
İslâm Düşüncesi Tevhîd-i Temel Üzerine İnşa Olmuştur
Âdem (as) dan Muhammed (as) uzanan Allah resullerine indirilen dinin tamamının ismine İslậm denilmektedir. Bu isim bizzat Allah tarafından verilmiştir (22/ 78) “İslậm; sözlükte,“kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak” anlamlarındaki silm (selm) kökünden türemiş olan İslâm’ın etimolojisini yapan ilk âlimlerden İbn Kuteybe kelimeyi “boyun eğmek ve iradî olarak uymak suretiyle barış ortamına girmek”, İbn Manzûr da “boyun eğmek (inkıyâd) ve itaat etmek” şeklinde açıklamıştır. Sonraki kaynaklarda genellikle bu açıklamalar tekrar edilmiş, “sulh ve selâmet gayesiyle boyun eğmek, tâbi ve teslim olmak” mânaları öne çıkarılmıştır. İslâm’ın sözlük anlamındaki inkıyâd ve itaat her ne kadar mutlak ise de kelimenin örfteki kullanımı sadece “doğruya ve hakka uyma” mânası taşır. Yanlışa ve kötüye boyun eğme şeklinde bir teslimiyet İslâm’a aykırıdır ve isyan olarak nitelendirilir.” (TDV)
Kur’an’da İslâm, tevhid dinin karşılığı, özel isim olarak belirtilmiştir. Bundan dolayı da Allah katında makbul olan ve başka dinlerin kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır (3/19, 85). Allah’ın gönderdiği vahyi dinleyip teslim olup hayatını ona göre düzenleyen hidayete ermiş olur. Allah’ın yardım ve desteğine her daim nail olur (5/3). Ayrıca Kur’an’da gerçek din olarak “dîn-i kayyim, sırât-ı müstakîm” gibi terkipler, İslâm’a tekabül eden gerçek dini tanıtma amacını taşır. Ayrıca İbrahim (as) üzerinden “hanif” ve “müslim” vasıflarını eş anlamlı kullanılması da (3/67) İslâm’ın saf tevhid inancının ve hak dinin devamı olduğunu göstermektedir.
Her dünya görüşünün ve dinlerin üzerine inşa olduğu temel düşünceler vardır. Hayatı yönlendirme, düzenleme ve inşa etmede bu temel ilkeler baz alınır, bu temel ilkelere uygunluğu oranında kabul veya reddedilir.
İslậm, tevhid ilkesi üzerine inşa olmuştur; Kur’an başından sonuna kadar buna vurgu yapar. Evrende her ne var ise hepsini yoktan var edenin Allah olduğunu ve her var ettiği şeye de düzen koyduğunu (Sünnetullah) var olan her şeyin de ona boyun eğdiğini (koyulan kurala uyduğunu) bizzat bizler afakta ve enfüsimizde bunu müşahede etmekteyiz. Evrende yaratılmışlar içerisinde bir tek insanoğluna irade verilmiş ve bu iradeden dolayı da sorumlu tutulmuştur… O’nun merhametinin gereği olarak insan başıboş bırakılmamış, yaratıldığı ilk günden beri, niye yaratıldığını, neyle sorumlu olduğunu ve öldükten sonra kendisini nelerin beklediğini sürekli elçiler göndererek hatırlatılmıştır. İşte bu hatırlatılmaların tamamı; imandan-amele tevhid ilkesi üzerinedir.
Bu bağlamda görevlendirilen Allah resullerinin tamamı bu tevhid ilkesini tahkim etmek için mücadele edip uğraşmışlardır. “Ey kavmim sizin ondan başka ilahınız yoktur ve sadece ona kulluk edin” (7/59,65, 11/50…) demeleri bunun açık göstergesidir. Genel itibariyle insanoğlunun uluhiyetle pek sorunu olmamıştır. Allah’ı veya yaratıcıyı sonuç itibariyle direk inkậr eden pek olmamıştır. Daha çok kulluk konusunda sorun yaşanmıştır. Bundan dolayıdır ki, İslâm dininin özü ve temeli, tevhid yani tek Allah’a iman ilkesidir. Bu ilkenin ifadesi ve Müslim olmanın ilk şartı ise kelime-i şehâdet yani, “Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh” (Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik ederim) anlamına gelen şehâdet cümlesini içselleştirerek söylemek ve gereğini yapmaktır.
Bu sözü söyleyen kimse, öncelikle Allah’tan başka dua edilip yardım istenilecek, sığınılacak, bela ve musibetler karşısında niyazda bulunulacak hiçbir kimsenin ve yüce kudretin bulunmadığını; rızkın yalnızca Allah’tan geldiğini ve yalnız O’ndan istenebileceğini; yalnızca Allah’a güvenileceğini, başka hiçbir varlığa bel bağlanmayacağını; yalnız O’na ibadet edilip yalnız O’ndan yardım istenileceğini; kulluğun yalnızca Allah’a olacağını gönülden kabul etmiştir.
