GenelYazarlardanYazılar

“DEVLET” NE DİYOR!? -Devlet Bahçeli’nin Dilinden “Yeni Türkiye” Ne Diyor!-

“Devlet”in dedikleri, -bölgede yaşanan malum sürecin geldiği kritik aşama açıkça ortadayken- yıllardır Türkiye’yi vesayeti altında tutmak için her yolu deneyen Batı/küresel güç odaklarının malum aktörleri ve onların içerideki ajanlarını huzursuz etti. Öyle ki 7 Ekim’de deşifre olan, bölgemizdeki ABD-(Siyonist) İsrail’in işgal planı’nı büyük oranda destekleyenler, “sistem içi” çıkış arayışı ile vesayetten kurtulmak isteyen yeni Türkiye’nin son söylediklerinden hep rahatsız olageldiler. “Devlet” ne diyor!? sorusunun cevabı anlamak isteyenler için cevap çok açık iken, ABD-(Siyonist) İsrail ve destekçileri ve onların etki ajanlarından şunları duymak da bizce çok şaşırtıcı değil…

“Türkiye’nin özel bir savaş oyunuyla karşı karşıyayız!

Ortada bir çözüm yok, komplo var. Türkiye tehlikeli bir kulvarda, DEM Parti ve Kürtleri oyunlarına dahil edip kullanacaklar.”…

Konuyla ilgili gelişmeleri takip edip doğruyu, asıl gerçekliği araştıranlar hatırlayacaklardır. “Yeni Türkiye/AKP’nin bir ABD projesi” olarak anıldığı dönemde, yine ABD’nin alan açmasıyla gündeme gelen “Çözüm Süreci” masası devrildiğinde, söz konusu etki ajanları, masayı devirenlerin kimler olduğunu bilmelerine rağmen algı yönetimi ve manipülasyon teknikleriyle kamuoyunu/seçmeni etkilediler. Başarılı da oldular. Oysa her şey ortadaydı… You-tube’da, kendisine, neden silah bırakmadınız, çözüm sürecinde neden masayı devirdiniz? diye sorulan PKK’nın Yürütme Konseyi Üyesi (…)’nin cevabı da o günlerde neler olduğunu açık etmekteydi: ‘Avrupa’dan bazı devletler bize “silah bırakmayacaksınız”, kesinlikle silah bırakmanızı istemiyoruz dediler ve biz de vazgeçtik!..’

Dolayısıyla, formatı ve temel dinamikleriyle eski Çözüm Süreci’ne benzemeyen ama yeni Türkiye’nin “sistem içi” çıkış arayışında, yaslandığı “Tarihi ve Stratejik derinliğin” ürettiği bir plan ile karşı karşıyayız. Ve bu plan ABD’ye rağmen sahaya yansıtılabilecek bir arka plana da sahiptir. Aksini düşünenler, ne yazık ki bölgemizdeki yeni denge arayışı sürecinin, özellikle 7 Ekim sonrası geldiği kritik aşamayı da dikkate alarak, “beka sorunu” bağlamında ilkesel bir okuma yapmaktan uzak gözükmektedirler. Algı yönetimi ve manipülasyon teknikleriyle yeni Türkiye’yi ve bölgemizi kontrol altında tutmak isteyen küresel güçler/ABD’nin, “sistem-içi” dostları ve bunların konum ve misyonlarını değiştirecek hamleleriyle bu konunun yine emperyalist bir vasatta tartışılması için ellerinden geleni yaptıklarına şahit olmaktayız.

