
Ben Ve Merkeze Ataları Yerleştirmek!
İnsanın tüm davranışları beynindeki düşünceden bağımsız değildir. Zihnimize yerleştirdiğimiz düşüncenin rengini, tadını, kokusunu taşır.
Yani; bilgi, ilim, vahiy yerleşen zihinden onun cinsinden davranışlar meydana gelir.
Elçiler; Bir şey bilmezken, Allah’ın bildirdikleri ile hareket etmişlerdir.
Elçi seçilecek kişiliğe sahip olsalar dahi, illa vahye ihtiyaçları vardır.
Daha sonra; Vahiy onların tüm hareketlerini kontrol altında tutan ana fikir, esas olarak örnekliğini ortaya koymuştur.
Elçiler vahyi lider edinmişlerdir. İnsanları da kendisinin edindiği lider fikre davet ederek onun etrafında kümelenmişler, Onun yönergeleri ile eylemlerinde düşüncelerinde birliktelikler oluşturmuşlardır.
Kişiliklerinin oluşumunda;” lider fikir vahiydir”.
İnsanın “ liderleşmesi, eylem boyutunda yine ana fikre muhtaçtır.
“İnsanın salt lider olması, her hangi bir düşünceye bağlı olmasına mani değilken, bu liderlik insan merkezli olması bakımından sağlıklı önermeler ortaya koymaz.
Egolar tarihin her diliminde rekabetten, çekememezlikten, kıskançlıktan azade değildir.
Tefrikaların temelinde bu hasletlerin varlığını görmemek mümkün değil. Benmerkezci düşünce vahyin terbiyesinden uzak düşüncedir.
Vahyin liderliğinin önüne insan faktörünün gelmesi, getirilmesi her zaman bu sıkıntılı sahanın,
Ben-Ego merkezine dönüşmesi ile hayata insana hükmetmesinin sonuçlarını üretmiştir.
İhtilaflarda merkez vahyin arka plana itilmesinin sonucunda, haksızın haklılık üretmesine sebebiyet vermiş olmasından üremiştir.
İhtilaflar tarihini incelediğimizde açıkça görebileceğimiz şey budur. “Ben. ‘ beni ateşten onu topraktan yarattın” ,isyanın merkez üssüdür.
Burada yaratılanların itaat etmeleri gereken noktanın Vahiy veya Allah’ın emri dilemesi olmasını görmezden gelmesidir.
İtiraflar da gördüğümüz şey, firavun ve benzerlerinin ” Böyle yapmayı onlara; “Nefsim bana bunu hoş gösterdi ” şeklide özetlenebilir.
İnsan bu benzerlerini üretmekte mahirdir. Zihin dünyasını okuyan Allah’ın karşısında tek kelime savunma yapamamaktadır.
Biz bizim gibi insanların zihinlerini kalplerini okuma şansına sahip olmamakla birlikte, biraz da olsa tanıdığımız insanların, rekabet veya reddiye saiki ile benzer ürünlerini görebilmekteyiz.
O halde hayatımızı zihin dünyamızdan başlayarak; vahye öyle belemeliyiz ki, onun rengi kokusu tadından başka renk koku bulaşığı kalmasın hayatımızın her alanında ciddi manada hissedilsin.
Tarihte, geçmişte gezinip, şimdiki zamanla ilgili; vahyin özgün pozisyonlarına, perspektiflere, farkındalıklara, tercihlere, altyapı-donanım ve formasyonlarına, çalışma ve gündemlere sahip olmayan insanların/ toplumların bu günleri ve dolayısıyla hayatı gözden çıkartmış olmaları mukadderdir.
Farkındalık, genellikle zorunlu yüzleşmelerle ve mutlak olarak yâkin hasıl olunca ortaya çıkmaktadır.
Müslümanlarda genellikle süreçlerin ve çalışmaların temel bağlamı ve çerçevesi; hayatın inşası, inşasına dâhil olunan hayatın yaşanması ve korunması biçiminde gerçekleşmemektedir. Tabi ki bu sorumluluk, hayatın nasıl inşa edileceği sorusunun, yaratana sorulmadan yapılamaz. Yapılmaya kalkışıldığında sorumluluk sorunluluğa dönüşür.
Tarihi bilgiler, inançlar ideolojiler zihinlerde oluşması gereken nizamın kaynağı olamaz. Olması halinde mevcut sistemin meşruluğunu savunmaya gider, doğal olarak götürüverir.
Atalardan miras olarak gelmiş düşünce, yaşayış biçimine isyan hali. İçinde binlerce soru ve sorunlar beynimizi kemirip, insanların düşünceleri, yaşayışları, kişilikleri bizi hayrete düşürüyor. Soruların çoğalması, içimizdeki hesaplaşmalar toplumdan uzaklaşma pahasına sorgulanmalıdır.
Çağımızda oluşan düzenin, bilginin en gelişmiş olduğuna inanan biri ve toplum onu nasıl irdeleyebilir? Sorgulayabilir? İrdeleme, sorgulama yasaklarını nasıl aşabilir?
Zihin ve akıl dünyamızda,
Öncelikle atalar yoluyla edinilen terbiye sistemi yıkılıp; kalıba dökülen aklın, mantığın, düşünce sisteminin kalıbı kırılıp; kısaca aklın, mantığın, düşünce sisteminin atalar yolunun köleliğinden kurtulmaz ise; sorularımıza tatmin edici cevaplar bulamayız.
Atalarımıza göre terbiye görmüş aklımızla, aklımızı doğru kullanmasını bilmiyoruz. Atalar yoluyla gelişen düşünce dünyası, farklı bir düşünce ve hayat biçimi doğurmuştu. Kesin olarak biliyoruz ki artık atalar yolu yetersiz, mantıksız, akılsızca bir yoldu. Bir insanın atalar yolundan başka bir yolun arayışıydı. Sorgulanan, sorgulandıkça yıkılan atalar yolunun boşaldığı boşluğa bir şeyler koymanın çabasıydı.
Ama Ne?
Atalar yolunun ortaya çıkardığı sonuçlar, çaresizlikler, arayışlar. Vahiy mesajıyla bitti.
Sonra Muhammed(AS) adını kıyamete kadar yazdıracak bir eylem gerçekleştirdi.
İnsanlığın önüne yeni bir düşünme yolu koydu.Bu yol düşünmeye sebepti, Eskiye dair her ne varsa vahiyle test etmekteydi. Yeni bir insanlık anlayışı getirdi. Dost düşman artık onu, yolunu düşünmeye başladı.Dünyanın kültürleri, yasaları, idealleri değişti. Bu kaynağın oluşumunda onun hiçbir dahli yoktu.O bir Nebi/Resul, elçiydi. Ekleme veya indirim şansı hiç olmadı, dinin (vahiy) sahibi değildi. O sade bir kul ve resul olmanın azmiyle çilesiyle heyecanıyla yaşadı, örnek oldu.
İnsan şu sözü diyebilmelidir, “Atalar yoluna karşı bağımsızlığımı ilan ediyorum.
“Atalarımdan gelen tarihi ve diğer bilgilere karşı duygusal bağımlılığımı terk ediyorum.
Tarihe karşı özgürüm. Tarihte insanların birbirlerine karşı söylediklerinin, yaptıklarının tümünün hissi veya yorum olduğunu anladım. Bir söz yorumsa yorum kadar değerlidir. Hiçbir şart ve şekilde mutlaklaştırılamaz.
Ve yeniden VAHİY ile aklen zihnen duygularımızla şekillenmenin yolculuğuna, hiç vakit geçirmeden çıkmalıyız.