Kelime-i şehâdette imana konu olan diğer bir husus ise Muhammed (as) Allah’ın kulu ve resulü olduğudur. Her şeyden önce Muhammed, Allah’ın kuludur. Bununla birlikte, Hz. Muhammed sıradan bir kul değildir, o aynı zamanda Allah’ın resulüdür. Bunun daha basit, kısa ve öz ifadesi ise birçok ayete geçtiği üzere “Lâ ilâhe illậllah ” yani “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” cümlesidir. Son derece kısa ve sade yapısıyla kelime-i tevhid, aslında İslam inancının anahtarı konumunda olup, gayet zengin bir anlam alanına sahiptir. Sadece inanç esaslarının temelini oluşturmakla kalmayan bu ifade, İslam kültür ve medeniyetinin en ince detaylarına kadar nufuz etmiş/etmek zorundadır.
Tevhid olmadan iman olamaz, imanın olmadığı yerde İslậm’dan da söz edilemez.
İslậm, bütün bir hayatı kuşatan bir dinin adıdır, o hayatın hiçbir alanında boşluk bırakmaz; “Göklerin yerin her ikisinin arasında bulunanın sahibi Allah’tır.” (78/30, 44/7) Kozmolojiye düzenleyip intizam verdiği gibi “Göklerde ve yerde hüküm O’na aittir.” (45/37) demekle O sadece göklerin ilậhı değil aynı zamanda yeryüzünde bulunanlarında ilậhı; onlarında hayatını düzenleyen intizam verendir. Allah’ı göklere hapsedip yere indirmemek, O’nun yeryüzündeki hakkını gasp etmektir ve O’na alan belirlemektir bu ise çok büyük bir zulüm ve şirktir. Bunun tercümesi şudur; “Allah’ım sen göklere karış ama yeryüzünde işimize karışma, bizler bu işleri (evimizi, sokağımızı, evlenmemizi, boşanmamızı, mirasımızı, eğitimimizi, adliyemizi, siyaseti…) senden daha iyi biliriz” demektir. Bundan dolayıdır ki, yaşanılan hayatın İslậm olabilmesi için her düşünce ve amelin tevhid ilkesine uygun olması gerekmektedir: Yemeden-içmeye, giyimden-kuşama, kamusal alandan-şahsi hürriyete, eğitimden-öğretime, yürütmeden-yargıya… tevhid ilkesinin çizdiği sınırlar içerisinde değilse, zahir itibariyle İslậm gibi gözükse de özü itibariyle İslậm değildir. Sözgelimi sakalın, sarığın, cübbenin, tesbihin, takkenin…İslam’la bir alakası yoktur! İslam elbette giyinmede bir ölçü getirmiştir; erkek erkekliğini gizleyecek, kadında dişiliğini gizleyecek. Dar ve şeffaf olmamak ve temiz olmak kaydıyla belirlenen sınırlar dahilinde her ne ile, hangi örfe ve yöreye göre örtünürse örtünsün İslậm’ın belirlediği giyinme ilkesi gerçekleşmiş olduğu gibi her konuda olduğu gibi bu konuda da evrenseldir. Herhangi bir kavmin giyim kuşamını İslami giyim tarzı diye lanse etmek veya zannetmek diğer kavimlere zulmetmektir. Allah resulleri hangi topluma gelmiş iseler o kavmin giyim kuşamından farklı giyinmemişler, sadece yukarıda zikrettiğimiz ölçülere dikkat etmişlerdir.
Yukarıda giyinmekle ilgili tevhid ilkesinin ölçülerini ortaya koyduk. “Müslümanların sorunlu tarihi” içerisinde bize kadar gelen, halk tarafından ‘hatta çoğu mürekkep yalamışlardan’ da İslam zannedilen, fakat İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan o kadar çok şey var ki, fıkıh ve tefsir kitapları absürtlüklerle doludur. Ve insanlar zannediyor ki, geçek Kur’an İslam’ı hậkim olduğunda da bu kural ve kaidelerle hükmedilecek. Hal bu ki, İslậm her zaman dinamik, her çağda her soruna tevhid ilkesinin belirlediği sınırlar içerisinde insan için en uygun cevabı verebilen bir dindir. Dolaysıyla bu çağın gereksinimlerinin birçoğuna cevap veremeyen İslậm değil bu eskimiş fıkıh anlayışıdır. (Geçmişte belki de kendi çağının lokal sorunlarını çözmüş olabilir!) İslậm’ı ‘öcü’ olarak göstermeye çalışanlarda hep bu fıkıh ve tefsir kitaplarındaki absürt meseleleri dillendirmekte ve göbekten aşağı vurmaktalar…
Ezcümle Kur’an, tevhid inancını Allah’ın zatı, tekliği, sıfatları, evren ve insanla ilişkileri açısından, O hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O’na muhtaçtır. O’na benzer bir şey yoktur. O, bir ortağı yoktur. Eğer O’nun yanısıra başka ilahlar olmuş olsaydı, onlardan kimileri diğerleri üzerinde egemenlik kurmak isterlerdi. O tekdir. Gökte ve yerde bulunan her yaratık O’nun emirlerine gönüllü olarak boyun eğer. O, her şeyi yoktan yaratan, vareden ve onlara şekil veren/düzenleyendir. İnsana düşen her adımında, her hareketinde, her sözünde O’nun koyduğu kurallara uymak, O’nun hükümlerini yerine getirmek, resullerinin gösterdiği yoldan yürümek demektir. Yalnızca O’ndan yardım dilemek, korkmak, O’na güvenmek, dayanmak, tevekkül etmek, sığınmak, O’ndan başkasını veli edinmemek, sorunların çözümünü O’na havale etmek, O’ndan başka koruyucu, kollayıcı kabul etmemek tevhid inancının ilkeleridir…