Terör örgütleri ve arka plandaki terör devletlerinin, (sözde evrensel) Batılı değer ve kavramları nasıl kullanageldikleri, hakikatin peşinde olanlarca bilinmektedir. Küresel ve bölgesel değişim süreçlerinin kritik bir aşamasında, bilhassa bölgemizde gündeme gelen hibrit savaşlarda terörle mücadele boyutunun öne çıkması, “güvenlik politikaları”nın kaçınılmaz hale gelmesi durumlarında bile demokrasi kavramını “emperyalizmin mızrak ucu” olarak kullanan malum küresel güç odakları ve onların denetimindeki terör örgütlerinin hala demokratik çözümden söz etmeleri doğru okunmalıdır. Gelinen aşamada kimler demokrasi/demokratik çözümden söz ediyorsa, onların demokrasi tanımlarını ve benzer kavramlardan ne anladıklarını dikkatli bir şekilde irdelemek gerekir…

Nereden nereye…

Kısaca BOP/GBOP’un sahaya yansıtılması sürecindeki iki farklı dönemin doğru okunamadığını hatırlamamız gerekmektedir. I. dönemde bölgede (Kontrollü) demokratik değişim stratejisi ile bölgedeki hakimiyetlerini yeni şartlara uygun hale getirmek istediler küresel güçler. II. dönemde ise Kaos stratejisi devreye sokularak sınırların değiştirilmesi sürecinde mezhebi ve kavmiyetçi odakları yönlendirerek kendi amaçlarını sahaya yansıtmak istemişlerdi… Ne var ki bu kez küresel ve bölgesel değişim sürecinde hızla güç kaybeden “Batı”nın karşısında yükselen güç olarak “Doğu” bulunmaktaydı. Dolayısıyla “güç”ün Batı’dan Doğu’ya kayma süreci öne çıkmaktaydı. Aynı zamanda bu iki farklı dönemde ABD/Batı’nın öne çıkan müttefiklerinin bir kısmı da yeni konum ve misyonlarıyla kendi güvenlikleri ve gelecekleriyle ilgili “sistem içi” arayıştaydılar. Aksi takdirde BOP/GBOP’un sahaya yansımasının kurbanı olacaklardı. Yeni denge arayışı sürecinde öne çıkan bu gerçeklik en çok da Osmanlı bakiyesi Türkiye’yi ‘sistem içi’ bir çıkış arayışına zorlamaktaydı…

Söz konusu sürecin I. döneminde “ABD Projesi”nin vazgeçilmez unsuru olan yeni Türkiye’nin önüne çıkan fırsatlar ve riskler de küresel güçleri tedirgin etmişti. ABD’nin strateji değiştirmesiyle birlikte de (Ilımlı) Laik-demokratik/Batı referanslı niteliğini koruyan yeni Türkiye’de, güvenlik ve gelecek kaygısı yoğun bir şekilde kendini hissettirmeye başladı. Ve kaçınılmaz olarak yeni Türkiye’nin ABD ilişkilerindeki stratejik çatışması gündeme gelmiş oldu. (2011-2013) döneminde netleşen bu durumla birlikte ve özellikle de 15 Temmuz-2016 tarihi itibarıyla yeni bir dönemin tezahürleri giderek belirginleşmişti. Artık yeni Türkiye “Bir Amerikan Projesi” olmaktan çıkmış, onun yerine, ‘Yeni Türkiye’deki “diktatörlüğü”, “demokratik” yöntemlerle yıkmayı tek hedef haline getiren “Muhalefet bloku” (6+1 masa) ABD/Batı’nın başat aktörü olarak anılmaya başlamıştır. Nitekim ABD’nin o zamanki Başkanı Biden’ın, Türkiye’deki “iktidarı” bu kez darbe ile değil “demokratik” yöntemlerle yıkacağını ilan ettiğine hep beraber şahit olduk…

Bahse konu süreçte, algı yönetimi ve manipülasyon teknikleri ve dışarının tam desteğiyle muhalefet, klasik muhalefetten çok adeta ABD’nin bölgesel uzantısı haline geldi. Yani, artık “Muhalefet bloku” bir ABD Projesi idi. “AKP’nin bir Amerikan Projesi” olduğu dönemde ABD’nin alan açmasıyla başlatılan Çözüm Süreci, terör örgütü ve onların arka planındaki terör devletleri eliyle bitirildi. Çözüm Süreci masası, yeni Türkiye-Öcalan diyaloğuna rağmen devrildi… O tarihlerde bir kitabı (Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Sorunu, Mitani Yayıncılık, Aralık 2014, İstanbul) çıkan Abdullah Öcalan, ABD’nin şartlı bir şekilde Türkiye’ye teslim ettiği ve yargılanarak mahkum olmuş biri değildi artık. Bu kitapta Öcalan, çok açık olmasa da örgütüne, ‘ABD’nin yeni stratejisine paralel hareket etmemelerini, yeni Türkiye ile mutabakata vararak bir çıkış aramalarını hissettirmekteydi. Ama malum çevreler Öcalan’ın yeni çıkış arayışlarının üstünü örtmek için çeşitli gerekçeler oluşturmaktaydılar.

Gelinen aşamada (11 yıl sonra) Yeni Türkiye’nin, Öcalan üzerinden bir planlaması gündeme geldi. Kimileri 11 yıl önce Öcalan ile yeni Türkiye’nin diyaloglarının neden o zaman değil de bugün bir çıkış ihtimali taşıdığını sormaktalar. Lakin, o günkü konjonktürü, yeni Türkiye’nin, o dönemde, ABD’ye rağmen bölgede bazı adımlar atabilecek durumda olup olmadığını doğru okuyamıyorlar. Aynı zamanda, ABD’nin strateji değişimi sonrası Türkiye’nin, bir karar aşamasından sonra, -gelecek ve güvenlik kaygısıyla- “Sistem içi” bir çıkış arayışına girmesi ve denge/dengeci politikalarla bugünkü aşamaya gelmiş olmasını doğru okuyamadıklarını düşünüyoruz… Konuya ön yargılı yaklaşan malum çevrelerin yanı sıra, ‘hatalı tanımlamaları ve hatalı beklentileri’ ile kendilerini İslam ile tanımlamaya çalışanlar ise son yıllardaki gelişmeleri bile okumaktan aciz kaldılar, ne yazık ki!

Yeni Türkiye’nin Geldiği Aşama Ve “Öcalan Kartı”

“Devlet”, -Devlet Bahçeli’nin dilinden- çok net bir çağrıda bulunmaktaydı:

“Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Partisi’nin grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün tamamen lağvedildiğini haykırsın!”

Bu çağrı şüphesiz “eski Türkiye”/“Devlet”den beklenilemezdi. “Yeni Türkiye’nin böyle bir kritik/stratejik öneme sahip açıklamayı yapabilmesi de belirli bir vasatın oluşmasına bağlıydı. Ve bu planın, toplumsal tabanda, özellikle de örgütün unsurlarına yansımaları ne kadar engellenmeye çalışılırsa çalışılsın, öncelikle ABD-İsrail’in bölgeyle ilgili planlarını etkileyecek ve bölgedeki terör örgütlerinin arkasındaki küresel güçlerin/emperyalist odakların, bölgeyle ilgili hesaplarını yeniden yapmasına mecbur bırakacaktır. Aynı zamanda söz konusu “Devlet”in söylediklerinin sembolik tarafları bir yana, ne denilmek istenildiği çok açıktır: Devlet Bahçeli’nin çağrısında, “Gel, DEM kürsüsünden örgütü lağvettiğini açıkla! Ondan sonra “Umut hakkı” bağlamında bazı şeyler yapabilmenin önü açılacaktır denilerek bir plan/sürecin adımları somutlaştırılmaktadır. Ve bu açıklama öncesinde ABD’nin muhalefet kanalıyla kamuoyuna sunulmaya çalışılan, “emperyalizmin mızrak ucu demokrasi” bağlamıyla “demokratik çözüm”/Çözüm süreci de etkisiz hale getirilmektedir. Aynı zamanda, bu çağrıda, İmralı-Öcalan ile DEM Parti bir yana, Kandil ile Selahattin Demirtaş’ın bir yana konulması da bizce manidardır.

Konuyla ilgili olarak 2010’lu yıllardan bu yana (açık kaynaklardan) öğrendiklerimiz henüz tam olarak netleşmemiş olsa da bunların gelinen aşamada ne kadar önemli olduğundan şüphe yoktur. İmralı’daki Öcalan ile, en azından belirli bir süreden sonra, yapılan görüşmelerin, -bölgesel denge arayışının kritik aşamasında- Müslüman Kürtler ile Müslüman Türklerin, güvenlik ve gelecek kaygılarıyla ilgili çıkış arayışı sürecinde ne kadar önemli olduğu ortaya konulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihinde görülebileceği gibi “Batı vesayeti”nde yaşananların doğru okunabildiği bir çıkış arayışında, “Öcalan Kartı” eksenindeki planın etkili olması kuvvetle muhtemeldir. Osmanlı’nın son dönemleriyle birlikte gündeme gelen ve “eski Türkiye” döneminde de derinleşen ırkçılığın ortaya çıkardığı “Üretilmiş Türkçülük” ve “Üretilmiş Kürtçülük”ün, emperyalist odaklarca nasıl kullanıldığının artık iki tarafın da görme zamanı gelmiş de geçmektedir…

Bölgesel denge arayışı sürecinde “Devlet ne diyor!?” sorusuna doğru cevap veremeyenler ya da böyle bir cevabı çıkarlarına uygun bulmayanların ise kafalarının karışıklığı da açıkça ortadadır. Bu çerçevede öncelikle belirtmeliyiz ki PKK/KCK’nın içindeki kliklerin de kafası karışık durumda. Bunlar, KCK’nın sistem-içi uzantılarıyla (DEM Parti); Avrupa’daki PKK örgütlenmesi; Kandil’deki terör baronları ve Rojava’dakilerle konuyu gündemlerine almış bulunmaktadırlar. Şüphesiz bunlar malum örgütün unsurları olarak, konumlarında ve misyonlarında farklılıklar olduğu gibi bunların destek aldıkları odaklar da kısmen farklıdır. Keza dış ilişkilerinde de farklı görev paylaşımlarının olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla bunlardan büyük kısmının, geçmişteki örneklerden hareketle Kürtlerle Türklerin birlikteliklerinin aleyhte sonuçlar doğuracağını ifade etmeleri anlaşılabilir bir durumdur. Son dönemlerde örgütte “İttifak” ya da sütreli bir şekilde “Kent uzlaşısı” düzleminde yan yana gözüken “Muhalefet bloku”nun en büyük partisi/“eski Türkiye” tanımlamalarının sahiplenicisi CHP genel başkanı Özgür Özel’in, biraz da ne olduğunu tam anlayamamanın şaşkınlığı içinde, ‘Türkiye Cumhuriyeti sadece Türklerin değil, aynı zamanda Kürtlerin de devletidir” sözünün de CHP-DEM ilişkisi düzleminde hangi bağlamda ifade edildiği ve/veya bir şekilde söylettirildiği de doğru okunmalıdır… CHP’nin içine düştüğü açmazı gidermek ve Cumhurbaşkanı adayı olmak üzere AB ve ABD desteğine sahip İmamoğlu’nun, bu bağlamdaki şaşkınlığını da anlayabilmek gerekir. Konuyla ilgili “Romantik Demokratlar”ın durumu ise içler acısı bir manzara arz etmektedir. Her ne kadar açıklamaları çelişkili ve gelgitlerle malul olsa da “Romantik Demokrat”larla aynı paranteze alınabilecek Altan Tan’ın yaklaşımını da doğru analiz etmek elzemdir. Zira Altan Tan’ın da kendi ifadesiyle hem “Devlet”e, hem de örgüte yakın gözükse ve derin bilgilere sahip olsa da Batı’nın, emperyalist odakların, “Demokrasi” tanımlarıyla ilgili yeni şeyler söylemediği de bilinmektedir…

Velhasıl, yukarıda işaret edilen örgütün unsurlarının, ilişkide oldukları dış bağlantılar ve aldıkları desteklerin kaynakları farklı olsa da bölge insanı açısından, bir zamanların hem fiili hem de teorik lideri olan Abdullah Öcalan’ın çağrısına kayıtsız kalacakları iddiaları da doğru değildir; ön yargılıdır… Şüphesiz Öcalan’ın, bölgede yaşanan süreci kendince okuyarak ortaya koyduğu çıkış arayışından sonra “Devlet” ile mutabakata vardığı bir çağrıda bulunması bölgedeki terörü bitiremeyecektir. Ancak özellikle terörle mücadelede önemli sonuçlar doğuracaktır. Bunlardan birincisi, sayısı azımsanmayacak kadar bölge insanının bu çağrıyla birlikte umutlanması söz konusu olacaktır. İkincisi Öcalan’ın çağrısının örgüt unsurları içindeki etkisi, ne kadar sınırlı olursa olsun, sürecin sahaya yansımaları net bir şekilde görülebilecektir.

Bölge dengelerinin geçirdiği aşamalarda ABD/Batı’nın, “demokrasi getireceğiz” söylemlerinin ne anlama geldiğini bölge halkı bizzat gözlemlemiştir. Her ne kadar algı yönetimi ve manipülasyon teknikleriyle bölge insanının kafası karıştırılmaya çalışılsa da özellikle 7 Ekim sonrası sürecin nereye doğru evrildiğinin açık-seçik ortaya çıkmaya başladığı görülmüştür. PKK/PYD militanlarının iddialarının aksine, ABD’nin paralı askeri işlevi gördüğüne, gerektiğinde Karabağ’da Ermenilerle birlikte savaşmak üzere gönderildiğine ve Gazze’de siyonistlerle birlikte hareket etmeye zorlandığına şahit olunmuştur. PKK/PYD terör örgütü üyelerinin, eksilen siyonist askerlerin yerini almak üzere “İsrail vatandaşı” yapılması da son dönemde yaşanan gelişmeler olarak gündemdedir…

“Devletlerin, halkların ya da ülkede yaşayan toplumun ileri gelenleri/kadrolarca kurulduğu genel bir kanaattir. Oysa gerçek hiç de iddia edildiği gibi değildir. Hele hele imparatorlukların yıkıldığı, peşi peşine iki dünya savaşından sonra, “Modern dünya” gerçekliğinde küresel güç odaklarının kurguladıkları küresel ve bölgesel sistemler, eski dönemin yerini almıştır. Batı’nın ürettiği “ulus devlet”ler, genelde küresel ve bölgesel sistemleri kontrol eden malum güç odaklarının Manda yapıları, vesayetleri altındaki devleti olarak, jeo-politik ve jeo-stratejik nedenlerle kurgulanmış yapılardır. Söz konusu güç odakları, büyük oranda bu yapıları, kendilerinin ürettiği uluslar temelinde kurgulamışlar ve kontrolleri altında tutmuşlardır. Manda yapılar ve/veya vesayetçi yapılar olarak kurgulama gereği duymadıkları kavimleri ise “devlet” vaadiyle kendi jeo-politik amaçları için hep istismar etmişlerdir. Büyük oranda da bu kavimleri, “ulus devlet” vaadiyle kontrol etmeye çalışırken ürettikleri ırkçı yapılara/terör örgütlerine, sözde vaatlerini diri tutabilmek için, her türlü “desteği” (?!) vermişlerdir. Bunların en çarpıcı örneğinin ise PKK/PYD olduğu da çok açıktır.

Bütün bu ve benzeri yaşananlara rağmen, “sistem-içi” mücadelede Radikal Batıcı’lara karşı mücadeleyi, “Emperyalizmin mızrak ucu Demokrasi ile verebileceklerini zanneden Ilımlı Batıcı’ların “Öcalan kartı” eksenindeki malum çağrılarının olumlu sonuçlar doğurması kuvvetle muhtemeldir.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı