerdir. 7 Ekim sonrası yaşananlar ve hele hele Suriye’deki son gelişmeler bu bağlamdaki öngörüleri daha da güçlendirmiş bulunmaktadır. Küresel ve bölgesel değişim/yeniden yapılanma sürecinin temel dinamiklerini ve sürecin, “Batı”-“Doğu” düzleminde nereye doğru evrildiğini dikkatli bir şekilde okumaya çalışanların bu ve benzeri öngörülerde bulunmaları kaçınılmazdır. Aynı zamanda, jeo-politik ve jeo-stratejik değişimlerin analizlerini derinliğine yapan uzmanlar, “Osmanlı bakiyesi” yeni Türkiye’nin, “tarihi ve stratejik derinliği”yle paralel “mücadele yöntemleri”ni ısrarla sahaya yansıtmasının ortaya çıkardığı sonuçların da altını çizmektedirler. Her ne kadar, içeride ve dışarıdaki malum güç odakları bu gerçekliği görmezden gelseler de dönemsel gerçekler budur. Hele hele, “güçlü”nün haklı görüldüğü bir dünya düzeninde, -yıkılma süreciyle paralel yeni denge arayışının hızlandığı bir konjonktürde- yeni Türkiye’nin bilhassa (geniş anlamıyla) bölgemizde öne çıkması da başka türlü izah edilemez.

TERÖRSÜZ TÜRKİYE VE SURİYE’NİN BÜTÜNLÜĞÜ

Suriye’de ve bölgemizde yeni bir döneme girildiğini ifade etmek, artık kaçınılmazdır…

Malum küresel ve bölgesel güçlerin büyük bir kısmının çıkarları, Suriye’nin parçalanması ve/veya federal/konfederal bir yapı ile her an operasyon yapılmaya/kullanılmaya müsait hale getirilmesinin önünü açmaktadır… Türkiye’nin başını çektiği bir kesim de Suriye’nin bütünlüğünün, sadece kendi güvenlikleri ve gelecekleri açısından değil aynı zamanda bölgenin güvenliği açısından da önemli olduğunu her fırsatta vurgulamaktadırlar. Aynı zamanda “yeni Türkiye” ile “ABD”nin Suriye’ye yaklaşımlarının kısa erimli olmadığını, her iki gücün de bu coğrafya üzerinden gelecek hesaplarının bulunduğunu da ıskalamamak gerekir.

7 Ekim sonrası ortaya çıkan kritik vasat ve yeni Türkiye’nin bölgede anahtar bir bölgesel aktör haline gelmesi gerçekliği, bölgede yeni bir döneme işaret etmektedir. Bu arada, “güç”ün “Batı”da “Doğu”ya doğru kaydığı bir trendde ABD’nin bölgedeki güç kaybının hızlanması ve “Siyonist Terör Örgütü” İsrail için de 7 Ekim tarihinin “Sonun başlangıcı” olarak okunmaya başlanılması, yeni Türkiye-ABD/Batı ilişkilerinde de yeni bir dönem anlamına gelecektir. Dolayısıyla denge/dengeci politikalarıyla bir süre daha yoluna devam etmek durumunda olan yeni Türkiye için Suriye’nin güvenliği ve bütünlüğü büyük bir öneme sahiptir. Aynı zamanda Suriye yönetimi ile derin ve kapsamlı ilişkilerini, ABD ve Körfez ülkelerinin farklı taleplerine rağmen, ilkeli bir şekilde devam ettirmek durumunda olan bir Türkiye gerçekliğini doğru tanımlamak, doğru okumalar yapabilmek için kaçınılmazdır. Zaten karşımızda bölgemizdeki pozisyonunun farkında olan bir Türkiye’nin varlığı da tartışılmaz bir gerçekliktir.

Özellikle Gazze-Filistin’de ateşkesin sağlanmasından sonra ABD ile yeni Türkiye’nin, süreç içerisindeki mutabakatlarının bölgedeki yansımaları bizce stratejik öneme sahip olacaktır. Öncelikle yeni dönemin şartlarına paralel olarak “iki devletli” çözümde yeni Türkiye’nin, görünür ve görünmez rolü önemsenmelidir. Zira, bu ve benzeri konularda ABD-Türkiye mutabakatları, süreç içerisinde, bölgedeki yeni denge arayışı sürecinin kritik aşamalarında belirleyici olacaktır. ABD’nin korumaya çalıştığı (Siyonist) İsrail’in hareket alanının daraltılacak olmasının süreç içerisindeki gelişmelerin seyrini nasıl etkileyeceğini kestirmek kolay değildir. Ne var ki süreç içindeki çatışmalardan ziyade yeni şartların ortaya çıkaracağı mutabakatların geleceği belirlemesinden söz etmek gerekecektir, yeni dönemde. Keza, iddiaların aksine, ABD ve AB’nin, -“sert güç” kullanarak olmasa da- ekonomik ve siyasi tehditlerle Suriye’deki taleplerinde uzun süre süre direnemeyecekleri bir bölge dengesine doğru yol alındığı da dikkatli gözlerden kaçmayacak kadar nettir…

Söz konusu jeo-politik ve jeo-stratejik gerçekliklere rağmen, yaşanan süreçlerin ortaya çıkardığı durumlardan habersiz bir şekilde “üst perde”den konuşmaya, yaptırım ve ambargo tehditlerinde bulunmaya devam eden malum bir kesimin varlığı ortada. Bunlara karşılık yine bir kesimde var ki “8 Aralık” sonrasında, “Türkiye ile birlikte çalışacağız.” demekten kendilerini alamıyorlar. Bunlardan ABD’nin eski Türkiye Büyük elçisi James Jeffrey; 7 Ekim sonrası katliamları/soykırımı ve 8 Aralık’daki Suriye’de yaşananları, kendi lehlerine “hızlandırılmış tarih” olarak niteleyenlere ders niteliğinde şunları söylemektedir:

  • (Esed rejimi, Rusya ve İran’ın gidişiyle) Suriye’de yeni bir dönem başladı…
  • 2011’den sonraki (ABD’den) farklı yaklaşımlarına rağmen Türkiye, Suriye’de kilit role sahip bir aktör…
  • Türkiye, hem sınırlarını güvence altına almak, hem de Suriye muhalefetinin tamamını etkileyebilmek üzere önemli bir avantaja sahip…
  • ABD’nin arkasında durduğu PKK/PYD-SDG’nin “devlet içinde devlet” gibi kalması hem Suriye, hem de Türkiye için ciddi bir sorun. Konuyla ilgili ABD ve Türkiye yetkilileri görüşüyorlar…

Tüm bu yaşananlardan sonra bölgemizde ortaya çıkmış olan yeni güç dengesi ve bu dengenin nereye doğru evrileceği hususundaki emareler, ABD-(Siyonist) İsrail ve “Küçük devletler”in (Fransa’nın dahil olduğu malum devletler…) desteklemeye devam ettikleri “terör örgütleri”nin Suriye’de bırakın özerk bölge elde edebilmelerini, varlıklarını korumalarını bile imkansız kılacak niteliktedir.

Son planda, “Terörsüz Türkiye”den “Terörsüz Suriye”ye ve bir süreç sonrasında yeni bir güç dengesine doğru evrilen bu coğrafyada “Terörsüz bölge” beklentisine ulaşmak hayal olmaktan da çıkacaktır!.. Nitekim, 8 Aralık sonrası yeni Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” hedefine yönelik stratejik hamleleri “Terörsüz Suriye” olarak da okunulmaya başlanıldı…

Hatırlayalım, “Devlet”in dedikleri, bölgede oluşmaya başlayan yeni denge arayışı sürecinin kritik bir aşamasında, gündeme düştüğünde küresel ve bölgesel güç odakları ve onların yerel uzantılarının huzursuzluklarına şahit olunmuştu. Özellikle de 7 Ekim’de deşifre olan ABD-(Siyonist) İsrail’in bölgeye yönelik işgal ve hakimiyet planından çok şey bekleyenlerin kaygıları hemen kamuoyuna da yansıtılmıştı. Ne demişlerdi söz konusu odaklar/radikal batıcılar?

“Türkiye’nin yeni bir savaş oyunuyla karşı karşıyayız. Ortada bir çözüm yok, komplo var. Türkiye tehlikeli bir kulvarda, DEM Parti ve Kürtleri oyunlarına dahil edip kullanacaklar.”

Halbuki tam tersine bir gelişme ile karşı karşıyaydı Türkiye ve bölgemiz. İdeolojik duruşlarını koruyarak doğru reel-politik okumalar yapanlar, altını çizerek ifade ediyorlardı ki “yeni Türkiye”, tarihinde ilk kez bu kadar net bir şekilde, Kürtlerle “terör örgütleri”ni birbirinden ayırt ediyor ve Kürt ve Türk kardeşliğinin bölgenin geleceği için “olmazsa olmaz” olduğunun altı çiziyordu… Ve bir ABD projesi olan BOP’un ilk dönem stratejisi (Demokratik değişim…)nin bir gereği olarak gündeme taşınan malum “Çözüm Süreci” ile “Devlet”in son çıkışının, gerek format olarak ve gerekse de temel dinamikleri itibarıyla birbirinden farklı olduğu açıkça görülmekteydi… Aynı zamanda ABD Projesi’nin ikinci dönemindeki stratejisi’nin (Kaos…) yeni Türkiye’nin, “sistem içi” bir çıkışa zorlaması ve küresel ve bölgesel değişim sürecinin açtığı alanda, denge/dengeci politikalarla bölgesel güç olmanın ötesine geçmeyi zorlar hale gelmesi de doğru okunması gerekirdi. Keza, “sistem içi” çıkış arayışındaki yeni Türkiye’nin, “tarihi ve stratejik derinliği”nin bilincinde olmasının,  içeride ve dışarıda tartışılmasında belirleyici bir eksen olmasını da ıskalamamak gerekir…

Bu da yetmedi. 8 Aralık sonrası başta Suriye olmak üzere bölgede yaşanan tartışmaların seyri de malum çevrelerde ikinci bir şok yaşanmasına neden oldu… Öyle ki küresel ve bölgesel değişim sürecinin ortaya çıkardığı stratejik sonuçlar, AB’nin bunalımlı bir döneme girmesine ve “Medeni Batı”/ABD’nin damgasını taşıyan katliamlar/soykırımın bölgede oluşturduğu atmosfer ABD ve (Siyonist) İsrail’in yeniden tanımlanmasına neden oldu. Dahası, kendilerini İslam ile tanımlama cüretini gösterenlere ve hatalı tanımlamalarla hatalı beklentilere cevap veremeyen vesayetçi yapıların masaya yatırılmasını bir gereklilik olarak görmeyenlere “ayna tutuldu”. Her ne kadar kendilerini İslam ile tanımlayan topluluklar, mezhepler, meşreplerin büyük çoğunluğu yaşananlardan gerekli dersi çıkarmak yerine yaşadıkları Şirk sistemlerinin içinde “demokratik mücadele”yi yeğlemiş olsalar da zamanın “ibret alma”; kendimizi “sigaya çekme” zamanı olduğunu ıskalamaktadırlar…

Her şeyin en doğrusunu Allah (c.c.) bilir!

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı