
Veli evliya ermişlik terimlerinin anlamı ve ifadesi nedir?
SORU: Kur’an’a göre, “bugünkü İslam Kültüründe olan: Veli, Evliya ve Ermişlik,” terimlerinin anlamı nedir? Nasıl ifade edilir? Bugünkü anlaşılan durum gibi midir?
CEVAP: “Veli kelimesi Arapçada “Ve le ye” kökünden gelmektedir. İki veya daha fazla şeyin aralarında kendilerinden başka bir şey olmayacak şekildeki mekân, hısımlık, din, sadakat, dostluk, yardım ve inanç bakımından yakınlığı anlatmak için kullanılır. Bu cümleden olmak üzere, sana muhabbet, sevgi ve yardım hisleriyle yaklaşıp seni hiç terk etmediği için yardım eden dosta veli denilir. İşlerini idare etmek, onlara emirler ve yasaklar koymak suretiyle halkın sorumluluğunu üzerine aldığı için “vali” kavramı da kelimenin bu manasından alınmıştır.
Bu kelime lügatte şu anlamlara gelmektedir: İşinde tasarruf sahibi olan, yardım eden yardımcı, dost, köle için azat eden ve azat edilen, komşu, yakın, amcaoğlu anlamına gelmektedir.
Veli hakikatte ise bir işi üslenen demektir. Aynen bizim bir öğrencinin sorumluluğunu üslenen kimseye o çocuğun velisi gözetip kollayıcısı dediğimiz gibi. Allah müminlerin koruyucusu, görüp gözeticisi olduğu için, “Allah müminlerin velisidir.” (Bakara 2/257) buyrulmaktadır. Bu ifade Allah’tan başka varlıklar için de kullanılmaktadır: “Biz o şeytanları onların velileri kılmışızdır ki iman etmezler.” (Araf 7/27) ayetinde bu anlamda kullanılmıştır.
Müslümanlar da Allah’tan başkasını veli edinmemeleri konusunda uyarılmaktadır:
“Ey iman edenler Yahudileri ve Hıristiyanları veli/ dost edinmeyin.”(Maide 5/51)
Çünkü benim velim, Kitabı (Kur’an’ı) indiren Allah’dır. O, bütün salihlere velilik eder. (Araf 7/196)
Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de taguttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.” (Bakara 2/257)
Allah, İman eden ve salih amel işleyen tüm kadın ve erkeklerin velisi/dostu, koruyup kollayıcısı, besleyip büyütücüsü) olduğu gibi; Tüm müminler de Allah’ın velisi yani dostudur.
Kur’anda veli kavramının anlamı bu minval üzere devam etmektedir. Bu gün toplumun “veli ve evliya” kavramına yüklediği anlam, “Allah Teâlâ’nın yakın dostluğunu kazanmış, bu sayede Allahtan direk bilgiler alan, Allah’ın gaybına muttali olan, bu sayede bir takım tasarruflarda bulunan yarı ilah bir kimse olarak tasavvur edilmektedir.” Tasavvufta ise, “Fena fillah” derecesine yükselip Allah’ta yok olan her türlü tekliften muaf konuma gelen kimsedir.(!) Şeyhler, kırklar, yediler, beşler, üçler ve gavslar, kutuplar, kut bul-aktab v.b. kimselerdir. Bunların Allah’ın gaybını bilen, dilediği zaman dilediği olağan üstü işleri yapma gücüne sahip, insanların kalbinden geçenleri dahi bilen kimseler(!!!)olarak takdim edilirken; Kut bul Aktab ise gönlünden geçenleri Allah’ın yarattığı kimse olarak tanımlanmaktadır.” Bu anlayış tasavvuf felsefesinin üretmiş olduğu gerçekle alakası olmayan vasıflardır. Bu anlayışların İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’dan onay alması mümkün değildir.
Çünkü Allah gaybına kimseyi vakıf etmeyeceğini, sadece peygamberlerine dilediği kadarını vah yedeceğini açıkça ifade etmektedir.
“O gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. “(Cin 72/26)
Allah Teâlâ elçisi için bile şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (Enam 6/50)
“Allah, müminleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir, pisi temizden ayıracaktır. Ve Allah sizi gayba vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçip (gaybı bildirir). O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve günahlardan korunursanız, sizin için büyük bir mükâfat vardır.” (Ali İmran 3/179)
Bu ayetlerin verdiği beyanlara dayanarak, gaybı bildiğini iddia eden kimselerin sadece şov yaptıkları ve yalan söyledikleri anlaşılmaktadır. Gayb konusunda onların asla bir bilgileri yoktur. Onlar adına anlatılanlar, taraftarlarının (Şeyh uçmaz müridi uçurur ) hezeyanlarından başka bir şey değildir. Allah Teâlâ elçilerine vermediği “gaybı bilme” özelliğini, adını “Allah dostu” olarak ilan eden kerameti kendinden menkul kimselere mi vermiştir? Buna dair bir delil olmadığı gibi vermediğine dair yukarıda zikrettiğimiz ayetler gibi onlarca ayet şahadet etmektedir.
Ermişlik konusuna gelince bu da evliya menkıbelerinden farksız bir anlayışla izah edilmektedir. Bir insanın riyaziye yaparak nefsin yedi merhalesini başarıyla tamamlayıp, son noktada ulaşmış olduğu mertebeye izafeten verilen ünvandır. Yine “Ermişlik” serüveni de mutasavvıfların kendi felsefelerinin / edebiyatlarının ürünüdür. İslam’dan onay alacak bir boyutu yoktur. Bu anlayış geçmiş dönemin tortularından olan bir anlayış olarak Akaid kitaplarına kadar girmiştir. ”El kerametü Hakkun İnkâruhu Küfrün” şeklinde zikredilmektedir. Hâlbuki esas böyle bir şeyi kabul etmek sorunludur. Çünkü akideyi Allah belirler ve akidevi bir konu sübut ve delaleti kati olan Kur’anî bir ayetle sabit olması gerekir. Çünkü inanç konusunda zannî bir delil asla kabul edilmez. Kur’an’ın dışındaki tüm kaynaklar, sübut veya delalet bakımından zannilik ifade ederler. Bunların ancak Kur’an’ın ilkelerine ters düşmeyenleri ameli konularda delil olarak alınıp amel edilebilir. Bizim bu konulardaki vusulsüzlüğümüz / güçsüzlüğümüz, usulsüzlüğümüzdendir. Yani usul bilmediğimizdendir. Bu nedenle hep şap ile şekeri karıştırıyoruz. Birilerine üstünlük vermek için uydurulan bu konuyu getirip islam’ın inanç esaslarının içine koyuyoruz. Bunun en ehven ifadesi Allah’a yalan isnadında bulunmaktır.
“Deki Allaha karşı yalan uyduranlar elbette kurtuluşa eremezler.” (Yunus 10/69)
Birde sözü büyük bir âlime dayandırmak, sözü güçlendirmede ve tartışılmaz kılmada bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu da yine arkasına sığınılan bir paravan olarak kullanılmaktadır. Sözü söyleyene değil, söylenen söze bakarak değerlendirmek daha doğru bir yöntemdir. Söz Allah’ın kitabından onay almıyor ise kimin söylediğine bakılmaz. Altının kıymeti mihenk taşında belli olduğu gibi, sözün değeri de islam’ın mihenk taşı olan Kur’an’a götürüldüğünde belli olur. Uygun olanı alır olmayanı bırakırız. Kişi sözlerini büyütemez ama sözleri kişiyi büyütür. Âlimin büyüklüğü de, görüş ve düşüncelerinin Kur’an’a uygunluğu ile ölçülmelidir. Yazdığı kitabın sayısına, söylediği sözün yaldızına, arkasına takılanların kalabalığına, Ne kadar medyatik olduğuna bakarak olmamalıdır.