
Sözlükte “sırt, arka, yüzey” gibi anlamları bulunan zahr kelimesiyle ilişkili olarak kullanılmıştır. Zıhar terimi bir erkeğin karısını kendisine haram kılıp, onunla ilişkide bulunmamak için karısının baş, yüz, sırt gibi bütünü ifade eden bir bölümünü evlenmesi dinen yasak olan yakını (mahrem) bir kadına benzetmesi demektir. Bu daha çok mahalli bir tabirdir. Mekke ve civarında cahiliye döneminde bir kişi hanımına kızıp darıldığı zaman bu ifadeyi kullanır ise, eşini ne boşamış nede eş olarak tutmuş oluyordu. Kadın orta yerde kalıyordu. Bu ise Cahiliye Arapları arasında bir tür boşama şekli idi. Uygulama genelde, “Sen bana annemin sırtı (zahrı/sırtı) gibisin” cümlesiyle yapıldığından ZIHAR adını almıştır. Cahiliye toplumunda erkekler eşlerine ya da eşlerinin akrabalarına kızdıkları zaman onları cezalandırmak için Zıhar yapar, böylece tekrar bir araya gelemeyecek şekilde onlardan ayrılmış olurlardı. Bunun boşamadan önemli bir farkı vardı. Boşanan eş bir başkası ile evlenme hakkına sahip iken, zıhar yapılan kimse başkasıyla evlenemez, kocasıyla da bir araya gelemeyeceği için tam bir cezalandırma şekli idi.
Cahiliye Araplarının arasında cari olan bu anlayış, başından beri var olmasına rağmen iman eden müminler arasında ilk vukuu hicretten sonra Medine’nin dördüncü veya beşinci yılında vuku bulmuştur. Her ikisi de Medineli olan Evs b. Sâmit ile hanımı Havle bint Sa‘lebe arasında geçen bu olay, zıharla ilgili ayetlerin inmesine sebep olmuştur. “İbn Abbas’ın da belirttiği gibi bunun Müslümanların karşılaştığı ilk zıhar oluşu (Taberî, XXVIII, 3) bu çirkin davranışın çok yaygın olmadığını göstermektedir.”
Olayın vukuu şöyle anlatılmaktadır: Havle binti Sa’lebe peygamberimize gelerek kocasının kendisine zıhar yaptığını ve bu duruma razı olmadığını, bunu hak etmediğini anlatır. Peygamberimiz de o güne kadar teamül ne ise ona uyması gerektiğini söyler. Fakat kadın bunun büyük bir haksızlık olduğunu, gençliğini bu adama verdiğini, ihtiyarlayınca da kendisini yüz üstü bıraktığını ve bütün çaresizliğini anlatarak itiraz eder. Resulullah ise her hangi bir konuda teamülü değiştirecek bir vahiy/ayet olmadığı sürece kendiliğinden bir hüküm belirleme hakkına sahip olmadığı için; “yapacak bir şey yok, kocayın yaptığına razı olacaksın” der. Kadın da rabbine yalvararak Allah’tan yardım ister. Bunun üzerine Mücadele suresinin ilk dört ayeti bu konuyla ilgili olarak gelir. Aynı zamanda cahiliyeden kalma bu olayı bütün yönleri ile çözüme kavuşturur:
“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.”(Mücadele 58/1)
İnsanların kendi hevalarından üretmiş olduğu bu sözün gerçekle hiçbir ilgisi olmadığı için Allah Teâlâ bunu reddederek şöyle buyurur:
“İçinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin ve asılsız bir laf söylüyorlar.”(Mücadele 58/2)
Bundan sonra bu konuda vuku bulan bir olay karşısında yapılması gerekenleri de şöyle sıralıyor:
“Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin kadınları ile temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücadele 58/3)
“Azad edecek köle bulamayanın, ailesiyle temastan önce birbiri ardınca iki ay oruç tutması gerekir. Buna gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu kolaylık, Allah’a ve resulüne inanmış olmanızdan ötürüdür; bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu hükümleri İnkâr edenler için can yakıcı bir azap vardır.” (Mücadele 58/4)
Şimdi olayı güncelle taşıdığımız da bu durumu nasıl anlamamız gerekir? Bizim toplumumuzda da bunun karşılığı olan uygulamalar var mıdır Konusu aklımıza gelmektedir?
Elbette ayetler o günün insanının cahiliyeden getirmiş olduğu ilahi hükümlere uygun olmayan anlayış ve davranışlarına nasıl baktığını görüyoruz. Bu bakış açısı ile bizler de günümüz insanının kendince üretmiş olduğu hukuki olmayan asılsız sözlerle evlilik ilişkilerini bozmaya yöneldiklerini biliyoruz. Nikâhı kesin bir şekilde bitirmek için “üçten dokuza şart olsun ki ben seni boşadım” şeklinde kullanılan söz doğru bir ifade biçimi değildir. İslam da üçten dokuza kadar bir boşama söz konusu değildir:
“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah’ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. (Ey müminler!) Siz de karı ile kocanın, Allah’ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.” (Bakara 2/229)
Yine zamanımızda kişi, hanımına: “Sen bundan sonra benim anamsın, bacımsın” yani helalim eşim değilsin demek istiyor. Aynen zıhar yalanına benzer bir ifade kullanıyorlar. Böyle söylemekle o senin ne anan olmaktadır ne de bacın. Eğer kişinin maksadı hanımını boşamaksa bunu açıkça söyleyerek yapması gerekir. Bunu yapmak için de nikâh akti nasıl iki şahidin şahadeti ile yapılıyorsa; boşanma da aynen iki şahidin şahadeti ile resmiyet ifade eden bir biçimde olması gerekir. Nikâhın zorunlu sonuçları olduğu gibi boşanmanın da bir takım sonuçları vardır. Bunun için her iki durumun da yasal olması gerekir. Aksi halde toplum fesada gider.
İslam fıkhında zıhar olayının tüm teferruatı mezheplere götürülerek çok boyutlu irdelenmiş; çeşitli âlimlerin görüşleri zikredilmiştir. Ancak ayetler olayın her hal ve karda nasıl olması gerektiğini yeter boyutta açıklığa kavuşturmuştur. İnsanlar ne yapmak istediğini açıkça dile getirdikleri sürece doğru bir çözüme kavuşturulacak imkânlar her hal ve karda mevcuttur. Ulus devletlerde toplum her bakımdan çok sıkı denetlendiği için iki kişi arasında gizli kapaklı ne evlenme nede boşanma söz konusudur. Ancak her zaman bu anlayışı delen insanların olacağı muhakkaktır. Bunlar da bilmelidirler ki, yaptıkları işin meşruiyeti yoktur. Yaptıkları şey sadece yapılan yanlışa kılıf bulmaktır. Bu tür ilişkilerin sonu sevdim ayları bitince çoğunlukla bir facia ile sonuçlanır. Hiç kimse böyle bir durumla karşılaşmaktan memnun olmayacağına göre; ne böyle bir şeye tevessül edelim ne de razı olalım!..
Nikâhta aleniyetten ilişkilerde iyi niyetten ayrılmayalım!..